“Basına yayılan ve “ezer geçeriz”, “bir uçtan girer diğer uçtan çıkarız” gibi fiili güç dengeleri açısından doğru olsa bile diplomasi psikolojisi açısından doğru olmayan ifadelerin aksine, Türkiye ile Suriye’nin kapsamlı ve total bir çatışmaya girme ihtimali daha düşüktür.
Bu cümleler Dışişleri Bakanı Prof. Ahmet Davutoğlu tarafından Kasım 1998 tarihli TÜSİAD’ın Görüş dergisi için kaleme alındı.
Ankara ile Şam yönetimi PKK’nın Suriye’deki varlığı yüzünden 1998’in Eylül ayında karşı karşıya gelmişti. Bu gergin ortamda takvimler 16 Eylül 1998'i gösterdiğinde Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş, Suriye'ye sınır Hatay'ın Reyhanlı ilçesinde tarihi konuşmasını yaptı:
“Türk devleti olarak komşularımızla iyi ilişkiler kurmaya çalışıyoruz. Bu iyi niyetimize rağmen bazı komşularımız, özellikle ismini açıkça söylüyorum, Suriye gibi komşular, iyi niyetimizi yanlış tefsir ediyorlar. Apo denen eşkıyayı destekleyerek Türkiye'yi terör belasına bulaştırdılar. Türkiye iyi ilişkiler konusunda gerekli çabayı gösterdi. Türkiye beklediği karşılığı alamazsa, her türlü tedbiri almaya hak kazanacaktır. Artık sabrımız kalmadı."
İşte bu ortamda Suriye ve Irak ile ilişkiler üzerine makale yazan Davutoğlu, sağduyu çağrısında bulunuyordu.
“Bölgeler arası etkileşim açısından Türkiye-Suriye ve Türkiye-Irak ilişkileri bir stratejik ortam içinde ve biri Mezopotamya-Basra, diğeri Doğu Akdeniz hattından oluşan iki temel hat üzerinde seyretmektedir” diyordu
Davutoğlu’na göre “Türkiye’nin Suriye ve Irak politikalarını etkileyebilecek önemli stratejik unsurların belirlenmesi ve bu unsurların bölgesel politikalar üzerindeki etkilerini muhtemel seyrinin tanımlanması hamasî ve hissî bir söylemle yönlendirilen taktik bir gerilim politikasından daha önemli”ydi.
Ahmet Davutoğlu’na göre komşu bir ülke ile gerginlik politikası yürütmek bir zaafın işaretiydi. Davutoğlu bu konuda şunları yazıyordu:
“Bir komşuyu yok saymak ya da sürekli bir gerginlik diplomasisi yürütmek aslında bir zaafın işaretidir. Gergin ilişkilerde inisiyatif kullanabilen taraf aynı zamanda kendine güvendiği ve gücünden şüphe etmediğini de göstermiş olur. Türkiye’nin Suriye üzerindeki etkinliği biraz da Ortadoğu bölgesinin geneli üzerindeki etkinliğine bağlıdır.”
Davutoğlu, komşu ülkelerle gerginlik politikası üretmek yerine ticari ve kültürel ilişkiler kurarak o ülke üzerinde daha etkili olunabileceğini açıklıyor.
“Türkiye ekonomik etki alanı kavramını bütüncül bir politikanın temel araçlarından birisi haline getirmesi durumunda Konya, Kayseri ve Adana’dan Maraş ve Antep istikametine doğru gelişen ekonomik dinamizm alanının sınır ötesi bir nitelik kazanarak Halep ve Şam’a, hatta daha da güneye doğru genişlemesine öncülük edebilir.”
Davutoğlu’nun bu makalesinden bazı bölümler değiştirilmeden aynı şekilde “Stratejik Derinlik” kitabında da kullandı. Davutoğlu, iki çalışmasında Türkiye’nin kültürel derinliğinin ticari ilişkiler gibi yumuşak güce dayalı alanlarda ortaya çıkabileceğini iddia ediyordu.
