“Ne veriyorlarsa benden 5 fazlası!..” Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun AKP’nin seçim beyannamesine ilişkin açıklamalarını izlerken, müteveffa Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in aktif siyaset yıllarındaki bu sözleri aklıma geldi. Demirel, yüzlerce sayfayı bulan seçim beyannamelerini tek cümlede özetlerken, Türkiye’deki nominal siyaset anlayışını çarpıcı bir belagatle böyle tasvir etmişti.
AKP, tarihinin en vaatkâr seçim beyannamesini 1 Kasım için açıklamış bulunuyor. Tek başına iktidar için hissedilen mecburiyet peşinde, bugüne kadar mali disipline önem veren bir iktidar partisinin bütün imkânları sahaya sürdüğü bir beyanname karşısındayız.
“Vaatkâr” derken ekonomik taahhütlerden söz ediyorum. Misal, Yargıtay’ın da tarihi nitelemesini hak eden bir içtihatla “ibadethane” olduğuna hükmettiği cemevlerine “hukuki statü” vaat ederken “ibadethane” ifadesinin özenle telaffuz edilmediği bir beyanname okuduk. Bu bahiste nominal siyaset; bedava elektrik, su vaadiyle dile geliyor.
13 yıldır tek başına iktidar olan bir siyasi partinin seçim beyannamesini, sadece “iktidara gelirse yapacaklarına dair bir taahhüt listesi” olarak değil, “yapamadıklarının da bir ifadesi” olarak okumak kaçınılmaz oluyor. Misal, 12 Eylül darbesinin miraslarından biri olan Siyasi Partiler Kanunu’nda reform, 13 yıllık iktidar partisi AKP’nin seçim beyannamesinde hâlâ bir vaat olarak açıklanıyor.
AKP’nin genç girişimcilere, çiftçilere hibe ve faizsiz kredi imkânlarından gübre ve yemde KDV’nin kaldırılmasına, emekli aylıklarına yılda 1200 lira zam yapmaktan asgari ücretin 1300 liraya çıkarılmasına, sağlıklı yaşam için 1 milyon bisiklet dağıtılmasından ailelere çocuk başına yapılacak nakdi ödemelere uzanan ekonomik vaatler listesine ilişkin haberleri okudunuz.
Nihayet, Çalışma Bakanı daha birkaç ay önce toplanan Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nda 1200 lira teklifine şiddetle karşı çıkmış bir iktidar partisi “100 fazlası” diyerek 1300 lira asgari ücret vaat ediyor.
Daha dört ay önceki seçim kampanyasında, ana muhalefet partisinin “emeklilere yılda iki ikramiye” vaadini “kaynağı nereden bulacaksın” sorusuyla mahkûm eden aynı iktidar partisi, dört ay sonra emeklilere yılda bir ikramiye tutarında (1200 lira) zam sözü veriyor. Sosyal güvenlik destek primi değişikliğiyle bu rakamı yükselteceğini vaat ediyor vs.
Emeklilerin açlık sınırında dolaşan yaşam koşullarının iyileştirilmesi Türkiye’nin en önemli sosyal sorunlarından birisi. Ancak vardığı nokta, birkaç ay önce ana muhalefet partisi ile “kaynak nerede” diye tartışmaya giren AKP’nin 1 Kasım için bütün ihtimalleri seferber ettiğini gösteriyor.
Nakdi hibe, faizsiz kredi sözlerinin yanı sıra, misal, yıllardır gündemde olmayan yem ve gübrede KDV’nin kaldırılması 1 Kasım seçimleri için vaat ediliyor.
AKP’nin “Huzur ve İstikrarla Türkiye’nin Yol Haritası” başlığıyla açıklanan seçim beyannamesinden önemli bir ayrıntı da yurtdışındakilerin askerlik yükümlülüğüne dair:
“Dövizli askerlik bedelinin 6.000 Avrodan 1000 Avroya düşürülmesi için çalışmalara başladık.”
