Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Pakistan'ın başkenti İslamabad'da gazetecilerin sorularını yanıtlarken yaptığı açıklamaların satır aralarında önemli mesajlar var.
O satır aralarını dört maddede paylaşalım.
1- Birinci satır arası, Erdoğan'ın, AKP Tüzüğü'nde milletvekillerine üç dönem seçilme sınırı koyan hükmün değiştirileceğini duyurması. Erdoğan, bu konudaki planı, “Üç dönemden sonra bir dönem ara verip tekrar milletvekili olma durumu var, o bizim tüzüğe girmemiş. 'Toplam üç' diye girmiş. Yeni kongrede bir tüzük tadiliyle; üç dönem art arda milletvekili olan, bir dönem ara verip milletvekili olabilir” sözleriyle resmen açıklamış oluyor.
Tüzükte yapılacak bu değişikliğin AKP ve siyaset açısından önemli sonuçları olacak. Erdoğan'dan Binali Yıldırım'a, Ali Babacan'dan Bülent Arınç'a kadar giden uzun listede, AKP zirvesinde üç dönemi doldurmayan isim yok gibi. Çok sayıda ismin yerel seçimlerde aday gösterileceği uzun süredir yazılıp çiziliyor. Tüzük değişikliği sadece, listedeki bu isimlerin bir dönem sonra parlamentoya dönmesini sağlamayacak. Anayasa Mahkemesi'nden, Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu için sürpriz bir karar çıkmazsa Abdullah Gül 2014 yılında Köşk'ten inecek. Mevcut tüzüğe göre, Gül'ün önünde, daha önce iki dönem seçildiği için, bir dönem bulunuyor. Tüzük değişikliği, siyasete dönmeme gibi bir sürpriz yapmazsa, Gül'ün de önünü açacak.
Değişikliğin önemli bir sonucu daha var. Eğer parlamenter sistem değişmez – ki zor görünüyor - ve Erdoğan Köşk'e çıkma planını değiştirmezse, beş yıl sonra partisinin başına milletvekili olarak dönebilecek.
2- Erdoğan'ın açıklamalarında dikkat çeken diğer nokta, parlamentoda Anayasa değişiklikleri oylanırken parti kapatmaları zorlaştıran maddenin oylamasında fire veren AKP milletvekilleri için kullandığı ağır ifade. Daha önce bazı bakanlar için kullandığı “kapının önüne koyma” ifadesi tartışılan Erdoğan, bazı AKP milletvekilleri şu ifadeyi kullanmakta sakınca görmemiş:
“Bizim içimizdeki akıllarını başkalarına kiraya verenler...”
Farklı düşünen milletvekillerine Başbakan'ın üslubundan düşen pay, ne yazık ki bu.
3- Erdoğan'ın İslamabad'daki açıklamalarından, Uludere/Roboski soruşturması için varılan noktayı tatmin edici bulduğu gibi bir izlenim de çıkıyor. Şu ifadeleri kullanıyor Başbakan:
“Operasyonun hemen ardından haberimiz oldu. Ben tuzağa düşürülmek şeylerine pek iltifat etmiyorum. Bizim silahlı kuvvetlerimiz bu görevi samimi bir şekilde yapmıştır. Hata da olabilir. Hatayı da açıkladık, özrü de açıkladık. Tazminatı da açıkladılar. Ama birileri istismar ediyor. Bir hatanın olduğunu, hatamızın olduğunu söyledik. Allah aşkına tazminatsa tazminat. Bizim resmi tazminatımızın ötesinde yaptık. İlla terör örgütünün istediğini mi söyleyeceğiz? Kusura bakmasınlar...”
Erdoğan'ın birkaç satır tutan bu sözlerinde birçok sorun var. Birincisi; Roboski'de “yanlışlıkla” katledilen 34 kişi için dilenmiş resmi bir özür yok. İkincisi; yaklaşık beş aydır soruşturmayla ilgili yapılmış tatmin edici bir açıklama bulunmuyor. Üçüncüsü; çoğu genç ve çocuk yaşta hayatını kaybeden 34 kişinin sonunu hazırlayan emri kimin verdiği hâlâ bilinmiyor. Dördüncüsü; 34 canın sorumluları ortaya çıkarılmamasına rağmen Uludere'de yaklaşık 60 kişi, kaymakamı nedef alan tartaklama sonrasında açılan soruşturmada “terör örgütü üyeliği” ile suçlanıyor! Beşincisi; Başbakan'ın sözlerinden “tarifenin üzerinde ödeme yaptık, daha ne yapalım” mesajı çıkıyor. “Allah aşkına, tazminatsa tazminat” diyen Erdoğan'ın tavrı, evlat kaybı yaşayan aileler için, onların acısını anlamak bir yana, onur kırıcı bir ton taşıyor.
4- Erdoğan'ın İslamad açıklamalarından çıkan önemli bir nokta da, Kürt sorununa çözüm arayışında diyalog kapısının aralanmış görünmesi. Bilinen üslubunu esirgemese de, bu konuda önemli sözler söyledi Erdoğan. BDP ile diyalog kurma isteğini duyuran Başbakan'ın, kelimeyi telaffuz etmeden “af” planına soğuk bakmadığını hissettiren sözleri önemli.
AKP Mardin Milletvekili Abdurrahim Akdağ'ın geçen hafta yaptığı “PKK'ya af ve siyaset yolunun açılmasına” ilişkin açıklamayı da hatırlatarak Erdoğan'ın İslamad'da söylediği şu sözlerin altını çizerek noktalayalım:
“Biz siyasi müzakereleri yine yaparız. Muhatap BDP’dir. Şartlar ne getirir bilinmez. Kesip atmamak lazım. Arada bir iplik şöyle duruyor. 'Biz muhatabız' diye açıklama yaptılar. Hem de 'Biz silah bırakmayı tavsiye edemeyiz' dediler.
Şu anda Oslo ile alakalı olarak, İmralı da umudunu kesmiş vaziyette. Onlara ‘siz hiçbir işe yaramazsınız, hiçbir şey yapamazsınız’ diyor. Bizim de bu konuda davranışlarımızın farklı bir kulvarda gideceği beklentisini ortaya koyuyor. Bütün gayretimiz, arzumuz şudur; Bu problemi nasıl çözeriz? Görünen o ki, terör örgütünün silah bırakması şart. Terör örgütü silah bırakmadıkça, müzakere olmaz. Terörle mücadelenin durması mümkün değil. Teröristlerin Türkiye’den ayrılması, dağdan indirilmesi, başka ülkeye gönderilmesi vesaire. Bizim başından beri inkâr politikalarına karşı tutumuz çok çok önemli. Ne burada Kürt varlığını inkâr ettik, ne kendi aralarında Kürtçe konuşmalarını engelledik, ne de kültürel varlığını yok saydık, ne de yatırımları durdurduk. (...) Bunları ısrarla söylerken bunların tuzağına düşmeyiz. Samimilerse oturur konuşuruz. Ama samimiyetten uzaksalar kusura bakmasınlar...”