11 Haziran 2013 Salı.
Takvim yaprakları; gün doğarken “Gezi Parkı dostları, lütfen eyleminize devam edin. Biz sadece Taksim Meydanı'ndaki pankartları temizlemek için buradayız” diye anons yapan, ancak gün kavuşurken gaz bombaları ve TOMA'larla o Gezi Parkı'na dalan bir devleti de tarihe kayıt düştü bugün.
Neden?
Cevabı, “Çünkü yasaları çiğneyen, çevreyi, otomobilleri yakıp yıkan gruplar vardı” olanlar, durup dinlesin.
Evet, saldırgan, provokasyon peşinde olan gruplar dün de, iki hafta boyunca da hep oldu Taksim'de. O kozmopolit, o çok katmanlı protestoda buluşan kitlenin bir katmanı da onlardı. Ama bir katmanı. Bu ülkenin toplumsal protesto tarihine geçen en büyük direnişi tek başına lekeleyemeyecek zavallılıktaki tek katmanı.
Ancak Anayasa ve yasaları sadece o tek katman çiğnemedi. Ne olursanız, hangi tarafta bulunursanız bulunun, eğer insan olma hasletinizi aklınız ve vicdanınızla öne sürüyorsanız şu olanlara bir göz atın.
- Polis, 27 Mayıs'ta Gezi Parkı içinde Gezi Parkı'nı korumak için barışçı gösteri yapan gruplara 30 Mayıs Perşembe sabahı saat 05:00'ten itibaren gaz bombalarıyla saldırdı, çadırlarda yangın çıkarıldı. Meşruiyet açığı hissetmeyen hangi devlet, barışçı gösteri yapan insanların üzerine sabah 05:00'te gaz bombalarıyla yürüyebilir?
- Tazyikli su ve cop eşliğinde yapılan gaz bombalı müdahale 31 Mayıs Cuma günü de sürdü. Aynı gün İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ile birlikte basın toplantısı düzenleyen İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, barışçı protestoda bulunan insanlara “güvenlik ve huzur” gerekçesiyle müdahale ettiklerini anlattı. Vali'yi; daha 30 gün önce, 1 Mayıs'ta, sözüm ona insanları çukurlardan korumak için Taksim Meydanı'nı polisle kapattığında gaz bombası kapsülüyle kafatası kırılan 17 yaşındaki bir kız çocuğunu, Dilan'ı, gerçeklere aykırı olarak “yasadışı örgüt üyesi bir militan” olarak ilan edebildiğini; emniyetin de, elinde biber gazına karşı sirke şişesi bulunan o kız çocuğunun “molotof kokteyli taşıdığını” öne sürdüğünü unutmadan dinledik. Aynı basın toplantısında Topbaş da, “istismar edilen insanlardan” söz ededek gaz bombalı müdahaleyi savundu.
- 31 Mayıs cuma günü başlayan gaz bombalı müdahaleler 1 Haziran Cumartesi sabahı saat 02:30'a kadar sürdü. T24 ofisine de gruplar halinde onlarca insanın sığınmak zorunda kaldığı müdahale, Taksim bölgesine akan binlerce kişiyi kontrol etmeye yetmedi. Denenip de yetmeyince, cumartesi günü polisin Taksim Meydanı'ndan çekilmesine karar verildi.
- Taksim Meydanı ve Gezi Parkı, 1 Haziran Cumartesi gününden beri, düne kadar , resmi kıyafetli hiçbir polis olmadan, Türkiye'nin tarihinde görülmemiş bir protesto zincirine sahne oldu. İki hafta boyunca, on binlerce insan arasında hiç kimse, 1 Mayıs yasağına bahane edilen çukurlara düşmedi, yaralanmadı, ölmedi.
