NEW YORK
Şakır şakır yağmur yağıyor, hava iyice kararmış durumda. Bu şehre ne zaman gelsem mutlaka uğradığım kitapçılardan birine, Union Square’deki Barnes & Noble’a doğru yürüyoruz Ayşe’yle. Yaklaştıkça, etraftaki polis sayısıyla birlikte genç insanlar da çoğalıyor. Sesleri kulağımızda çınlıyor. Heyecan içinde bağırıyorlar.
Bizim başkanımız değil! Benim başkanım değil!
En çok bu slogan atılıyor. Aralarına karışıyoruz. İtiraf edeyim, gençlerin heyecanı benim iç dünyamda da bir heyecan dalgası kabartıyor. Kolumuza giriyorlar. Sloganları bitmek bilmiyor.
Dün gece olan demokrasi değildi! Dün gece olan demokrasi değildi!
Onların protestolarına gösterdiğim ilgi hoşlarına gidiyor. Cep telefonumla fotoğraf çekmemi kolaylaştırmak için duruyor ve pankartlarını bana doğru çeviriyorlar.
New York Union Square’de en çok bu slogan atılıyor: Bizim başkanımız değil
Yıkıl git Trump! Sen benim başkanım değilsin! Devrim!
Genç öğrenciler. Savundukları değerleri hiçe sayan, farklılıklara, özgürlüklere saygısız birinin, Donald Trump’ın Amerika’ya Başkan seçilmesini hazmedemiyorlar. Bir kız öğrenciyle sohbet ediyorum, NYU’da okuyormuş. “Biliyor musunuz bugün ne oldu okulda” diye söze giriyor, “Müslüman öğrencilerin ibadet ettikleri mescitin kapısına kocaman TRUMP yazmışlar! Nazi Almanya’sına mı dönüyoruz?..” Genç insanların haklı korkuları... Trump’ın ırkçılığı... Yabancı düşmanlığı... Müslüman düşmanlığı... Farklılıklara düşmanlığı... Bütün bunlar gitgide bölüyor Amerikan toplumunu. Bir pankartı getirip neredeyse burnuma dayıyor.
Toplumu nefretle birleştiremezsin!
Çok yerinde bir slogan... Fotoğrafını çekiyorum arkasını dönüp gidiyor. Yağmur şakırdıyor. Ama aldırış eden yok. Gençlerin hâlleri içimi ısıtıyor. İleriye dönük umut ışıkları yakıyor. Kalabalık dalgalanıyor. Bu arada Amerika’nın birçok şehrinde, ‘sen benim başkanım değilsin’ gösterilerinin yaygınlaştığı haberleri ulaşmaya başlıyor. Aklıma takılıyor. Union Square Gezi Parkı mı olacak?.. Ya da Amerika’da Gezi Parkları mı kurulacak?.. 1960’ların Vietnam Savaşı protestoları gibi patlamalar mı yaşanacak Amerikan üniversitelerinde?.. Yine aynı slogan kulağımın dibinde patlıyor.
Benim başkanım değilsin Nefretle yönetemezsin!
Her renkten üniversite öğrencileriyle doluyor meydan. Siyahlar... Beyazlar... Müslümanlar... Hıristiyanlar... Yahudiler... Başörtülüler... Bayraklarıyla eşcinseller... Bir kız, önüme geliyor ve elinde taşıdığı pankartı neredeyse burnuma sokuyor.
Irkçılığa HAYIR! Cinsiyetçiliğe HAYIR! İslam düşmanlığına HAYIR! Homofobiye HAYIR!
Bir an aklıma provokasyon ihtimali takılıyor. Ya da polisin bu barışçıl gösteriye sert müdahalesi... Veya Trump’çıların meydanlara çıkması... Amerika fena hâlde karışabilir. Trump karşıtlığı, anlaşılan, epeyce derine gidiyor üniversite gençliği arasında. Daha da derinleşebilir ama... Aklıma takılıyor. Protestolarını yapan bu genç insanlar, Hillary Clinton’a oy attılar mı?.. Pek fazla attıklarını sanmıyorum, anketler de öyle gösteriyor. Çünkü, Clinton onların gözünde ‘değişim’i temsil etmiyordu. Çünkü, Clinton onların gözünde ‘kurulu düzenin kibirli bir temsilcisi’ydi. Çünkü, Clinton aynı zamanda sahici de değildi. Bu açılardan Bill Clinton’la Barrack Obama’yı farklı bir yere koyuyorlardı. Gösterici gençlerden birinin deyişiyle: “Hillary biraz ‘plastik’ti!” Biri yanıma yaklaştı, pankartı gözüme soktu.
Şovenizm siktirsin! Yabancı düşmanlığı siktirsin! İslam düşmanlığı siktirsin! Trump siktirsin!
Parkın kenarına geldik. Kırmızı bir pankartın altında, kollarını sallaya sallaya, yumruklarını sıka sıka, slogan ata ata, tüm gençlik ve heyecanlarıyla ve de dünyayı değiştireceklerinden hiçbir kuşku duymadan olanca emin adımlarla yürüyorlar. Kırmızı pankart ellerinin üstünde bir bayrak gibi dalgalanıyor:
Faşizmin duvarları yıkılsın!
Yıkılsın! Bu satırları noktalarken, İstanbul’dan bir video geliyor cep telefonuma. Cumhuriyet gazetesinin önünde gösteri var yine, slogan atılıyor:
Faşizme karşı omuz omuza!