Prof. Engin Geçtan, beynin katmanlarını anlatırken literatürden "bodrum" benzetmesini de aktarır.
İnsanın bodrum katlarındaki yaşı, nüfus kayıtlarında yazmaz. İki ayağımız üzerine dikilişimizin binlerce yıllık tarihi, imkânları ve sorunlarıyla her doğumda o bodrum katta bir kez daha doğar, her insana bir kez daha devrolur.
Hayattan öğrendiklerimizle o bodrumun üzerinde inşa ederiz kendimizi. O bodrumun bilinmezliğine, yer yer karanlığına mesafemiz ne öğrendiğimize ve nasıl bir hayat inşa ettiğimize, sonuçta nelere tenezzül edip etmediğimize bağlı.
Markar Esayan'ın, bir divana uzanmış sayıklar gibi Yeni Şafak'ta yazdığı yazıları, ama özellikle T24 hakkındaki yazısını okurken düşündüm bunları. Uzunca bir süredir yazıdan ziyade dilekçe kaleme alan bir "yanaşma"dan söz ediyorum. Bir zavallı yanaşmadan.
Esayan, Taraf'ta yazar ve yöneticiyken "diktatör, otoriter, aşağılık kompleksli, kibirli" ifadeleriyle de andığı Tayyip Erdoğan'a ve AKP'ye Yeni Şafak'ta yazdığı pişmanlık dilekçelerine yalvar yakar aradığı cevabı nihayet aldı. Başvurusunu kabul eden AKP, Esayan'ı İstanbul 2. Bölge 12. sıradan milletvekili adayı gösterdi.
Uzunca bir süredir ihale usulü bir "yazarlık", sipariş usulü bir "gazetecilik" yürürlükte. Büyük savrulmalarla icra edilen acıklı bir gazetecilik.
Misal, Taraf'ta Erdoğan'ın otoriterliğinden dem vuran Esayan'lar, hükümete yakın yayınlara geçince bir de ne görsünler; Erdoğan aslında büyük bir devrimci değil miymiş!
Aksi de oluyor tabii. İktidara yakın gazetelerde çöplendikten sonra muhalif yayınlara geçen/geçmek zorunda kalan gazeteciler ve yazarlar eşliğinde de acıklı manzaralara tanık oluyoruz. Misal, bir de bakıyorsunuz Türkiye ekonomisi, o muvafık yazar muhalif olduğu anda krize giriyor!
İnsan düştüğü yerde, başkalarının felaketinde de teselli arar. O kadar ki, bazıları teselli bulmak için başkalarına felaket hayal eder, kir pas inşa etmeye çalışır.
Esayan da, geçtiğimiz günlerdeki bir yazısında, böyle bir inşaat faaliyetinde T24 tesellisi hayal etti. Güldük, biraz da ona iyi gelsin T24, deyip geçtik. Ancak izleyen dilekçelerinin birinde tekrar döndü konuya.
Mesele şu: Murat Şevki Çoban, T24'ün kitap bölümü K24 için, bir süre önce Dünyayı Politik Düşünmek kitabı İletişim Yayınları'nca Türkçeye çevrilen Belçikalı siyaset kuramcısı Chantal Mouffe ile zihin açıcı bir söyleşi yaptı.
Çoban, "Demokrasi, çatışmayı toptan yok edecek otoriter bir yola başvurmadan bu çatışmalarla nasıl baş edeceğimizi ve böylelikle benim agonistik yüzleşme diye tarif ettiğim duruma ulaşmamızı sağlayacak yöntemdir. Agonistik yüzleşmede, karşıt taraflar birbirini yok edilmesi gereken bir düşman olarak değil, rakip veya hasım olarak görürler" görüşünü dile getiren Mouffe'a şu soruyu da yöneltti:
- Dost/düşman ayrımını Türkiye üzerinden konuşmak istiyorum. Biz Türkiye’de ne zamandır “biz ve onlar” şeklinde ayrışmış bir toplumda yaşıyoruz. Fakat bu kutuplaşma, rakipler arası bir çatışma değil, sizin demokrasiyle bağdaşmayacağını söylediğiniz “dost/ düşman” karşıtlığı şeklinde kurgulandı. Olgular ve fikirler de, içeriklerine göre değil, failin hangi gruptan olduğuna göre değerlendiriliyor. Böylesi bölünmüş toplumlar için agonistik bir çözüm mümkün mü sizce?
