Jacqueline’in davası ile 2016 Ocak ayında tanışmıştım. Jacqueline de Çilem gibi, Yasemin gibi, Nevin gibi şiddete karşı hayatını savunmuş kadınlardan. 2014 Ekim ayında, eşini öldürdüğü için 10 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. Bu cezadan sonra Fransa’da feministler kamuoyu oluşturarak serbest kalmasını talep etmişlerdi. Benim de bu sayede haberim olmuştu.
68 yaşında bir kadın, kendisinden 4 çocuk sahibi olduğu 47 yıllık eşini tüfekle neden öldürür ki?
Olay tam olarak şöyle gerçekleşiyor. 2012 yılında Jacqueline bir gece eşinin odaya girmeye çalışmasıyla uyanıyor. Eşi odanın kapı kolunu kırıp Jacqueline’e fırlatıyor ve ona şiddet uygulamaya başlıyor. Bu Jacqueline’in günlük rutini. Peki, bu sefer neden şiddete uğruyor? Çünkü eşinin karnı aç ve çorba istiyor. Eşi şiddet rutinini tamamladıktan sonra aşağı iniyor ve balkonda çorbasını beklemeye başlıyor. Tam olarak o anda Jacqueline bir uyanış yaşıyor: “Ben buna neden katlanıyorum ki?” uyanışı. Odadan tüfeği alıyor, aşağı iniyor, arkası dönük olan eşine 3 kez ateş açıyor ve polisi arıyor: “kocamı öldürdüm.”
Jacqueline eşi ile genç kızken tanışmış. Eşi neredeyse yarım yüzyıl boyunca Jacqueline’e fiziksel, psikolojik ve cinsel şiddet uygulamış. Yarım yüzyıl! Ve bu ailede şiddete uğrayan tek kişi Jacqueline de değil! Jacqueline’in eşini öldürdüğü günden tam bir gün önce oğulları kendini asarak intihar etmiş. Babasından gördüğü şiddete dayanamadığı için. Ve aile olay sırasından bundan henüz haberdar değil. Kız çocukları da babalarıyla yaşadıkları süre boyunca cinsel şiddete maruz kalmışlar. Mahkemede diğer kız kardeşleri adına da ifade veren Sylvie Marot babalarının tecavüze onlar 6-7 yaşındayken başladığını anlatıyor.
Mahkemede ifade veren komşular, arkadaşları, hatta yaşadıkları kentin belediye başkanı bile bu kişinin bir istismarcı olduğunu, yıllarca şiddet uyguladığını bildiklerini anlatıyorlar. Hatta bir komşu mahkemede Jacqueline’e teşekkür ediyor: “Sayende artık rahat uyuyabileceğiz.”
Herkesin bildiği ve yarım asırdır sessiz kaldığı bu istismar ve şiddet hikâyesinde failin kim olduğu aşikârken, mahkeme Jacqueline Sauvage’ı suçlu buldu ve 10 yıl hapis cezası verdi. Gerekçe ise şöyle: bu şiddet vakasında hayatta kalanlar ve bilenler asla polise şikâyette bulunmamışlar. Ayrıca kanuna göre Jacqueline’in öldürme biçimi “meşru müdafaa” sayılmıyor. Şiddete uğradığı anda müdafaa gerçekleştirmediği, müdafaa biçiminin orantısız olması meşru müdafaa savunmasını da yok ediyor.
Oysa mahkemenin yok saydığı durum, Jacqueline Sauvage’ın “örselenmiş kişi sendromu”na sahip olmasıydı. “Örselenmiş kişi sendromu” 1970’lerden itibaren psikolojide incelenmeye başlanan, bir kişinin belli bir dönem boyunca psikolojik, fiziksel ve/veya cinsel tacize uğraması sonucu kendisinde oluşan kalıcı hasarları açıklayan bir sendrom. Kanada, ABD, İngiltere, Yeni Zelanda ve Avustralya’da bazı mahkemeler şiddet görmüş ve eşini öldürmüş kadınlar için bu savunmayı kullanmışlar ve bu savunma ceza hukukuna “örselenmiş kadın sendromu” olarak geçmiş.
Fakat Türkiye’de olmadığı gibi Fransa’da da bu kanun bulunmuyor. Feminizmde çareler tükenmez! Mahkeme kararını bozmak için feministler Fransa’da bulunan başka bir uygulamaya başvurdular. “Cumhurbaşkanlığı affına”. Bu af monarşi zamanlarından kalma ve Cumhurbaşkanına yargının üzerinde bir af hakkı tanıyor. Geçtiğimiz Ocak ayında feministler farklı farklı alanlarda örgütlenmeye başladılar. Osez le Féminisme örgütünden Karine Plassard ve Jacqueline Sauvage’ın iki kızı change.org üzerinden bir imza kampanyası başlatarak Hollande’dan af talep ettiler. 400 bine yakın kişi bu kampanyayı imzaladı. Bu sırada sosyal medyadan organize olarak bir ay boyunca Hollande’a kart/mektup atarak bu affı istediler. FEMEN ise Jacqueline’ın kaldığı cezaevi önünde bir tünel kazarak sembolik bir eylem gerçekleştirdi. Ertesi gün ise Fransa’nın farklı şehirlerinden yüzlerce kadın Paris’te bir eylem düzenlediler.
Tüm bu eylemler sonuç verdi ve Ocak sonu Hollande yaptığı bir açıklama ile kısmi afta bulunduğunu anons etti. Bu kısmi af kabul görseydi Jacqueline 2 yıl 4 ay sonra serbest kalacaktı ancak yargı kısmi affı ve denetimli serbestlik talebini reddetti! Fakat ne dedik, feminizmde çareler tükenmiyor! Tam tamına 14 aydır Hollande’a baskı yapan feminist mücadele sonunda Hollande’ı ikna etti ve Hollande bugün Jacqueline’in kısmi değil tamamen affedildiğini söyleyerek onun acilen salıverilmesini talep etti.
Çilem’in tutuksuz yargılanacağı haberini aldığımız günkü gibiyiz bugün Paris’te. Telefonuma mesajlar yağıyor, herkes kutlamada. İşin en güzel kısmı da dün Jacqueline’in 69. yaş günüydü. Yeni yaşını erkek şiddetinden uzak, özgür yaşayacak Jacqueline! Neredeyse 50 yıldan sonra ilk defa!
Peki, bu davanın hukuki açıdan önemi ne? Paris’teki eylemde birçok feminist avukatla görüşme şansına erişmiştim ve bu davanın emsal vaka olması için çabaladıklarını öğrenmiştim. Meğer Fransa’da “Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi” kapsamında kanunları toplayan bir yasa bulunmuyormuş! Kanunda bu konu hakkında birçok yasa bulunmasına rağmen bunlar bir başlık altında toplanmamış! Hani Türkiye’de feministlerin müthiş mücadelesi sonucu 2012 yılında çıkan ve şu anda da uygulanması için mücadele verilen “6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Yasa” var ya, işte Fransa’da öyle bir kanun yokmuş!
Jacqueline artık özgür! Umarım davası da yasaların değişmesi adına bir emsal vakaya dönüşür.