Yaklaşık 3 milyon yurtdışı seçmen olduğu, yurtdışı oyların partilerin illerde aldığı oylara göre dağıtıldığı ve bıçak sırtında görünen tek başına iktidar için her ek milletvekilinin önemli olduğu dikkate alınarak okunması gereken bir vaat.
AKP 288 sayfalık çok uzun bir seçim beyannamesi açıkladı. HDP dışında muhalefet partilerinin beyannameleri de uzunlukta AKP’nin gerisinde değil. CHP 226, MHP de 268, sayfalık seçim beyannameleri açıkladı. HDP’nin seçim beyannamesi ise 30 sayfaydı.
AKP’nin seçim beyannamesini, önceki vaatlerden hangilerinin tutulamadığı -örneğin 25 yıl vadeli faizsiz krediyle ev- karşılaştırması yaparak değerlendirmek ayrı bir yazının konusu. Benim dikkatimi çeken noktalardan birisi, AKP’nin yüksek yargıdan duyduğu rahatsızlığın seçim beyannamesine de yansımış olması.
Bunun en kuvvetli işareti, Anayasa Mahkemesi’ne “bireysel başvuru” yolu konusunda veriliyor. Malum, Anayasa Mahkemesi, Twitter yasaklarına ilişkin olarak bireysel başvurular üzerine yasakları kaldıran kararlar aldı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve hükümet, bu kararlar üzerine yüksek mahkemeye ağır eleştiriler yöneltti. Keza Balyoz, Ergenekon davalarında da yeniden yargılamanın önü, bireysel başvurular üzerine Anayasa Mahkemesi’nin aldığı kararlarla açıldı.
AKP’nin seçim beyannamesinde her bölüm; partinin genel görüşünün ardından gelen “Neler yaptık” ve “Neler yapacağız” bölümlerinin yer aldığı bir sistematikle yazılmış. Beyannamede “Temel Haklar ve Hürriyetler” bölümündeki “Neler Yaptık” başlığının altında bireysel başvuru da var. 19. sayfada, “Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkını getirdik” deniyor.
“Adalet Sisteminde Dönüşüm" başlıklı bölümde ise (sayfa 39), şu “vaat” var: “Bireysel başvurunun Anayasa Mahkemesine getirdiği aşırı iş yükünün, mahkemenin işlevselliğine zarar verme ihtimali karşısında bu uygulamayı gözden geçireceğiz.”
Bu ifade 288 sayfalık beyannamede açılmamış. Bireysel başvuru sistemine son verilmesi mi, bireysel başvuru alanlarının kısıtlanması mı, Anayasa Mahkemesi dışında yeni bir yargı yeri planlaması mı yapılıyor, bilmiyoruz. Ancak AKP, mevcut hâliyle bireysel başvuru sistemini değiştirmek istiyor.
Aynı bölümde, yüksek yargıya ilişkin diğer düzenleme projeleri de yer alıyor. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun, 1961 Anayasası’ndaki gibi, “Hâkimler Yüksek Kurulu” ve “Savcılar Yüksek Kurulu” olarak ikiye bölünmesi var.
Bu bölümde dikkat çeken proje, en yüksek düzeyde Yargıtay ve Danıştay’ın temsil ettiği temyiz mahkemelerinin oluşumuna ilişkin. AKP, yüksek mahkeme üyelerinin seçiminde TBMM ağırlığının, bir başka deyişle parlamento çoğunluğuna hakim olan parti/partilerin ağırlığının artmasını istiyor, böylece “yargının toplumsal meşruiyetinin artacağını” öne sürüyor. Okuyalım:
“Yargıda etkinlik, hızlılık, hesap verebilirlik, ekonomiklik ve şeffaflığı sağlayacağız. Anayasal değişikliklere bağlı olarak yüksek yargıda içtihat düzeyinde dağınıklığı gidereceğiz. Bu çerçevede, askeri yargı disiplin mahkemeleri çerçevesinde faaliyet gösterecektir. Temyiz mahkemelerinin, alt derece mahkemeleri üzerindeki hukukilik denetiminin ötesine taşan etkilerini azaltacağız ve temyizi, hukuki denetim ile sınırlandıracağız.