"Evet, bu agonistik değil" diyerek başladığı cevabında Mouffe, özetle, "muhalefetin de demokratik süreci kabul etmediğini, mücadelenin tarafına rakip gözüyle değil, düşman gözüyle baktığını" belirtiyor ve Venezuela'da muhalefetin Chavez'i askeri darbeyle indirmeye çalışmasını da örnek olarak gösteriyor.
Esayan, 1 Nisan Çarşamba günü Yeni Şafak'ta yayımlanan "Chantal Mouffe’u Orhan Pamuk mu sandın T24?" başlıklı yazısında bu soru ve cevap üzerinde odaklanıyor. Olabilir. Ancak bunu şöyle kirli bir lisanla yapıyor:
"Bir süre önce Türkiye’de bulunan ve Radikal Demokrasi çalışmalarıyla tanınan Belçikalı siyaset bilimci Chantal Mouffe, şu bizim kendine jilet atan sol liberaller ve cemaatçilerin toplaştığı T24’ün kültür bölümüne (K24) bir röportaj vermişti. Taraf’tan tanıdığım yetenekli bir muhabir (Murat Şevki Çoban) maalesef T24’ün ağlarına düşmüş, gerçekten üzüldüm."
"Tüm röportajın Erdoğan’a prestijli bir isme “çaktırmak” için planlandığını anlıyorsunuz."
"Bu cenah AB fonları ve mesleki bağlantılarıyla hem piyasaya sürekli insan yetiştirip sürüyor, hem de varolanları istihdam ediyor. Amaç politik iklim yaratmak. Bu gençlere demokratik/özgür, kendilerini kullandırtmayacakları istihdam alanları yaratmak lazım. Özellikle de medyada. Bu başlı başına çocuk/genç tacizine giren bir durum."
"Neyse, işte bu mekanizma böyle çalışıyor. Mahalle baskısı ile bunalttığınız yerli ünlülerle işiniz kolaydır. Orhan Pamuk’u en sonunda teslim aldılar mesela. Pamuk Gezi ve 17/25 Aralık’ın ne anlama geldiğini çok iyi biliyor. Ama Erdoğan’a dönük darbenin arkasındaki küresel ittifakın haşmetini de biliyor ve önünde sonunda Erdoğan’ın bu sürek avında tekleyeceğini hesap ederek vaziyet alıyor. Ahlaki olmadığı kesin, ama bir rasyonalitesi var."
(…)
"Mouffe’u hazırlık sorularıyla epey bir kızıştırdığını düşünen güdümlü muhabir, aniden o soruyu soruyor…"
"Tercüme edelim: Güdümlü muhabir Erdoğan’ın siyasi rakiplerine Mouffe’un savunduğu 'hasım' anlayışıyla değil, 'düşman' anlayışıyla yaklaştığını benimsetmeye, böylelikle kutuplaşma üzerinden Erdoğan’a 'çaktırmaya' çalışıyor. Böylelikle birkaç milyon dolara yapamayacağınız reklamı Mouffe sayesinde yapabileceksiniz. Orhan Pamuk-Çınar Oskay (Hürriyet) röportajında olduğu gibi... Ama Mouffe, Pamuk’tan daha özgün biri…"
"Güdümlü muhabiri en son 'Günümüz Türkiye’sine benzediğini söylemek zor aslında' diye debelenirken görüyoruz. İnşallah Doğan Akın veya kimse sitenin asıl sorumlusu, zavallı çocuğu işten atmamışlardır."
AKP'ye dilekçe yazmaya başlamadığı, milletvekili adayı olmadığı, Erdoğan'a "diktatör" de dediği yıllarda T24'e hayranlığını defalarca dile getirmiş olan Esayan'ın, yukarıda aynen aktardığım Çoban'ın sorusu üzerine uzanıp sayıkladığı divandaki seviyesi bu.
- T24'ün ağlarına düşmüş… - Zavallı çocuk… - Güdümlü muhabir... - Başlı başına çocuk/genç tacizi!..
O sorudan, ancak kendisini bir yerlere göstermeye çalışan bir zavallı bu ifadeleri türetebilirdi.
