“İşin asıl sorumluları tutuklandı, soruşturma sürüyor. (…) Yargı nereye varacaksa varsın, çıkının içinde ne varsa ortaya çıksın. Millet, kim kimdir bunu bilsin. Cadı avına çevirmek yanlış, ama adalet de yerini bulmalı. İş gidebildiği yere kadar gitmeli. İşin içine kimler karışmadı ki... İş dünyası, basın, sivil toplum, rektörler... Kimler neler yaptı... Mesele sadece askerle bağlantılı değil. Bunlar ortaya çıksın.”
Başbakan Tayyip Erdoğan, Katar'ın başkenti Doha'da gazetecilerin “28 Şubat soruşturmasının kapsamı ne olmalı” sorusuna yukarıdaki yanıtı verdi.
Yanıttan, Başbakan'ın 28 Şubat soruşturmasının uzanacağı yerler konusunda kuvvetli fikirleri, daha doğrusu arzuları olduğu anlaşılıyor. “İş dünyası, basın, sivil toplum, rektörler” diye sıralıyor Erdoğan.
28 Şubat soruşturmasının, Ergenekon sürecine konu olan dosyalardan önemli bir farkı var. Zira 28 Şubat sürecinde hükümetin hedef alındığına ilişkin bir kuşku, ihtilaf konusu delil, ıslak imza gibi tartışmalar yok. Aksine, 28 Şubat 1997'de toplanan Milli Güvenlik Kurulu'ndan tam iki ay sonra, 29 Nisan'dan itibaren Genelkurmay Başkanlığı'nda verilen brifinglerde hükümetin hedef alındığı bizzat asker tarafından kamuoyuna ilan edilmiş bulunuyor.
28 Şubat soruşturmasına yapılacak en büyük kötülük; süreci bir basın ve ifade özgürlüğü tartışmasına boğmak, REFAHYOL'a muhalefet etmeyi cezalandırma girişimine dönüştürmek olur. Konusu “suç” teşkil etmeyen hiçbir tavrı - doğru ya da yanlış, ahlaki veya değil - yargılamak 28 Şubat soruşturmasının işi olamaz. Hükümet, yargının atacağı olası adımları “siyasi müdahale” gölgesinden koruma özenini göstermezse, doğacak mağduriyetler süreci kirletebilir.
Birçok yolun başı, sonunda sahip olduğumuz bilgilerle karşımıza çıkmıyor. Bu, Erdoğan için de böyle.
Misal; Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay'ın “28 Şubat'ın organizatörü” olarak ilan ettiği dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, kazandığı birinci seçimden sonra Erdoğan'ın ziyaret ettiği ilk isim olmuştu.
Hatırlayın; AKP 3 Kasım 2002'de tek başına iktidara gelmiş, Erdoğan'ın milletvekili adaylığı engellendiği için 1. AKP Hükümeti'ni Abdullah Gül kuruyordu. Gül kabine listesini o sırada Cumhurbaşkanı olan Ahmet Necdet Sezer'e sunmaya hazırlanıyordu ki, Erdoğan AKP'nin lideri olarak, elinde bir kutu çikolatayla Demirel'in Kuleli Sokak'taki ofisinin kapısını çaldı. 17 Kasım 2002'de yapılan görüşme yaklaşık 45 dakika sürdü.
Neden?
“Türkiye özellikle içeride kritik bir dönemden geçerken Demirel'in engin devlet tecrübesinden istifade etmek için” diye açıklamıştı Erdoğan.
AKP'nin, Demirel'in 28 Şubat sürecinin koordinatörü olduğunu teşhis etmek için o gün bilmeyip de bugün sahip olunan bilgiler neler acaba?
Yoksa doğru cevap, bugünden baktığımızda o günlerin farklı görünmesi mi?
Evet, bu ülkede demokrasinin her zaman bir “medya”, her zaman bir “sivil”, her zaman bir “siyaset”, her zaman bir “ilke” sorunu da oldu.
Hatırlayın, bugün devletin parmak izleri aranan faili meçhul cinayetlerin önemli bir bölümünün işlendiği dönemde Başbakan olan Tansu Çiller, sonrasında Necmettin Erbakan'la REFAHYOL koalisyonunu kuracağı 24 Aralık 1995 seçimlerinde kimi parlamentoya sokmuştu?
