Dev bayrak kampanyaları yapılırken Ermeni nefretinin hedeflerinden biri olan Orhan Pamuk Nobel Edebiyat Ödülü aldığında Çetin Altan'ın ne yazdığını hatırlıyor musunuz:
“Bayrakların direklerini ne kadar yükseltirseniz yükseltin, bayraklar o ülkeden ilk kez Nobel ödülü almış bir yazar kadar görünemiyor dünyadan...”
Kendisini Nobel ödülüyle de lanetlenmiş milliyetçi nefretin trajedisini böyle tasvir eden Altan, hemen ardından soruyordu:
“Bunu anlamak o kadar zor mu kuzum?” (Milliyet, 13 Ekim 2006)
Hrant Dink literatürüne bakarsanız zor, çok zor!
O literatüre eşsiz bir katkıda bulunan Fethiye Çetin bir hukukçu.
Kendisini Agos gazetesinin, Hrant Dink'in ve Dink ailesinin yanındaki duruşuyla cesaretini gösteriye çevirmeyen gözü pek bir avukat, Ermeni köklerini arayışının hikâyesini anlattığı Anneannem ve devamı niteliğindeki Torunlar kitaplarının altındaki imzasıyla da bir yazar olarak tanıyoruz.
Fethiye Çetin, hukukçu ve yazar kimliğinin altına toplam çizgisi gibi çekilen çarpıcı bir kitapla daha karşımızda: Utanç Duyuyorum!
Ne için utanç duyuyor Çetin?
Önce, insan olduğu için!
Sorunun tek cümlelik yanıtı bu. Ama bir cevabı daha var ki bu sorunun, Fethiye Çetin, nefretle kirlenmiş bir düzeni yerle bir eden belagatle, belgelerle, tanıklıklarla, hatıralarla, kayıtsız kalamayacağınız dayanaklardan hareket eden sezgileriyle, samimiyetle, nihayet büyük bir emekle yazdığı kitabında 370 sayfa boyunca anlatıyor.
"Utanç Duyuyorum! - Hrant Dink Cinayetinin Yargısı" başlığıyla Metis yayınlarından çıkan kitapta, acılı bir tarihin de yazgılarını kesişmeye tayin ettiği iki insanın, Hrant Dink ve Fethiye Çetin'in dostluk hikâyeleri ile Dink'in organize bir nefretle nasıl göz göre göre ölüme sürüklendiğini iç içe okuyacaksınız.
Utanç Duyuyorum bir "hüküm" kitabı aslında. Fethiye Çetin, Hrant Dink'in hedef haline getirildiği "Türklüğü aşağılama" davasının Şişli'de başlayan soruşturmasından Yargıtay'a uzanan cezayı onama aşamasına ve Dink cinayetinin etnik nefretle hastalanıp kirlenmiş faillerinin korunmasına uzanan süreçte ortaya koyduğu bütün delillere rağmen bulamadığı adaleti, vicdanlarda inşa ediyor. Kitabında tek tek ortaya koyduğu delilleri, bulguları, somut ilişkileri “en yüce divan” olan vicdanlara emanet edip cinayetin üzerindeki parmak izlerini ortaya koyarken hiçbir temyiz makamında bozulamayacak bir “hüküm” de tesis ediyor.
Evet; Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink Ermeni olduğu için “Türklüğü aşağılamak”la suçlandı, Ermeni olduğu için davaya konu edilen yazıları bile okunmadan “Türklüğü aşağılamak”la cezalandırıldı, Ermeni olduğu için öldürüldü, Ermeni olduğu için cinayetin ardında parmak izi görünen görevliler korundu, Ermeni olduğu için hayatına mal olan süreçte sorumluluğu bulunanlar devlette terfi ettirilerek ödüllendirildi!
Hrant Dink; nefret hiyerarşisinin taammüden anlamadığı Agos'taki yazılarıyla Türklüğü aşağılamadı. Ama hakkında açılan davalarda verilen kararların tuhaf gerekçeleriyle, maktülü olduğu cinayetin ardından yaşanan olaylarla bu ülkeye “Türklüğü kimlerin aşağıladığını” gösterdi. Fethiye Çetin, bunu da gösteriyor bize.
Hrant Dink, "Ermeni kimliği" tartışmalarına ilişkin olarak Agos'ta kaleme aldığı sekiz makalenin sonunda 1915 trajedisinin "soykırım" olarak tanınması saplantısının Ermenileri zehirlediğini anlatmış ve sonunda şu vurguyu yapmıştı:
"Türk'ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni'nin Ermenistan'la kuracağı asil damarında mevcuttur, yeter ki bu mevcudiyetin farkında olunsun."
Yaşatılsaydı 15 Eylül Pazar günü 59 yaşına basacak olan Hrant Dink, büyük bir nefret kampanyası ve sıkı bir organizasyonun ardından 19 Ocak 2007'de katledildi. Tam beş yıl sonra, 17 Ocak 2012'de İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi cinayette “örgüt” bulamadığını açıkladı.