Yayın Koordinatörü de olduğu Taraf'ta birlikte çalıştığı gençleri herhangi bir anlamda taciz etmiş midir, kişisel bir mazi arızası mıdır, bilemem. Ama mesleki bir tartışmada böyle bir lisan, bu iktidar yanaşması arzuhalciye karşı bile savunulamaz.
İnternet yayınlarındaki yasaklara karşı çıkanların taleplerini de "Pornoma dokunma" diye tercüme edecek kadar kendisini kaybeden Esayan'ın, yeni internet düzenlemelerini okumaya bile gerek görmeden kaleme alabildiği o yazıda ne hâllere düştüğünü daha önce yazmıştım:
Markar Esayan ve 'kepaze olmadan yaşlanmanın imkânsızlığı…'
Esayan, porno üzerinden inşa etmeye çalıştığı o ahlakçı ama ahlaksız yazısında, bırakın pornoyu, "müstehcen" bulunan yayınların bile yıllardır yargı kararına bile gerek görülmeden idare tarafından doğrudan engellendiğini saklayarak öne sürüyordu bu yalanı: Ortalık 'pornoma dokunma'cılardan geçilmiyor!
Sonuç malum; o internet yasaklarıyla yolsuzluk haberleri uçuruluyor internet sitelerinden.
Velhasıl sayıklarken, bir fiskeye bile gerek bırakmayan kendi ağırlığıyla yuvarlandıkça yuvarlanıyor Esayan; genç/çocuk tacizi, porno, zavallı, güdümlü…
Aşağılara, daha aşağılara doğru tırmanırken, misal Taraf'ta yönetici ve yazar olduğu yıllarda inşa ettiği şu maziden utanmıyor:
- AK Parti’nin (yeni anayasa sürecinde / D.A) yoktan yarattığı “başkanlık kartı” çok işlevsel olacak. Hükümetin birbirine göbeğinden bağlı olan anayasa ve çözüm sürecini başkanlık ısrarı ile riske atmayacağını öngörüyorum. Ancak başkanlık kartından vazgeçmek, bir kaldıraç vazifesi görerek muhalefeti ve endişeli kesimlerin itirazlarını havada asılı bırakacak. (Taraf / 11 Nisan 2013)
- Başkanlık sistemi hikayenin mutlu sonu... Başkanlık Sistemi tartışmasını Erdoğan’ın kişiliğine indirgeme ısrarı bir bönlüğün sonucu değil; bilinçli bir tercih... Gerici ittifakın yıllardır özenle inşa ettiği Erdoğan nefreti aslında o dönem hangi reform yapılıyorsa onun dönüştürücü, devrimci etkisini maskelemek üzere işlev gördü. Bir algı mühendisliği olduğu için de insanların düşünceleri üzerinde hakimiyet kurabileceğine dair bir kibri ima etti. (Yeni Şafak / 18 Mart 2015)
- AK Parti fabrika ayarlarına döner mi… Birkaç şey olabilirdi. Sanırım olabileceklerin en kötüsünü yaşıyoruz. Vesayet akıllandı. AK Parti’yi ortak ahlaktan yakaladı. Belli oranda güç kaybetmiş olsa da, vesayet asla bu ülkeyi tekrar ele geçirme gücünden aşağı düşmüş değil. Çünkü gücünü artık AK Parti’nin yanlışlarından ve paylaştığı ahlakından tahkim ediyor: Kibir, totaliterlik, muhafazakâr kemalizm, devletçilik, teklik, mezhepçilik, akçeli işler... (Taraf / 26 Temmuz 2012)
- AK Parti, kemalizmden neşet eden “ahlakın” muhafazakâr bir türünü ustalık dönemi diye bizlere sunuyor. Bunu 80 milyon liralık dev camilerle bir süre daha gizleyebilirler… CHP’nin laiklik sömürüsü siyasetini terk etmek zorunda kalması ve Kürt sorununda her kıvama uyabilir hâle gelişi, halkın ciddi anayasa ve reform talebi, dış konjonktür, Sayın Erdoğan’a “yürü ya kulum” der gibi. Ancak o bunu yapmak yerine, kendisi ve partisinin geleceği ile meşgul oluyor. Enerjisini buna verdiği için Uludere gibi sürekli gol yiyor. Siyaseten rakipsizliği, demokratik sermayesinin yetersizliği, kadim kibir, onu üreten aşağılık kompleksi ve aşırı güç birleştiğinde, bugünkü resim ortaya çıkıyor. Ne yazık! (Taraf / 26 Temmuz 2012)