Yaklaşık 1,5 yıl önce Genelkurmay Başkanlığı'ndan emekli olan Doğan Güreş'i. Peki Güreş, Çiller liderliğindeki Doğru Yol Partisi'nden Kilis Milletvekili olarak parlamentoya girmeden hemen önce nasıl bir Genelkurmay Başkanlığı yapmıştı?
Fikret Bila'nın “Komutanlar Cephesi” kitabında yer alan Güreş'in kendi açıklamaları cevap konusunda iyi bir fikir veriyor.
Mesela Güreş, (eski) Doğu Almanya Genelkurmay Başkanı'nı “Franz” diye hitap ederek arıyor, kendisinden 100 bin adet Kaleşnikof aldığını anlatıyor.
Aynı dönemde ABD Genelkurmay Başkanı olan Powell'ı arıyor, yine kendi ifadesiyle “Colin” diyor, “Bak PKK azdı. Fazlalığa çıkardığınız Kobra helikopterlerine ihtiyacım var… Bana Kobra lazım (…) M-60 tankı lazım.”
“Colin” bunun üzerine ABD’de envanterden çıkmış Kobra’ları, M-60’ları, Güreş’in ifadesiyle “az bir paraya” veriyor Türkiye’ye.
“Bir önemli kararının da Özel Harp Dairesi’ni lağvetmek, yerine Özel Kuvvetler Komutanlığı’nı getirmek olduğunu” belirtiyor Güreş ve “Türk PKK'sını kurmakla” övünüyor. PKK’ya yardım malzemesi attıklarını düşündükleri ABD uçakları için dönemin Asayiş Bölge Komutanı Necati Özgen’e “Vur bu uçakları” diye emir verdiğini de aktarıyor.
Bu sırada Fikret Bila “Bu emirleri verirken Cumhurbaşkanı Özal’a, Başbakan Demirel’e danışıyor muydunuz? Veya MGK’da görüşüyor muydunuz” sorusunu yöneltiyor Güreş’e. Güreş'in cevabını birlikte okuyalım:
“Hayır. Ben MGK’ya gittiğim zaman bakıyordum herkes çok memnun. Şehit anası bana bakıyor. Ben MGK’da da söylüyordum Cumhurbaşkanı’na, Başbakan’a, hepiniz çok memnunsunuz, diyordum.”
En büyük sıkıntısının “olağanüstü hal” uygulamasının “emir-komuta zincirini bozması” ve buna karşılık “sıkıyönetim ilan edilmemesi” olduğunu anlatan Güreş, daha sonra sivillerle ilişkisi için bakın neler söylüyor:
“Ben biliyorum niye (sıkıyönetim) ilan etmediklerini. Sıkıyönetim ilan ederiz, sonra da darbe yaparlar mı, diye düşünüyorlar. Hissediyordum. Yoksa ben onların tepesine biner ya sıkıyönetim ilan edin ya da ben birliklerimin başında kumandayı ele alıyorum, derdim. Ne yaparsanız yapın, diyebilirdim. Ama her istediğimi yapabilecek bir ortam veriyorlardı bana. Fiilen dolduruyordum. Sanki sıkıyönetim varmış gibi fiilen dolduruyorduk. Öyle çalışıyorduk. (…) Demirel de memnundu. Valilerin hiçbiri bana bir şey demiyordu. Yetki sende değil, demiyorlardı. Hepsi ne dersem yapıyorlardı… O zamanki emir-komutayı şimdi çiz desen çizemem, ama fiilen bizim isteklerimiz, kararlarımız yerine geliyordu.”
Tansu Çiller ile Atatürk'ün portresinin tam ortasından birbirine yapıştırıldığı tuhaf tablosuyla da hatırladığımız Güreş'in sözleri, Türkiye'de asker-sivil ilişkisinin üç boyutlu fotoğrafını önümüze koyuyor.
28 Şubat soruşturması, yasalarda olmayan yetkilerle meşru hükümeti hedef alanların yanı sıra Başbakan'ın “iş dünyası, basın, sivil toplum, rektörler” diye sıraladığı bir listeyle yola devam edecekse, o kararların altına imza atan siyasetçileri, Erbakan'ı Başbakanlık'tan istifaya çağıranları ne yapacağız?
28 Şubat soruşturması, demokrasinin hukuk ve adaletle inşasına vesile olacak mı?
Soru ve sorun bu...