Yargı üst yönetimi ile temyiz mahkemelerinin oluşumunda TBMM’nin rolünü güçlendireceğiz, böylece yargının toplumsal meşruiyetini artıracağız. Yüksek mahkeme üyeliğini Avrupa örneklerine benzer şekilde makul sürelerle sınırlayacağız...”
Halen Yargıtay üyelerinin tamamı, Danıştay üyelerinin de dörtte üçü HSYK’da yapılan gizli oylamayla seçiliyor. Danıştay üyelerinin dörtte birini cumhurbaşkanı atıyor.
AKP, “bilişim” gibi alanlarda ihtisas mahkemeleri kurulması gibi, çok gecikmiş olmasına rağmen hayata geçirilmesi önemli olacak vaatler de dile getiriyor.
Beyannamede, üniversite sınavlarının yılda bir kezle sınırlandırılmamasına ilişkin vaat dikkat çekiyor.
AKP’nin seçim beyannamesinde, İslami ölçütlere uygun finansal bir araç olan “sukuk” sisteminin önünün kentsel dönüşüm projelerinde açılması gibi ayrıntılar da var. Ayrıntı olmayan, ancak AKP'nin kurucu çekirdeğini çatlattığına dair işaretler aldığımız "kanlık" sistemi, beyannamede, 1982 Anayasası'nın yürütmenin iki başı arasında yarattığı sorunlara haklı atıflar eşliğinde söz konusu ediliyor. Parlamenter sistemi zorlayan 1982 Anayasası'nda devlet başkanı ile hükümet arasında yaratılan dengesizliğin AKP döneminde idare edilse de sürdürülemez olduğu belirtiliyor, çözüm olarak başkanlık sistemi öneriliyor. Bu bölümün, Davutoğlu'nun uzun sunumunda özel bir vurguyla anılmaması, "başkanlık sistemi referandumu" olarak değerlendirildiğinde 7 Haziran seçimlerinde ret sonucu çıkmasının dikkate alındığı şeklinde yorumlanabilir.
Beyannamede yerel yönetimlerin güçlendirilmesi “sözden” öteye giden somut kurumsal bir düzenleme vaadiyle kelimelendirilmiyor. Bu bölümde altını çizdiğim şu satırları paylaşmakla yetineyim:
“Yerel yönetimleri daha da güçlendirmeye yönelik yasal ve kurumsal düzenlemelerimizi sürdüreceğiz. Yerel tercihler dikkate alınarak sağlık, eğitim, kültür, sosyal yardımlaşma, turizm, çevre köy hizmetleri, tarım, hayvancılık, imar ve ulaşım hizmetlerinde yerel yönetimlerin etkinliğinin artırılmasına yönelik çabalarımızı sürdüreceğiz. Mahalli idarelerin yerel gelirlerini artırmaya yönelik düzenleme yapacağız.
Yerel yönetim hizmetlerinin etkinliğini ve sürekliliğini sağlamak üzere personelinin özellikle teknik kadronun her seçim döneminde değişmesini engelleyecek mevzuat çalışması yapacağız.”
“Ana dilde eğitim” AKP beyannamesinde yer bulmuş. Ama Türkiye’de ana dillerinde eğitim almak isteyenler için değil! “Yurt Dışında Yaşayan Vatandaşlarımız ve Akraba Topluluklar” başlıklı bölümde “Anadil eğitiminin yaygın olarak verilmesi ve kültürel kimliklerin korunması için yurtdışındaki sivil toplum kuruluşlarının faaliyetlerini destekleyecek, bu amaçla eğitmen ve materyal desteği sağlayacak, proje destek bütçesini ihtiyaca cevap verebilecek oranda artıracağız” deniyor.
Demirel der ki... Bana Türkiye’nin durumunu bir kelimeyle anlatın derseniz "İyidir" derim. İki kelimeyle anlatın derseniz "İyi değildir" derim!