Bu metnin kaleme alınmasından neredeyse 14 yıl sonra Suriye ile yaşanan diplomatik kriz sürecinde Dışişleri Bakanı koltuğunda oturan Davutoğlu çok farklı bir tutum takınıyordu. 1998 yılındaki siyasi krize benzeyen, hatta onu da aşan bir söylemle Suriye yönetimine karşı çok ağır ifadeler kullanıyordu.
Davutoğlu, Suriye tarafından düşürülen Türk jetiyle ilgili olarak "Uçağın düşürülmesi cezasız kalmayacak bir suçtur" dedi ve ekledi:
“Türkiye sınırına yönelik bir saldırı NATO’ya saldırıdır.”
Aynı Davutoğlu, geçmişte, Türkiye’nin bölge ile ilişkilerinde NATO üzerinden politika yapmasının doğru olmadığını düşünüyordu.
“NATO, ABD ya da İsrail’e endeksli görünüm veren politikalar, bölge üzerinde kalıcı etki alanı oluşturulmasının önünde psikolojik duvarlar örmektedir… Türkiye, bu bölgelerle artık sadece NATO’nun bir üyesi olarak değil, kendi ulusal stratejilerini de gözeten bir bölgesel aktör olarak davranmak zorundadır. “
… Adriyatik’ten Çin’e etki alanı ve Suriye’yi ezip geçebilecek bir askeri güç benzeri iddialı söylemlerle her an bölünme ve kutuplaşma psikozu yaşayan iç siyasi kültür arasındaki uyumsuzluk, aşılması gereken ciddi bir ikilem oluşturmaktadır. Türkiye, kendi stratejik kimlik ve yönelişini soğukkanlı bir şekilde ve kendi tarihi tecrübe birikimine dayalı olarak yeniden tanımladığı zaman Ortadoğu genelinde de, Suriye ve Irak üzerinde de fiili güç kullanmadan da yeterli etkinlik kurabilecek araçları oluşturma yoluna girmiş olacaktır. “
Gerek Türkiye’nin, gerek “Dışişleri Bakanı Davutoğlu”nun söylemlerini Davutoğlu’nun 14 yıl önceki makalesinde ortaya koyduğu bakış açısıyla incelersek; Türkiye, Suriye ile yaşanan kriz sürecinde agresif bir politika izlemiş oluyor. Ayrıca Davutoğlu’nun bakış açısına göre; Türkiye’nin NATO ile birlikte değerlendirdiği süreç bölge ile Türkiye arasına psikolojik duvarlar örüyor.
Davutoğlu’nun tezinin ana unsurlarından biri Soğuk Savaş döneminin “cephe” ülkesi olan Türkiye’yi “merkez” ülke konumuna yükseltmekti. Fakat İlhan Üzgel’in geçtiğimiz hafta Radikal 2’de yayımlanan yazısında vurguladığı gibi, Ortadoğu’da dengelerin değişmesiyle birlikte Türkiye Sünni-Şii, ABD -Rusya çekişmesinde bir cephe ülkesine dönüştü.
İlhan Üzgel’in not ettiği gibi Davutoğlu’nun bu durumu açıklamak için tek yapabildiği “Biz bir anlayışı kırdık ve sorun Türkiye’de değil komşularda” demek oluyor.
Davutoğlu’nun Davutoğlu'nca okumasını yaparsak Lübnan, Suriye, İran ve Irak ile politikalarını bozmuş bir Türkiye dış politika açısından başarısız olmuş durumda. Tıpkı 14 sene önce Davutoğlu’nun yazdığı gibi...
“Türkiye’nin diplomatik başarısı Pakistan ya da Çin’le yürütülen ilişkilerde değil, Yunanistan’la ya da Çin’le yürütülen ilişkilerde değil, Yunanistan’la, Suriye’yle, İran’la, ABD ve Almanya ile yürütülen ilişkilerde belli olur.”