- Peki o iki hafta içinde neler oldu? Evet; polisin, belediyenin, vatandaşların araçlarını yakan, işyerlerine ve duraklara zarar veren provokatif gruplara da sahne oldu Taksim, muhalefetini küfürden, özellikle kadınlığı aşağılamaya yeltenen küfürlerden başka bir lisanla ifade edemeyen zavallılara da. Ama aynı Taksim; barışçı ve kozmopolit binlerce insana da, küfürlere ve cinsiyetçi hakaretlere itiraz ederek ellerinde kovalarla onları silen gruplara da sahne oldu.
- Ve o Taksim, “güvenlik ve asayiş” için 30 Mayıs Perşembe sabahı polisi gaz bombaları, tazyikli sular ve coplarla Gezi Parkı'na sokan İstanbul Valisi Mutlu'ya da, meydanda “istismar edilmiş, kandırılmış” insanlardan başka bir şey göremeyen Belediye Başkanı Topbaş'a da “pardon” dedirtti. Topbaş, NTV'de katıldığı canlı yayında, “bundan böyle belediyenin planladığı projeleri İstanbullulara da danışma” sözü verirken, Vali Mutlu, iki hafta sonra da olsa, özür diledi. Azımsamayın; toplantı, gösteri ve protesto hakkının, ifade özgürlüğünün kimsenin iznine tabi olmadığını anlamak istemeyenlerin kafasına bu en temel demokratik hakların inatla sokulmasını, hiç olmazsa “galiptir bu yolda mağlup” kabilinden bir not düşün.
- Ve Başbakan... Bu iki hafta içinde elbette önce “Patron benim” mesajı verdi. Elbette, “Demokrasi sandıktan ibaret değil. Mesaj alındı” diyerek ortamı yumuşatmaya çalışan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e “Hesaplaşma yeri sandıktır. Ben mesaj almadım” sözleriyle ayar vermeyi ihmal etmedi. Ama, siyasi iradenin talimatı olmaksızın bu işleri yapamayacak olan polis için “Aşırı güç kullanmış olabilir, eyvallah. İnceleniyor, soruşturuluyor” demek zorunda da kaldı. Üzerine “üç-beş çapulcu” diye çarpı attığı insanlara, “Temsilcilerinizi seçin, ben dahi kabul ederim” sözleriyle, ne kadar “üstten”, ne kadar “buyurgan” bir dil kullansa da, bir diyalog çağrısı yapmak zorunda kaldı. Azımsamayın.
- Bakmayın Beşiktaş'taki gaz bombalarının ardından Dolmabahçe Camisi'ne sığınan insanları haber veren bültenlere. O camiye asıl sığınan, “İnanca saygısızlık ettiler, camiye ayakkabıyla girip içki içtiler” diye meydan meydan dolaşan Başbakan oldu! Gaz bombasından kaçıp sığınan yaralıların arasında camiye girip o kubbenin altında alkol alan densiz varsa da, bu gerçek değişmez. Alkol satışını ve pazarlamasını sınırlandıran yasayı “İnancın emrine niye karşı çıkıyorsunuz” diye savunarak diğer inançları ve inançsızları yok sayan, Gezi Parkı şiddetine meşruiyet arayışını mabetlerin içine de sokan Başbakan'dır o camiye sığınan.
- Anayasa ve yasalar çiğnendi, evet. Ama sadece o kozmopolit, o çok katmanlı on binlerce kişi içindeki tek provokatör katman yapmadı bu işi. Anayasa 125. maddesinde der ki; “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.” İşte İstanbul 6. İdare Mahkemesi de, 31 Mayıs Cuma Günü, isyanın nedeni olan “idare”nin Topçu Kışlası projesi hakkında yürütmeyi durdurma kararı verdi. Yani mahkeme, projenin tamamen iptali istemini karara bağlayana kadar yürütmeyi durdurma kararı geçerli olacak, idare adım atamayacak. Peki bu ülkenin idaresinin başındaki insan, Başbakan, neden 10 gündür “Topçu Kışlası'nı oraya yapacağız” diye meydan meydan dolaşıyor da, uymaya mecbur olduğu yargının kararını, hiç olmazsa bir yumuşama gerekçesi olarak dile getirmiyor? Neden, hiç olmazsa, “Zaten yargı projenin yürürlüğünü durdurdu, bu hep beraber düşünmek için bir fırsat” demiyor?
