Kışlaya adım atıldığı ilk günden itibaren, erkeklik performansının yarattığı gerilim hiç bitmiyor. Yürüyüş ve eğitim esnasında, başka bir er tarafından uyarılmak, kısa sürede kavgaya dönüşebilen, bir öfke yaratıyor. Doğu illerinden gelenlerin, “Bu İstanbullular kız gibi konuşuyor” demesi anında bir etnik gerilimi besliyor. Koğuşun en çok dalga geçilen kişisiyle dalga geçmemek, sizin üzerinizde şüpheli bakışların toplanmasına neden oluyor.
Akdeniz’in askeriyesiyle bütünleşmiş soğuk bir şehrinde geçirdiğim 18 günün ardından aklıma kazınan tek şey erkek olduğumdu.
Üç haftada askerliği ne kadar öğrenebildik ne kadar asker olduk, orası muamma ama hegemonik erkeklik düzenini iki günde teşkil ettiğimiz bir gerçekti. Serpil Sancar’ın dediği gibi zorunlu askerlikle işleyen modern ordu sisteminde "asker eğitimi" bir tür "hegemonik erkeklik öğrenme okulu" olarak işlev görüyor (İmkânsız İktidar: Erkeklik, Metis Yayınları, 2009).
Zaten çocukluktan itibaren bu konuda iyi bir şekilde “eğitilen” erkekler, zihinleri hazır bir şekilde geldikleri askerlik ortamındaki hegemonik erkeklik atmosferine çok hızlı bir şekilde adapte oluyor. Bu açıdan bakıldığında 18 gün hiç de kısa bir süre değil.
Militarize erkeklik eğitimi, süreç içinde bizden belli başlı nitelikler talep ediyor: “Yenilmez irade sahibi erkekler olmak, şerefini korumak için acıları, ölümü göze alabilecek üstün erdemlere sahip olmak, korkusuz olmak, gerekli disiplin ile kendini eğitme ve bedeninin çekeceği acılara, sıkıntılara göğüs gerebilecek güçlü bir bedensel yapıya sahip olmak, sıkıntılardan kolay etkilenmeyen metin bir kişiliğe sahip olmak, fiziksel dayanıklılık, en iyisini başarmak için rekabeti göze almak, korkusuz ve riskten kaçmayan bir maceraseverlik, bağımsız karar verme gücünün gelişmişliği, ‘erkek cinsel gücü’ne sahip olmak, koruyucu ‘patriarkal’ değerlere önem vermek” gibi (aynı kitap).
Ancak bu eğitim düzenini sağlamlaştıran, emir komuta zincirinden ya da askeri işleyişten ziyade katılımcıların iştahla bu sürece katılması, yıpratıcı bir performans azmine ve rekabete gönüllü şekilde dahil olmaları oluyor. Artık 30’una dayanmış, hayatını belli bir şekle şemaile sokmuş erkekler, çok kısa kesilmiş saçları, tek tip kıyafetleri, günlük tıraşla artık tanıyamaz hale geldikleri yüzleri ve bir isimden ziyade bölük ve manga numarasıyla tanımlanan kimlikleriyle, “sivil hayat”taki benliklerinden tamamen soyutlandığında, ellerinde kalan en baskın kimlik erkeklikleri oluyor. Hangi konuda nasıl bir tavır aldığı, siyasi olarak nerede durduğu, hangi mesleği yaptığı, askerliğe ve milliyetçiliğe hangi pencereden baktığı hükümsüzleşen asker için, elinde kalan tek performans alanı erkeklik oluyor.
Bu performansın başat unsuru tabii ki küfür. Küfürsüz herhangi bir cümlenin kurulamadığı askerlik ortamında, bu konudaki maharet, doğru yerde doğru küfrün kondurulması ve en yaratıcı şekillerde icra edilmesi, sizi ön plana çıkartan bir özellik oluyor. Koğuşlardaki –erkeklik performansı açısından zayıf- askerlerin üzerinde tahakküm kuran, en fazla kişiye küfür etme yetkisini kazanan tiplerin etrafı kısa sürede kalabalıklaşıyor ve böylece erkeklik performansı ile öne çıkan kişiler etrafında gruplaşmalar peyda oluyor. Bu aynı zamanda üstlerin emir ve azarlarıyla tahrip olan erkeklik sermayesinin yeniden güçlendirilmesi gibi bir işlevi de yerine getiriyor.
Aslında, üstlerin erkeklik performansının güçlü olması, arzulanan bir şey. Askerliği kişiliğiyle bütünleştirmiş, azarı da sevgisi de orantılı olan, sürekli bağıran, Instagram’daki “çapkınlık” hikayelerini paylaşan, bizleri en galiz ifadelerle “gaza getiren” bir üst, askerler tarafından “adam adam” şeklinde olumlanırken; askerlik üzerine pek oturmayan, astları üzerinde otorite sağlayamayan diğer bir üst, askerler tarafından alay konusu ediliyor. Askerlik yetenekleri ile birlikte erkekliği de yeriliyor ve özel hayatına dair sayısız tahmin dile getiriliyor.