Cinayetten bir yıl önce gönderilen suikast planı istihbaratını ciddiye almayan, cinayetten sonra bu istihbaratın değerlendirildiği yolundaki açıklaması “yalan” çıkan emniyetten tek kişi yargılanmadı! Aksine, cinayet öncesinde sorumluluğu tartışılan amirler müdür, müdürler vali, valiler müsteşar, müsteşarlar milletvekili oldu, nihayet bakan yapıldı! Dink'in öldürülmesi için saatlerin kurulduğu “Türklüğü aşağılama” davasında Dink'in Ermenileri uyaran cümlesinden “Türklere nefret” çıkarabilen yüksek hâkimler Başombudsman, Tahkim Kurulu Başkanı yapıldı!
Başombudsman'ın, yüksek hâkim olarak “Türklüğü aşağıladığına” hükmettiği Hrant Dink'in davaya konu yazılarını bile okumadığı anlaşıldı! Tamamı “Hrant Dink” imzasını taşıyan yazıların yazarını “Hrant” değil, “Fırat” olarak tanıdığını öne sürerek kendisini savunmaya kalkabildi. “Hukuk açısından ne fark edecekti” demeyin. Başombudsman'ın ilan ettiği bilinçaltımızdaki toplu mezarlara, nefrete iyi bakın, çok şey fark edeceğini göreceksiniz. Nitekim fark etti, Dink “Hrant” olduğu için öldürüldü!
Fethiye Çetin, bildiklerimizi ve bilmediklerimizi yan yana koyarak, Ergenekon davasından Danıştay saldırısına, polisten askere, savcıdan hâkime, avukattan çeteye parçaları birleştirerek büyük bir fotoğraf koyuyor önümüze. Bir nefret cinayetinden yola çıkıp, bilgilerle, belgelerle, tanıklıklarla ve elbette tecrübeyle bir nefret devletine ulaşıyor!
Daha önce Dink'in “Türklüğü aşağıladığına” hükmeden Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin bu kez İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nin “örgütsüz, çetesiz” kararını bozması üzerine dava bugün yeniden başlıyor.
Fethiye Çetin'in belgeleri, bulguları, ihbarlar eşliğindeki dokümanları ve mahkeme kararlarıyla dinlenmiş telefon konuşmalarını ortaya koymasına rağmen bugüne kadar kapağı açılmayan dosyalar ne olacak?
Misal, Vatansever Kuvvetler Güç Birliği temsilcisine, Dink öldürüldükten bir gün sonra, 20 Ocak 2007'de telefonda “Bizim arkadaşların işi mi dün zıbartılan adam” diye soran, “Bizim arkadaşlar” cevabını alınca “Elleri dert görmesin” diyen “Yüzbaşı Nejat Mete'ye “arkadaşlarının kim olduğu” sorulacak mı?
Misal, Ergenekon iddianamesine giren kayıtlı konuşmasında “Hrant Dink bizim savaştığımız adam” diyen “akademisyen” Ümit Sayın'a "Bu arada Hrant'ı beraat ettirecekler herhalde" diyen Özel Kuvvetler Komutanlığı mensubu Binbaşı Ogan Türkmen'e, Hrant'la ilgisinin bu telefondaki hayıflanmaktan ibaret olup olmadığı sual edilecek mi?
Misal, Agos gazetesi yöneticilerini yargılarken Dink'i hedef gösterenlerin başında yer alan, tehdit eden avukat Kemal Kerinçsiz'e, telefonda “Bir isteğin, bir emrin var mı abi?”, “Vatan hainlerinin bir engeli varsa, o da bizim Kemal abidir” diyebilen hâkim Hakkı Yalçınkaya'nın önüne bu konuşması konacak mı?
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Fethiye Çetin'in başvurusuna rağmen Yalçınkaya hakkında neden soruşturmaya bile gerek görmediğini açıklayacak mı?
MİT'in, TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu'na gönderdiği dosyada yer alan “özel birliklerin yerel askeri birimlere değil, doğrudan Genelkurmay'a bağlı çalışacağı ve yaptıklarından sorumlulu tutulmayacağı” yolundaki ihbarlar bu kez değerlendirilecek mi?
Dink öldürüldüğü dönemde Genelkurmay Başkanı olan ve Özel Kuvvetler Komutanlığı faaliyetlerini artıran Yaşar Büyükanıt mahkemeye davet edilecek mi?
Devlet ayağa kalk!
Fethiye Çetin'in kitabında yan yana getirdiği parçalar, Dink cinayeti davası yeniden başlarken en çok bunu söylüyor bize; devlet, ayağa kalk!
Sabahattin Âli'den Doğan Öz'e, Cevat Yurdakul'dan Abdi İpekçi'ye uzanan cinayetleriyle bu ülkenin tarihini sadece kirleten “milli duygular çetesi”ni artık gömmek için, devlet ayağa kalk!
Fethiye Çetin, “Seyircisiz zulüm olmazmış”sözünü de anımsatıyor. Barosuyla, medyasıyla, üniversitesiyle, sivil toplum örgütüyle, siyasetçisiyle, velhasıl nefretle kirlenmek istemeyen bütün toplum kesimleriyle bu kez seyretmemeliyiz.
Unutmayın, düşmanca tutuma karşı Ermenileri “Türk'ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan”a davet eden Hrant Dink'e nefret yağdıranları uyaracak Hrant Dink'ler lazım şimdi...
Hrant Dink'leri hedef alan Türk milliyetçilerine “Ermeniden boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan” çağrısı yapacak Hrant Dink'ler...
Twitter: @DOGANAKINT24