- Türkiye’de beyazlık tarihi, hem etik, hem de hukuki olarak bir suç bagajına tekabül eder. AK Parti ve belli orandaki bir taban kesiminde, Siyahlıkları ile ilgili linç ve tehlikeden kurtuldukları, devletle de zımni bir barış imzaladıktan beridir Beyazlarla bir yakınlaşma, melezleşme kendini gösteriyor. Başbakan’ın (Erdoğan / D.A), beyazların adını vermeden, “Biz onların iktidarı değiliz, onların istediklerini değil, halkımızın taleplerini yerine getiriyoruz” dediği pek çok konuşmasını hatırlarım. Ama ne Başbakan, ne de tabanının bir kısmı öyledir artık. Bu da kaçınılmaz sosyolojik gelişimlerden biridir aslında. AK Parti Siyah ve siyasete tekabül eden hâliyle, reformcu kalamadığı için, devleti yönetirken de Uludere gibi olaylarda Beyazları fersah fersah aştı. Siyahlar da artık zenginleşiyor, iktidarı kullanıyor ve iyi yaşamak, kazandıkları para ve gücü keyif almak için kullanmak istiyorlar. Ama bunun için rol modelleri yok. Darbe tehlikesi de geçtiğine, Beyazlar “pes” dediğine göre, neden onların kadim Beyazlıklarını alıp üstlerine başlarına sürmesinler ki? Hep Siyah, hep Siyah, nereye kadar! (Taraf / 23 Temmuz 2012)
- AK Parti’deki savrulma ve Milli Görüş’e dönüş işaretleri benim bu partinin “eski Türkiye’nin yeni partisi” tesbitime uygun şekilde ilerliyor. Toplum mühendisliği doğal süreci kestiği için, mütedeyyinlerin gündelik hayata tesirleri de donmuş bir kalıptan çözülerek büyük bir güçle geri döndü… Çamlıca’ya dev cami, Diyanet’in bir Sünni fetva makamına dönüştürülmesi ve kürtaj yasağı gibi konularda bunları deneyimliyoruz. Bu aslında Kemalistlerin yaptığından pek farklı değil. Tepede üretiliyor çünkü. Bunun toplumun bir ihtiyacından kaynaklanıp kaynaklanmadığı çok önemli değil. Toplumun öncelikli talebi özgürlükçü bir sivil anayasa iken, kürtajı aylarca tartışmamızın başka bir izahı var mı? (Taraf / 19 Temmuz 2012)
- Açıkçası, ne operada mescide ne de Çamlıca’da camiye karşıyım. Ama bu, dindarlık değil, muhafazakârlık üreten bir popülizmle yapılınca, halkı geriye götüren, arazlarını istismar eden bir mühendisliğe dönüşüyor… Dindarlık kibir üretmez. Dindar şaşaadan kaçınır, sağ elinin verdiğini sol eli bilsin istemez. (…)
- Bize özgü iki ciddi zorluğumuz var. İlki, acaba Erdoğan tabanının taleplerini gerçekten doğru okuyor mu, yoksa bunlar artık onun şahsi talepleri mi? Bence artık tam da okuyamadığı veya okuduğu şeyi yapmayı tercih etmediği için popülizm yapıyor. (…) Bu ülke hepimizin. Millet-i hâkime değilsiniz. Kemalistlere bu yüzden karşı çıktık ve çıkıyorsak, bunu kim yaparsa elbette yine karşı çıkacağız. Ama bir kemalistin, dindarın, eşcinselin, kadının bana eşit olduğunu hissetmezsem, eleştirilerimin hiçbir değeri olmaz.