Erkeklik, kendi sermayesine bir tehdit olarak bile güçlü bir erkekliği yeğliyor, katı bir hiyerarşi içerisinde icra edildiğinde üst erillik, bütün katmanlardaki erkeklik performansını güçlendiren bir olgu oluyor: “Hegemonyası kabul edilen bir erkek, öncelikle güçlü, sert ve başarılı görülmeli, ancak bunun yanında dürüst, ağırbaşlı olmalı. Vücut ölçüleri ve ‘yakışıklılık’ ölçülerine uymalı. Gerektiğinde şiddet kullanmalı ama kendisine tabi olanları sevmeli ve onları korumalı. Yani ‘dövmesini’ de ‘sevmesini’ de bilmeli. Bu ‘erdemler’, tüm erkeklere yol gösteren modellerin niteliklerini de yansıtıyor” (Pınar Selek, Sürüne Sürüne Erkek Olmak, İletişim Yayınları, 2008).
Kışlaya adım atıldığı ilk günden itibaren, erkeklik performansının yarattığı gerilim hiç bitmiyor. Portakal soymayı becerememek, botu istendiği şekilde bağlayamamak gibi çok basit olaylar bile, erkekliğin sınandığı, zayıflığın açık edildiği alanlar olarak ortaya çıkıyor. Yürüyüş ve eğitim esnasında, başka bir er tarafından uyarılmak, kısa sürede kavgaya dönüşebilen, bir öfke yaratıyor. Doğu illerinden gelenlerin, “Bu İstanbullular kız gibi konuşuyor” demesi anında bir etnik gerilimi besliyor. Koğuşun en çok dalga geçilen kişisiyle dalga geçmemek, sizin üzerinizde şüpheli bakışların toplanmasına neden oluyor. Bu gerilim sizi her an şiddete hazır bir konumda durmaya zorluyor. Size veya badinize yönelik bir tehdit, anında karşılık vermeniz gereken bir çağrı bir olarak kodlanıyor. Herhangi bir kavga durumu, zaten 18 gün süren askerliğin bir hafta daha uzaması sonucunu getireceğinden, sınırları belirli bir şiddet alanı, bu gerilimi ve hırlaşmayı cesaretlendiriyor.
Koğuşun erkeklik performansı açısından azimli bir üyesinin, kan bağışı için kışlaya gelen Kızılay görevlilerinin, binlerce kez kan kelimesinin geçtiği sunumunda bayılması ve bunun ardından zedelenen erkekliğini toparlamak için üç kat çaba harcaması aklımda kalan örneklerden!.. Bunun yanında, Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü’nden gelen görevlilerin, kadına karşı şiddet konulu sunumunda, toplumsal cinsiyetten, kadın-erkek eşitliğinden ve aile içi tecavüzden bahsetmesini (tabii ki çok hızlı bir şekilde, birçok kavramın üstü atlanarak yapıldı sunum), salonun ezici çoğunluğunun uyuyarak karşılaması ve sunumun ardından, her konuda saatlerce geyik yapabilen bir grubun, sunum hakkında hiç konuşmaması da kayda değer bir örnek.
Basit konularda beceriksizlik sergileyen askerlere yardım etmek, gündelik yeteneklerini koğuşun hizmetine sunmak da erkeklik performansını güçlendiren bir şey. Tıpkı, mıntıka temizliği gibi angarya işlerden bir şekilde kaytarabilmek, kaçış yollarını iyi bilecek kadar “akıllı” olmak gibi.
Askerlikte icra edilen erkeklik performansının diğer bir başat unsuru, tabii ki, kadınlar. “Erkek cinsel gücü"ne sahip olma ve koruyucu "patriarkal" değerlere önem verme derdindeki erkeklik sermayesi, futbol ve arabalar ile birlikte en çok konuşulan konunun cinsellik olmasını sağlıyor. Cinsel maceralarını, en küçük ayrıntılarına kadar, abartmalarla süsleyerek ulu orta anlatanlar, konu patriarkal değerlerin yücelttiği ilişki biçimlerine geldiğinde susmayı tercih ediyor. Kendi mülkü olarak gördüğü kadınlar hakkında herhangi bir bilginin böyle bir ortamda paylaşılmasının, namus anlayışlarıyla bağdaşmadığı açık sanırım.
Bunun yanı sıra, bulduğu her fırsatı kendi cinsel gücünü kanıtlamak için kullananları, banal şakalar aracılığıyla, birbirine bağlayan da homofobi oluyor. Homofobik söylem, her an, her şekilde yeniden yeniden üretiliyor. “Homofobi kardeşliği”, homososyal bir kurum olarak askerlikte, hegemonik erkeklik söylemi için kurucu bir işlev üstleniyor.
“Erkekliğin sürekli sınandığı, ispatlandığı, sonra zedelenip yine sınandığı, yetmezliğiyle yüzleştiği, doyumsuzlaştığı” (Selek) eril bir ortam olarak askerlik 18 günde de oldukça işlevli olabiliyor. “18 gün ne ya! Sen askerlik mi yaptım diyorsun” gibi tepkiler de eril söylemden besleniyor bence...
Askerliği beş ay kısaltmak için ödediğimiz bedelin 15 bin TL olduğunu hepimiz biliyoruz; ancak erkeklik için ödediğimiz/ödettiğimiz bedelin ne olduğunu anlayabilecek miyiz, orası muamma.