Hasan Cemal’in dün Milliyet’te yayımlanan yazısı “Böyle demokrasi olur mu?” başlığını...
Hasan Cemal’in dün Milliyet’te yayımlanan yazısı “Böyle demokrasi olur mu?” başlığını taşıyordu. Cemal, Şili’de parasız eğitim talebi için ayaklanan öğrencilerin sembol ismi olan Camila Vallejo’nun Eğitim Bakanı’yla masaya oturduğunu, Türkiye’de aynı talebi dile getiren Berna Yılmaz ve Ferhat Tüzer’in ise yaklaşık 1,5 yıldır tutuklu olduklarını yazıp soruyordu: Şili mi demokrasi, Türkiye mi? Hasan Cemal’in yazısı, yaklaşık 25 yıl önce yazdığı bir yazıyı ve 12 Eylül darbesinin dumanı tüterken Mülkiye’de geçen öğrencilik yıllarımı getirdi aklıma. Cemal hatırlar mı bilmiyorum, ama ben hiç unutmadım. Cemal’in Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü sırasında yazdığı o yazı “Yılanların Öcü…” başlığını taşıyordu. 12 Eylül 1980 darbesi, bütün siyasi partileri, örgütleri yasakladığı gibi öğrenci derneklerini de kapatmıştı. Darbeyi izleyen yıllarda üniversitedeki ilk öğrenci derneğini Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde biz kurduk. 1980’lerin ortası… ‘Yılanların Öcü’ne gözaltı! Birkaç kişinin yan yana dolaşmasının bile “suç belirtisi” sayılabildiği o yıllarda, birlikte sinemaya gitmek bir “dernek faaliyeti” olabilmişti. Dernek üyesi arkadaşlar, bu amaçla fakülte yönetimine yazılı izin başvurusu yaparak film bileti satmaya başladılar. Bileti satılan film, ilk kez 1960’ların başında çekildikten sonra 1985’te yeni versiyonu yapılan “Yılanların Öcü”ydü. Fakir Baykurt’un, 1954’te muazzam bir belagatle köy hayatını anlattığı ilk romanı olan Yılanların Öcü, Cumhuriyet tarafından Yunus Nadi Roman Ödülü ile ödüllendirilir. Köy enstitülerinden yetişme bir öğretmen olan Baykurt “Yılanların Öcü”nden sonra Cumhuriyet’te de yazmaya başlayacak, soruşturma ve kovuşturmalarla geçen o yıllarda öğretmenlikten atılacaktır.Evet, 1980’lerin ortası ve Mülkiye… “Yılanların Öcü” için izin başvurusu yaparak bilet satmaya çalışan dernek üyeleri karşılarında polisi bulur. Fakülte yönetimi bu "tehlikeli eylem" için polisin yanındadır. Karga tulumba gözaltına alınan dernek kurucularından Sertuğ Çiçek’in polisin kollarındaki o tuhaf halinin fotoğrafı ertesi gün Cumhuriyet’te yayımlanır. Ve Hasan Cemal, bize büyük bir cesaret, fakülte yönetimine de utanç veren “Yılanların Öcü…” başlıklı yazısını, Cumhuriyet’in birinci sayfasından gönlümüzün gönderine çeker. Kendisinin de 1960’lı yılların ortasında geçtiği Mülkiye sıralarını anlatır o yazısında Cemal. Fakir Baykurt’un, bir zamanlar fakültedeki Büyük Anfi’de yaptığı coşkulu konuşmayı hatırlatır. Ve 12 Eylül faşizminin Mülkiye koridorlarında bile Türkiye’yi ne kadar gerilettiğini ortaya koyar. Pinoche’nin Şili’si ile Evren’in Türkiye’si Yılanların Öcü’nde polislerin karga tulumba gözaltına aldığı Sertuğ’u ve Mülkiye’yi yazan Hasan Cemal’in, çeyrek yüzyıl sonra bu kez Berna’yı ve Ferhat’ı yazması ne anlama geliyor? Cevap, keşke mesleğimizin en doğurgan isimlerinden biri olarak şimdiden Türk basın tarihine büyük bir iz bırakan Hasan Abi’nin kendisini tekrar etmesi olsaydı. Ama cevap o değil. Cevap, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın , “Roman açılımı” toplantısında “parasız eğitim” pankartı açan Berna ile Ferhat’ın, “terör örgütü üyesi” oldukları iddiasıyla, üstelik savcının , yani iddia makamının “beraat” talebine rağmen 1,5 yıldır tutuklu olarak yargılanmalarında… Cevap, Ankara Üniversitesi öğrencisi olan Berna ile Ferhat için Edirne’de destek imzası toplayan gençler hakkında bile “suçu ve suçluyu övme” iddiasıyla soruşturma başlatılmasında… Bu düzenin bile henüz “suçlu” ilan etmediği tutuklu gençlere desteğin, büyük bir gözü karalıkla “suçluyu övmek” diye mahkûm edilmeye kalkışılmasında… Başka cevaplar da var bizi utandırması gereken. O cevaplardan biri; emekli öğretmen Metin Lokumcu’nun hayatını kaybettiği Hopa’daki çevre eyleminin katılımcılarının “terör örgütü üyesi” oldukları iddiasıyla yedi aydır tutuklu olarak yargılanabilmesinde… Bir başka cevap; Uludağ Üniversitesi’nde Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ı protesto eden, üstelik Arınç’ın “şiddete başvurmadıkları için teşekkür ettiği” öğrencilerin gözaltına alınabilmesinde… Cevap; Tekel işçilerine, protesto hakkını kullanan öğrencilere cop, dayak, biber gazı ile saldırılmasında, hemen hepsinin “terör örgütü” üyesi olarak suçlanabilmesinde… Cevap; iddiası, sanığı kim olursa olsun, yargılanan insanların, özel hayatları iddianamelerde teşhir edilerek itibarsızlaştırılmaya çalışılmasında… Cevap; yayımlanmamış kitabı için tutuklanan gazetecilerin kendilerine bile, neden “terör örgütü üyesi” olarak suçlandıkları yolundaki dayanakları aylarca açıklamamakta… Cevap; Türkiye’nin savunma ve adil yargılanma hakkının sistematik olarak ihlal edilen bir ülke haline getirilmesinde, uluslararası kurumların raporlarına yıllar sonra tekrar utanç veren sicil kayıtları düşürmekte… Cevap; Cumhurbaşkanı’nın bile, TBMM’yi açarken yaptığı konuşmada, “hukukun gereklerinden değil, siyasi görüşten hareket eden yargı” uyarısında bulunma ihtiyacı hissetmesinde… Cevap; Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Hakkında Kanun da dahil olmak üzere, 12 Eylül döneminde çıkan yüzlerce, evet yüzlerce yasanın, darbenin üzerinden geçen 30 yıla karşın hâlâ yürürlükte olmasında… “Türkiye 12 Eylül faşizminde bile böyle manzaralar yaşamadı” diyenlerden değilim. Ama o 1980’lerde Hasan Cemal’e “Yılanların Öcü”nü yazdıran Sertuğ aynı gün serbest bırakılmıştı. Berna ile Ferhat ise 1,5 yıldır kodeste! Hasan Abi soruyor; Şili mi demokrasi, Türkiye mi? O karanlık 1980’lerde Costa Gavras’ın bir filmi de oynuyordu Türkiye’de; Kayıp! Jack Lemnon, Şili’de Pinoche diktatörlüğü yönetimi altında gözaltına alındıktan sonra kaybedilen gazeteci oğlunu arayan çaresiz bir babayı canlandırıyordu. Pinoche faşizminin Şili’si, bugün hükümet üyeleri parasız eğitim isyanının sembolü Camila ile aynı masada karşı karşıya oturan Şili olabildi. Kenan Evren faşizminin Türkiye’si ise, bugün parasız eğitim isteyen öğrencileri “terör örgütü üyesi” olarak cezaevlerine atıyor. 1980’lerin Türkiyesi Sertuğ’u bir gün bile gözaltında tutmamıştı. Ferhat ile Belma 1,5 yıldır cezaevinde gün sayıyor… Askeri ve bürokratik vesayete karşı önemli adımlar atan AKP, yıllardır mücadele ettiği otoriter laikliğin yerine otoriter bir muhafazakârlık inşa etme yolunda ilerliyor…