Zaten muhafazakârların kompleksleri üzerine de bir yazı yazmayı düşünüyorum. Şu “beyaz” kesimlere affedersiniz “yaranmalar” türünden bir kompleksin eleştirisi olacak bu. (Taraf / 19 Temmuz 2012)
- AK Parti kendinden menkul, ortaya birdenbire çıkmış bir mucize değil. Dindar orta sınıfın yarattığı, yaratmak zorunda olduğu bir güç taşmasının siyasi sonucu. Bunun siyasi zemini de Erbakan Hoca’nın Milli Nizam’ı, Milli Görüş’ü ve Adil Düzen’inden geliyor. Erdoğan-Gül ve Arınç, bu talebin ne kadar güçlü olduğunu fark ettiler. Bu talebi göğüslemek için değişmek gerektiğini anlayıp özeleştiri yaptılar. Erbakan Hoca limitini 28 Şubat’taki tutumuyla doldurmuştu. Fazla devletçiydi. Taban kabına sığmıyordu. Hiçbir parti kurulduktan üç gün sonra iktidar olmaz. Bu durum onların evrensel anlamda demokrat olduğu anlamına gelmiyordu. Şöyle söyleyeyim: Bu ülkeden özlediğimiz türden demokratik bir hareket henüz çıkamaz. Tarihimiz buna uygun değil. Demokrasi damıtılarak elde edilen bir bakiyedir. Demokratik tecrübelerimiz yeterli oranda birikmiş değil. (Taraf / 9 Temmuz 2012)
- Şimdi daha normalleştiğimiz günlerdeyiz. Vesayet geriledi. AK Parti devleti devraldı. Bu iyi bir şey. Aktörler artık kendilerini olduğu gibi göstermek durumundalar. Bu da zamanın daha optimal kullanılması demek. CHP “laiklik tehlikede”, AK Parti de “darbe tehlikesi” zırhlarından kurtulmuş durumda. O nedenle, Uludere sonrası Genelkurmay Başkanı’nı, Hava Kuvvetleri Komutanı’nı görevden almayan, ÖYM’leri kendi hesabına göre değiştiren ve gelecek soruşturmaları öngörüp 1913’ten beri en büyük dokunulmazlık yasasını çıkaran, Samsun selinden sonra yıkılan duvarı savunup “Samsun’u kurtardık” diyen, kürtaj ve Ruhban Okulu için aslında kaldırılması gereken Diyanet’i dolaşıma sokan AK Parti’ye kızmayın. Kızmayın derken sükûtu hayale uğramayın demek istiyorum. Gerçek AK Parti bu. (…) Ben çoğunlukla Erdoğan’ın bizim eleştirilerimize değer verdiğini, ama tam da bu sermaye azlığından dolayı komplolara sarıldığını düşünüyorum. (Taraf / 9 Temmuz 2012)
- Askeri kışlasına soktuktan sonra, bugün de bizim içinde bulunduğumuz asıl demokrasi sınavı başlayacak. Ortak düşmandan kurtulduktan sonra Müslüman Kardeşler demokrasiyi toplumun tüm kesimleriyle paylaşacak mı, yoksa “benim başarım, benim ustalık dönemim ve benim devletim” mi diyecek? Yani onların da karşısına, kendi içlerine sızmış vesayet ve totaliterlikler çıkacak ve bölünecekler. Burada belki vesayetle baş ettikleri dönemden daha çok zorlanacaklar. (Taraf / 2 Temmuz 2012)
- (Yeni Şafak'taki Esayan'ın "darbe girişimi" dediği 17-25 Aralık soruşturmalarındaki tapeleri hatırlatarak / D.A) Asıl sorunu yaratan TMK’nın hükümetin gündeminde olmaması tepki çekiyor. Üstelik üstünlerin hukukuna son veren savcıların herkese dokunabilme yetkisinin tersyüz edilmek istenmesi, yani yargılamaların başbakan, bakan ve valilerin iznine tabi kılınması tek bir AK Parti’li seçmenin isteyebileceği bir şey değil. Hele hele kamu yararı istisnası olmadan, Avrupa Konseyi’nin talebine ters olarak ses kayıtlarının suç içerse bile yayımlanmasına getirilecek beş yıllık ceza ve gazetecilerin ertelenen cezaların tümünden mesul olması, açık bir sansür koyma. (Taraf / 14 Haziran 2012)
