Cumhuriyet’te okuduğum bir haber, telaşlı iş temposu içinde, günün en hoş, en çok gülümseten ve iç ağartan haberi oldu...
Cumhuriyet’te okuduğum bir haber, telaşlı iş temposu içinde, günün en hoş, en çok gülümseten ve iç ağartan haberi oldu.İstanbul 9. İdare Mahkemesi, Emek Sineması'nın yıkımını öngören projenin yürütmesinin durdurulmasına karar vermiş.26 Ekim 2009 tarihinde, restore edileceği söylenerek kapatılan Emek Sineması, daha sonra yıkılacağının duyulmasıyla birlikte kültür sanat dünyasının gündemine oturmuştu.
Proje dahilinde, mekanın çok katlı bir alışveriş merkezine dönüştürülmesi; tepesine de, çok salonlu, çok ışıklı, ve tabii ki çok şaşaalı olanından, kısacası yeni sinemaların hepsine benzeyen, asla eskiden yaşanmışlık izleri taşımayan bir “Yeni Emek” sineması oturtulması düşünülmekteydi.Emek-severler bu projeye tüm güçleriyle karşı çıkarken, proje sahipleriyse Emek’in ne köhne, ne eski, ne korrrrkunç bir utanç lekesi haline gelmiş olduğundan dem vurmaktaydılar.Bu projeye ilişkin, Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi tarafından açılan davada, “Dava konusu işlem, uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız zararlar doğurabileceğinden, mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırıldıktan sonra bu konuda yeniden bir karar verilinceye kadar 2577 Sayılı Yasanın 27.maddesi uyarınca teminat alınmaksızın yürütmenin durdurulmasına, 12/05/2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi” denilmiş.Dava dilekçesinde yer alan, “uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız zararlar doğurabilme” potansiyeli kısmı var ya, tüm Emek-severler gibi, beni de en çok kararın bu noktaya dayanarak alınmış olma duygusu mutlu etti. Zira “telafisi güç” ifadesi, çoğumuz için gençliğimizin, çocukluğumuzun, daha teknolojik olmayan, ancak çok daha aydınlık olan bir Türkiye’nin izlerini de içeriyor.* * *Bugün Istanbul Film Festivali sponsoru olan Akbank ismi, çocukluğumda da aklıma, kırmızı kumbaramla birlikte filmleri getirirdi.Ben küçükken, Ankara Akün ve Istanbul Emek Sinemaları’nda, Cumartesi sabah matinelerinde “Akbank Çocuk Sineması” etkinliği olurdu.Ömrümde sinemayı ilk kez, ben 4-5 yaşlarındayken, annemle birlikte Akün Sineması’nın bu seanslarından birinde izlediğimiz “Tenten” ile gördüm.Zaten her Cumartesi sabahı Ankara Sanat Tiyatrosu’nda çocuk oyunları izleme mutluluğuna çok alışkındım; sinemayı da hemen sevdim.Takvimler takvimleri, filmler birbirini kovaladı; ben de binlerce kişi gibi, çocukluğumun ve ilk gençliğimin Ankara yıllarını, Akün’le elele geçirdim.Akün Sineması 1975’de kurulup, 2002’de Ankara’ya veda etti; bense 1979’da gözlerimi açtığım Ankara’dan, üniversite bitince yüksek lisans yapmak üzere, 2000’de ilk kez ayrıldım.Çocukluğun ne de kolay şaşkınlıklara gark olabilen saf bakışlarını, ilk acemi buluşmalarda elele tutuşmaları, yüzlerce kahkahamı, bir o kadar gözyaşımı, torbada satılan ve lezzeti damağımda olan patlamış mısırları, salonun içine alınmayan, kimsenin de antrakt dışında tüketmeye kalkmadığı şişeli gazozları, hiçbir yerde bulunmazken orada illa olan Alaska Frigo’yu Akün ile paylaştım.Biliyorum ki Istanbul’da büyüsem, bunları Emek’le paylaşacaktım, kısmetime Akün çıktı! Salonlar değişken, simgeledikleri kırmızı kadife perdeler gibi sıcak ve yoğun...Ankara Kavaklıdere’de, Atatürk Bulvarı üstünde bulunan Akün Sineması, kocaman balkonlu, 911 kişilik görkemli salonuyla, hiç değişmeyen biletçi teyzesi, bezgin bezgin yatan köpeğiyle birlikte kızgın bakışlı ama tonton beyaz saçlı kontrolör amcası, kahverengi deri koltukları, ferah fuayesiyle 27 yıl açık kaldı.Sinema, tek salonunu hiçbir zaman bölmedi. Sahibinin gönlü, evimizin oturma odasından hallice büyüklükte, 4-5 farklı salondan oluşan “çağdaş” bir sinemaya dönüşmesine elvermeyince, sinema kapanmak zorunda kaldı.* * *Akün’ün kaderini Beyoğlu’ndan paylaşan Alkazar, Sinepop, Yeni Rüya sinemalarıyla birlikte Emek Sineması da, bu yüzden bir dönemi temsil ediyor.Eğilim malum; her köşede fütursuzca açılan Alışveriş Merkezleri’nin içine, film dağıtım devlerince kontrol edilen, daha çok ticari filmlerin gösterildiği, çok salonlu ve ultra konforlu sinemalar açmak.Benim bu yeni sinemalara, tek sinemada birden fazla film bulunma seçeneğine, konfora ve yeniliğe hiç mi hiç itirazım yok. Aksine, sıkı bir sinema takipçisi olarak, bu sinemaları da seviyorum.Nasıl ki büyüdüm diye, büyük sinemalarda büyük filmler izler oldum diye, evlenip yuva kurdum, yetiştim adam oldum diye; çocukluğumun tüm izlerini silmiyor, aksine bugünümü, onların rengarenk tozları üzerinden kurgulamanın zenginliğini sürüyorsam, yeni ve pırıltılı sinemalara da, eski sinemalara rağmen değil, eski sinemalarla birlikte seçenekler olarak kucak açıyorum!* * *Asıl sorun, her zamanki gibi, yeniye kucak açarken, eskiyi yok etmek gerektiğine duyulan, anlamsız, kötücül, yıkıcı, şaşmaz, vefa erdeminden zerre kadar nasiplenmemiş bu kör inanç!İstanbul’un güzelim eski binaları yıkılmadan, oldukları gibi korunup, eski kentin dışındaki alanlarda şehir büyüyebilseydi; şimdi bunca çapraşık mimarili, anlamsızca yapılaşmış, görkemli tarihini çehresinde bunca kısıtlı, bunca bakımsız olarak barındıran, çok sorunlu bir kent ortaya çıkmazdı.Tıpkı, yeninin gelişinden, eskinin kendisinin bile yardakçıları kadar şikayeti yokken, kraldan çok kralcı çevrelerin onca tantanası olmasaydı; hepimizi sevindiren gelişmelerle, değişim ve yenilik sözü veren bir lider ve parti yapılanmasının doğuşunun, eski değil, eskimeyen selefinin yana çekilmesiyle taçlandırılarak çok daha güzelleşebileceği gibi…Toplumca, yenilenip ilerlemeyi, eski değerlerimizi ve kültürel mirasımızı gittikçe yıkarak yozlaşmak ile karıştırmasaydık eğer, daha aydınlık olacaktı etrafımız...Belki de bütün bunlardandır ki, Emek Sineması’nın yıkılmama olasılığını gösterir böylesi bir sonucu okuyunca bugün, ansızın içim çiçeklendi; dilerim kalıcı olsun...
* Başlığı Füruzan’ın aynı isimli, dupduru ve vurucu öyküsünden aldım; onurdur.