- Anayasa ve yasalar çiğnendi, evet. Ama sadece o provokatör tek katman tarafından değil. 12 Eylül darbecilerinin yaptığı Anayasa bile, 26. maddesinde, “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar”; 34. maddesinde “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir” diyor. Bu ülkenin yargı yetkisini tanıdığı ve kararlarını iç hukukun da üzerinde konumlandırdığı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, “toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hakkı”nın “toplantı ve gösteri yürüyüşü yapılacak yeri belirlemeyi” de kapsadığını hükme bağlıyor. Bu hükümlere iyi bakın ve bırakın yasaları, Anayasa'yı bile çiğneyenlerin kim olduğuna karar verin.
- Evet, azımsamayın. İki hafta önce Gezi Parkı'nı korumak için çadırlarından, pankartlarından, şarkılarından ve İstanbul'un merkezinde kalmış son yeşil alanı koruma talebinden başka hiçbir şey kuşanmayan insanların eylemine sabah 05:00'te gaz bombalarıyla dalan polis, dün sabah “Sevgili Gezi Parkı dostları, parka hiçbir şeklide müdahale edilmeyecektir. Lütfen, parktaki etkinliklere devam ediniz. AKM ve Cumhuriyet Anıtı'nda bazı düzenlemeler için buraya geldik. Size hiçbir şekilde gaz atılmayacaktır. Aranızdaki marjinalleri uzaklaştırın. Sözcülerinizle görüşmek istiyoruz” diye anons yaptı. İki haftadır süren direnişin sonunda polis bu anonsuyla, iki hafta önceki gaz bombalarıyla yaptığı Gezi Parkı taarruzunu mahkûm ediyordu, azımsamayın.
- Ve inanmayın, aynı polis, aynı gün Gezi Parkı'na gaz bombalarıyla müdahale etti. Ve sabah – öğlen saatlerinde Gezi Parkı'nın kuşatılmayacağı, parka müdahale edilmeyeceği duyuruları yapan İstanbul Valisi, akşam saatlerinden itibaren gaz bombaları eşliğinde, insanlara “Çocuklarınızı Gezi Parkı'ndan alın, can güvenlikleri yok” diyebildi. Hatırlayın; 17 yaşındaki Dilan da “yasadışı örgüt üyesi bir militan”dı!
- Evet, inanmayın. Bir ülke düşünün ki, Başbakan'ı bir gün sonra direnişin bazı temsilcilerini görüşmeye davet etmiş. Bir eylem düşünün ki, düzenleyenleri, Taksim Meydanı'nın artık trafiğe açılması gerektiğini tartışmaya başlamış. Ve bir devlet düşünün ki, bunları bir kenara bırakıp, provokatörleri bahane ederek insanlara bir kez daha gaz bombalarıyla dalmış!
- Canlarını bir ihale veya bir AVM için değil Gezi Parkı'nı korumak için tehlikeye atan binlerce insan, bütün demokratik dünya, uluslararası kuruluşlar ve uluslararası medya... Hepsi provokatör, polise inatla gaz bombalarıyla taarruz emrini verenler demokrat öyle mi?
O emirleri verenlerin “propaganda makinelerine” bakarsanız öyle! Ama gerçekte öyle olmadığı için dünyayı idare ettiğinizi zannederken Taksim'i yönetemediniz.
Öyle olmadığı için, Dolmabahçe Camisi'ne asıl sığınan, gaz bombalarından yaralanan insanlar değil, inananları Gezi Parkı protestocularına karşı kışkırtanlardır!..
Öyle olmadığı için Türkiye, günlerdir Taksim'den dünyaya giden bir tramvaydır...
Twitter: @DOGANAKINT24