- Sayın Başbakan (Erdoğan), Birinci Şike Yasası’nın kuşa çevrilmesinde ve gitgide artan tansiyondaki payı konusunda hiç düşündü mü acaba? (17 Mayıs 2012 / Taraf)
- Gül, Erdoğan’ın ustalık döneminden hiç memnun değil. Kibirli ve özgüven patlaması hâlindeki totaliter tavır ve tercihleriyle, AK Parti’nin reformcu misyonunu kaybettiğini, pek çok fırsatın kaçırıldığını, özellikle şike, Uludere, kürtaj vs. gibi konularda ciddi hatalar yapıldığını düşünüyor. Erdoğan’a içten içe çok kızdığına eminim doğrusu. (…) Vesayet baskısı Erdoğan’ın totaliter yönünü kontrol altında tutan bir emniyet supabıydı. O dönem ile bu dönem arasında vefanın yorumlanmasını sağlayacak şartlar da tamamen farklı. (Taraf / 6 Ağustos 2012)
- Doğrusu ülkeye dört koldan çöken bu totaliter hava fena halde can sıkıcı. (…) Başbakan’ın (Erdoğan / D.A) sürdürdüğü “Tiyatro” ve “Tek din” tartışması da aynı tahammülsüzlük ve kategorik bakışla devam ediyor. Millet-i hâkime tavrı ile, ülkeyi tarif ediyor Başbakan. Kızdığında farklı sesleri de hedefine koyuyor. “Artık sıra bizde” mantığı ile kendi tabanının hoşuna gidecek sözleri sarf etmenin onu güçlendireceğini düşünüyor. “Tek dil”den vazgeçerken, onu dengelemek için “tek din” argümanına sarılıyor. Oysa, bu da bir tür toplum mühendisliğidir ve her mühendislik gibi totaliterdir. Halkı tarif etmek, o tarife girmeyenleri dışlamak demektir. (Taraf / 7 Mayıs 2012)
- Kültür Bakanlığı’nın devlet tiyatrolarının sayısını arttırmaya yönelik siyasetinden, (Doğan Akın’ın dünkü yazısını okuyun mutlaka) Başbakan’ın masaya yumruk vurmasıyla 180 derece dönüldü, Bakanlar Kurulu’nda o yumruk formüle edildi. Trajikomik bir durum. İlkeli değil öfkeli olunca bu böyle olur hep. Umarım Türk Tarih Kurumu, Askeri Danıştay, YÖK ve Diyanet İşleri’nden de birileri Başbakan’ı öfkelendirir ve bu kurumlar tarih olurlar. Başka türlü olmuyor sanırım. (Taraf / 4 Mayıs 2012)
- Bugün Taraf’ta Baykal operasyonu ile vitrin düzeltirken, partiye yeni yüz olarak katılan CHP Genel Başkan Yardımcısı ve PM üyesi Umut Oran’ın Balyoz davası için Avrupa Parlamentosu üyelerine tek tek gönderdiği bir propaganda metnini okuyacaksınız. Bu ibretlik belgenin başlığı “Balyoz, Uydurma Bir Darbe Planı’nın Özeti” adını taşıyor. 2012 İlerleme Raporu’nu doğrudan etkilemeyi amaçlayan, dava hakkında çarpıtılmış, tamamen yargıya müdahale anlamında bir PR çalışması yapmış CHP’nin bu “genç ve yeni” yüzü. Yargının yaptığı Ahmet Şık, Nedim Şener gibi hataların yarattığı çatlağı, tüm yüzleşme ve derin devletten kurtulma sürecini baltalama imkânı olarak büyütmeyi amaçlayan bir iktidar üretme çabası. Aslında bu açık bir intihar. Ama CHP zaten böyle bir parti ve hastalığı ile yüzleşmesini beklemek saflık olur. (Taraf / 19 Nisan 2012)
- Bu şüphesiz Tuncay Özkan özelinde bir karar, başka sanıkların durumları farklı olabilir. Ama (AİHM / D.A) genel bir hüküm kurarak Ergenekon örgütünü, suç tanımını ve Ergenekon mahkemelerinin hukuksallığının altını çiziyor. Hadi bizde bir kutuplaşmadır, bir savaştır, bir ahlaksızlıktır gidiyor, işte AİHM açıkça “Ergenekon var” diyor. Bu Ergenekon, Balyoz gibi davaları hedef haline getiren lobiye ağır bir darbe. (Taraf / 16 Şubat 2012)
