AKP Programı üzerine bu köşede yayımlanan son iki yazı, iktidarda geçen yaklaşık 10 yıla AKP merceğinden bakmayı deniyordu. Bu program, AKP'den önce yaklaşık yarım yüzyıl boyunca hiçbir partinin 10 yıldan uzun bir süreyle tek başına iktidara gelemediği hatırlandığında, vaat ve icraat makası açısından Türkiye siyaseti için önemli bir inceleme olanağı sunuyor.
Yaklaşık 11 yıl önce AKP kurulurken ilan edilen programda verilen sözlerle demokrasi sorunları açısından bugün karşı karşıya olduğumuz tablo, vaatlerle icraat arasındaki makasın ciddi ölçülerde açıldığını gösteriyor. “Kamu çalışanlarına grevli-sendikalı toplu sözleşme” vaadinden, 12 Eylül darbesini yapanların bile aklına gelmeyen bir girişimle THY'de toplu sözleşme pazarlığı sürerken “havacılık hizmetlerinde grev yasağı ilan etmeye” uzanan bir çizgiden söz ediyoruz. “AB standartlarında demokrasi” vaadine rağmen yıllara varan tutuklamalar, çevrecilerden üniversitelilere kadar birçok protestocunun “terör örgütü üyeliği” suçlaması eşliğinde hapsedilmesi de var bu çizgide.
Gün geçmiyor ki, bu gözlemi teyit eden bir gelişme yaşanmasın. Daha dün, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın katıldığı toplantıda “parasız eğitim” pankartı açan üniversite öğrencileri Berna Yılmaz ile Ferhat Tüzer, yaklaşık 19 ay tutuklu yargılandıkları davada, “terör örgütüne üye oldukları” iddiasıyla 8,5 yıl hapis cezasına çarptırıldılar!
Bu ceza, “gençlerin enerjisi bastırılıyor” ifadesini yerleştirdiği parti programında şu sözleri veren bir partinin iktidarında kararlaştırıldı:
“Düşünce ve ifade özgürlükleri uluslararası standartlar temelinde inşa edilecek, düşünceler özgürce açıklanabilecek, farklılıklar birer zenginlik olarak görülecektir,
Demokrasilerin temel niteliklerinden biri olan toplantı ve gösteri özgürlüğünün daha etkili kullanılabilmesi için gerekli hukuki düzenlemeleri gerçekleştirecektir.”
Bir başka örneği, kürtaj tartışmasından verebiliriz. Bugün, programında “Bizim demokratik anlayışımızda farklılıkların birbirine dönüşme mecburiyeti yoktur... AK PARTİ, ideoloji dayatan (...) bir parti değildir” iddiasını dile getiren bir partinin iktidarında “kürtaj yasağı” dayatmasının eşiğindeyiz.
Bu arada, lideri yıllardır vatandaşlarından “en az üç çocuk” talebinde bulunan AKP'nin programında “aile planlaması” vaadi de bulunuyor. AKP neyi kast ettiğini belli etmemiş, ancak “aile planlaması” kavramının, temelde nüfus artış hızına karşı çalışmaları ifade ettiğini hatırlatarak, programın “Sağlık” bölümündeki ifadeyi okuyalım:
“Aile planlamasının gerçekleşebilmesi için bilgilendirme ve bilinçlendirme çalışmalarına önem verilecektir.”
AKP Programı'na genel bir bakışta söylenecek ilk şey; özellikle eğitim, sosyal yardımlar, toplu konut ve sağlık gibi proje alanlarında verilen sözlerin önemli ölçüde tutulduğu, ancak demokratikleşme vaatlerine – atılan bazı olumlu adımlara rağmen - hem mevzuat, hem de uygulama alanında uzak düşüldüğüdür.
Bu noktada AKP'nin; lise yıllarında siyasete atılmış ve “Gençlik Kolları Başkanlığı”, “İlçe Başkanlığı”, “İl Başkanlığı” ve “Belediye Başkanlığı” yaptığı üç partisi de kapatılmış (Milli Selamet, Refah, Fazilet) Erdoğan'ın liderliğinde, onunla aynı çizgi içinde yetişmiş bir ekiple kurulduğunu hatırlamamız gerekiyor. O kadar ki, Milli Görüş içindeki “yenilikçi” kanadı ifade eden Erdoğan ve arkadaşlarının Necmettin Erbakan'a karşı muhalefeti tırmandırdıkları Fazilet Partisi 22 Haziran 2001'de kapatıldıktan yaklaşık yedi hafta sonra kurulan bir partiden söz ediyoruz.
İşte bu atmosfer, yola çıkarken “Milli Görüş” çizgisinden farklı bir algı yaratmayı öncelikli stratejik hedef olarak belirleyen AKP'nin programına yansımış görünüyor. Yaklaşık 10 yılı iktidarda geçen 11 yılın ardından programa baktığımızda; AKP'nin; seçmen nezdinde bu algıyı yaratmasını sağlayan demokratik söylemini, proje vaatleri ölçüsünde icraata yansıtmadığını görüyoruz. İcraat bir yana, AKP yönetiminin, programdaki “demokratik söylem”den de uzaklaşmasının sonucu olan tartışmalar yaşıyoruz. Erdoğan'ın tahammül edemediği muhalif yazarlar için kullandığı “tasmalılar” ifadesinden Uludere faciası için sergilediği tutuma kadar onlarca örnek verilebilir.