- Ergenekon ve Balyoz davaları... 17 Aralık'tan sonra ortaya çıkan sarsıcı derecede şüpheli tabloda, bu davalara yeniden dönmek vicdani ve ilkesel bir sorumluluk. Bu davalarda bir kişi bile yaratılmış delil veya siyasi tarafgirlik ile zarar görmüşse, hayata olduğu gibi devam edemeyiz. Somut deliller kayıtlı olduğuna ve buharlaşıp uçmayacağına göre, hüküm giyen kişiler bazında neden yeniden yargılama bu kadar rahatsız edici olsun? (Yeni Şafak / 28 Ocak 2014)
- Sedat Ergin Balyoz ve Ergenekon sanığı askerlerin emekli edilmesinin TSK'da liyakat sistemini bozduğunu iddia ederek içerlenmis. Liyakat? (Twitter hesabından / Ağustos 2012)
- Balyoz Davası'ndaki beraatlerden sonra sicilleri bozulan, emekli ettirilen veya terfilerinden olan kişilerin hakları iade edilmelidir. (Twitter hesabından / Nisan 2015)
- Mehmet Baransu dün kendisini takip eden iki MİT mensubunu emniyete yakalattı. Taraf’tan Ahmet Altan, Yasemin Çongar, ben ve o zaman Taraf yazarı olan arkadaşımız Amberin Zaman ile birlikte Mehmet Altan da kod isimlerle, yani isimlerimiz saklanarak çıkartılan mahkeme kararlarıyla MİT tarafından dinlenmiş. 2008 ve 2009 yıllarına ait dinleme kararları 11. ve 14. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilmiş. Benim kod ismim Vahan ve Hossain Seyfullah... MİT bizleri yabancı casuslar gibi gösterip yasadışı dinleme yapmış, bu dinlemeler daha sonra da devam etmiş olmalı. Mahkeme aşamasında dinlemeleri kimin talep ettiği, müsebbipleri ve ayrıntıları ortaya çıkar nasıl olsa. Reformlar konusunda patinaj yapan, devletin sadece asker değil, her kurumuyla temizlenmesi, derinlerinden boşanması konusunda tereddütlü davranan ve böyle bir devlete sahip çıkan hükümet de, umarım, yaptığımız eleştirilerin haklılığını kabul eder ve gereklerini yapar. (Taraf / 9 Şubat 2012)
Bugüne kadar yapamadı Esayan, yine de bir ihtimal. Yeni Şafak ve AKP'den sonraki durağında belki de, "Bizi sahte isimlerle dinleyerek suç işleyen MİT'çiler hakkında neden savcılığın talep ettiği soruşturma iznini vermediniz" sorusunu yöneltebilir Erdoğan'a!
Uzattım, daha da uzatmayayım. Son derece makul bir sorudan, "taciz edilen çocuk, zavallı, güdümlü muhabir" ifadeleri eşliğinde "Erdoğan'a kasıtlı olarak çaktırma" sayıklaması üreten Esayan'ın vaziyeti bu.
"Kullanışlı bir aptal" olarak mı, yoksa "ağına düştüğü güçlerin tacizi altında güdümlü bir yazar" olarak mı kullandı Taraf yıllarındaki ifadeleri, bilmiyorum.
Velhasıl, iktidardan onaylı TV programlarıyla da maaşa bağlanan, gazeteciliği şahsi çıkarları için araçsallaştıran, ihale usulü gazetecilik peşinde acıklı hâllere düşen, her türlü iktidara müptela yanaşmaların yanaşabileceği bir yer değil T24.
İlhan Selçuk ne güzel söylemiş; her insan yaşamı boyunca kendi heykelini yontar. Esayan da, bir ucube yontmuş işte kendine…
AKP adayı olduktan sonra, "Allah nasip ederse gideceğiz ve Meclis'te halkımızın bize verdiği görevleri yerine getirmeye çalışacağız" demiş Esayan.
Neden olmasın? Meclis'e de girer. O kadar dert değil, sadece bir prosedür, milletvekili sıralarına oturmak için "namusu ve şerefi" üzerine yemin de eder. Konfüçyüs der ki; en zor şey, karanlık bir odada bir kara kediyi bulmaktır, özellikle odada kedi yoksa...