Peki ne olacak?
Demokrasi söyleminden yoksun yeni bir program yazmayacağına göre mevcut programdaki vaatleriyle iktidardaki yaklaşımlarını karşılaştırması AKP için ilham verici, Türkiye için yararlı olabilir. Ve AKP yönetimi bu işe, Kürt sorununun çözümü açısından da büyük bir önem taşıyan programdaki vaatlerini hatırlayarak başlayabilir.
Malum, CHP-AKP buluşması, hiç olmazsa şiddete karşı çözüm arayışı için diyalog kurulabilmesi adına umut yarattı.
Hatırlayın; 12 Haziran seçimleri öncesinde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, iktidara gelirlerse, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'na Türkiye'nin koyduğu çekinceleri kaldıracaklarını açıklayınca, AKP ve hükümete yakın medyadan büyük bir tepki görmüştü. Dönemin TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Kılıçdaroğlu'nu “BDP ve PKK'nın taleplerini seslendirmek”le suçlamış, Erdoğan da seçim meydanlarında “Bay Kemal ne dediğini bilmiyor” diye konuşmalar yapmıştı.
Oysa AKP'nin seçim beyannamesinde de “özerklik şartı”na en azından yer verilmiş ve "Mahalli müşterek nitelikli hizmetleri sunma konusunda Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartındaki esaslara uygun olarak mahalli idareler tam yetkili hale getirilecektir" ifadesi kullanılmıştı.
Ancak daha ilerisi AKP Programı'nda var. Adım adım gidelim. “Yerel yönetimleri güçlendirme” sözü verilen programda, “Kamu Yönetimi Anlayışımız” ve “Merkezi Yönetim” başlıkları altında şöyle deniliyor:
“Kamu yönetiminin güç ve yetkilerinin merkezde toplanması yerine, olabildiğince fazla yetki, görev ve fonksiyonların yerel yönetimlere devredildiği ve birçok devlet fonksiyonlarının yerinden yönetim esasına göre gerçekleşebileceği bir devlet anlayışına süratle geçilecektir.
Ülkemizde merkezi idarenin üstlenmiş olduğu birçok hizmet alanı, mahallindeki kamu kurum ve kuruluşları ile yerel yönetimlere ve mümkün olanlar da özel sektöre devredilecektir.
Merkezi yönetimin yerel yönetimler üzerindeki denetim yetkileri yerel yönetim politikalarına uygun olarak yeniden düzenlenecektir.
Yetki genişliği ve görev ayrımı ilkeleri yeniden ele alınarak taşra örgütlerine bazı konularda doğrudan karar alma yetkisi verilecektir.”
Programda daha sonra, AKP'nin CHP'yi “BDP/PKK sözcülüğü”yle suçlamasına dayanak yaptığı Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı referans olarak gösteriliyor. Programın “Yerel Yönetim” başlıklı bölümününden birlikte okuyalım:
“Çağımız bir yönüyle küreselleşme çağı, diğer yönüyle yerelleşme ve yerel yönetimlerin devlet sistemleri içindeki ağırlıklarının arttığı bir çağdır.
(...)
Partimiz bu doğrultuda;
-Mahalli idarelere yerel ihtiyaçlara göre yönetim biçimlerini geliştirme yetkisini verecektir.
-Yerel yönetimlerin kendi görevlerini yerine getirebilmeleri için gerekli harcamaları karşılayacak düzeyde ve çeşitlilikte mali güce kavuşmalarını sağlayacaktır.
-Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'na uygun olarak, anayasal sistemimize yerel yönetim hakkının dahil edilmesini sağlayacaktır. Yerel yönetimlerin yargı yoluna gidebilme hakkı dahil, ilgili tüm düzenlemeleri gerçekleştirecektir.”
Kürt sorununa barışçı çözüm arayışı için AKP'nin programı – söylemi değil – ile CHP arasında önemli bir ortak paydadan söz ediyoruz. Yerel yönetim reformu; hem Türkiye'nin bütününün daha iyi yönetilmesi, hem de Kürt sorununun – şiddet için öne sürülen gerekçeleri dayanaksız bırakarak - çözülmesi yolunda en önemli zemin olarak öne çıkıyor.
Eğer, diyalog girişimine bile “Sözde Kürt sorunu için şeytanca ve sinsice plan” gibi bir lisanla yüklenen MHP ile milliyetçilik rekabetine girilmeyecekse barış içinde birlikte yaşamanın yollarını herkes biliyor. Biliyor da, parti programlarında unutulan bu yolların inşa edilmesi için daha kaç can vermemiz gerekiyor?