Avrupa Konseyi yazı dizimizin son bölümüne geldik. Son sözlerin bazılarını baştan yazalım.
Çağdaş dünyada uluslararası güvenlik mimarisinin sürdürülebilirliği, çok taraflı diyalog sonucu geliştirilebilen kurallara dayalı sistemin direncine bağlı. Türkiye’nin de parçası olduğu Batı’nın örgütlenmesinin temel çerçevesi, demokratik hukuk devleti ve insan hakları ortak değerlerine bağlılık.
Türkiye bu alanın dışına çıkmamalı, bu alanın temel yapısının güçlenmesine katkıda bulunmayı öncelikleri arasına almalıdır.
Türkiye’yi bu alana bağlayan ana köprüler Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi ve NATO’dur. Avrupa Birliği de Türkiye için ana köprü olma adaylığını sürdürmekle birlikte, köprüden geçiş şimdilik askıya alınmış görünmektedir. Stratejik düzlemde karşılıklı yaklaşımların gözden geçirilebilmesi durumunda, köprünün geçişe açılması imkansız değildir.
Bu konuda Global İlişkiler Forumu’nun “Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri İçin Yol Haritası” başlıklı raporu 21 Haziran’da yayımlandı. Türkçe ve İngilizce hazırlanan rapor, Türkiye - Avrupa Birliği ilişkilerinde daha yapıcı ve yenilikçi bir anlayışın nasıl oluşabileceğini tartışıyor. Konuya ilgi duyanların kesinlikle okumaları önerilir.
Bu yazı dizisinde Türkiye’nin Avrupa Konseyi standartlarına yakınlaştığı dönemde elde ettiği kazanımları ele aldık. Kazanımlar insanımız için, demokrasimiz için, siyasi istikrarımız ve sosyal huzurumuz için, ekonomik refahımız için ... Ayrıca, uluslararası saygınlık ve yönlendirici etkinliğimizin güvencesi.
Avrupa Konseyi standartlarından uzaklaşılması, insan hakları koruma sisteminin aşınmasına, demokrasinin yıpranmasına, toplumda bölünme ve kutuplaşmanın derinleşmesine, ekonominin olumsuz etkilenmesine, uluslararası saygınlık ve etkinliğimizin gerilemesine yol açar. Çözüm; demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları standartlarına yeniden sarılmak.
Türkiye’nin Avrupa Konseyi serüvenini bu dizinin önceki dört yazısında inceledik.
Kurucu üye Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nin emekleme döneminde kuruluşun genişlemesine ve derinleşmesine katkılarını hatırladık.
1990’ların terörizmle yoğun mücadele koşullarında ve siyasi istikrar arayışı içinde yaşanan güçlüklere değindik. O dönemde siyasi kültürümüzde uluslararası normlara yetişme yolunda gelişme ihtiyacı da göz ardı edilmemeli.
2000’lerin ilk on yılında Türkiye’nin Avrupa’da ve küresel düzeyde görünürlüğünü artıran ve yönlendirici etkinliğini güçlendiren atılımları ele aldık.
Daha sonra Avrupa Konseyi ile yakınlaşma dönemini aşındıran gelişmeleri değerlendirdik.
1945’te Birleşmiş Milletler’in kuruluşunun ardından uluslararası toplumun onayladığı 1948 İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ni rehber alan 1949 doğumlu Avrupa Konseyi, demokratik güvenliği güçlü ve kalıcı temelde geliştirmeyi hedefler. Önceki bir yazımızda demokratik güvenliği şöyle anlatmıştık:
“Avrupa Konseyi demokratik güvenliğin beş ana unsurunu şöyle tanımlıyor; bağımsız yargı, ifade özgürlüğü, gösteri özgürlüğü, demokratik kurumlar ve katılımcı demokrasi.
Avrupa Birliği’nin siyasi kriterleri de, gerçekte, Avrupa Konseyi tarafından geliştirilen demokratik güvenlik standartları ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının toplamıdır.
Demokrasi yanlısı hangi kişi ya da siyasi parti, demokratik güvenlik unsurlarından hangisine karşı çıkabilir? Ya da karşı çıkıyorsa demokrasi yanlısı olarak tanımlanabilir mi?”
Türkiye, kurucu üyesi olduğu Avrupa Konseyi’nin genişlemesinde ve standartlarının geliştirilmesinde aktif rol oynadı. Böylece, Avrupa’da demokratik güvenliğin güçlenmesine önemli katkıda bulundu.
Avrupa Konseyi de Türkiye’de demokrasi standartlarının yükseltilmesinde yol gösterici ve destekleyici bir etki sağladı.
Türkiye, Avrupa Konseyi’nde ortak değerler ve hukuk alanının güvencesi 225 sözleşmenin 121’ine taraf oldu, 30’unu imzaladı. Avrupa Konseyi sözleşmelerine taraf olma düzeyi yüzde 54’e ulaştı. 47 üye devlet içinde bu bakımdan 14. sırada, küçümsenemeyecek bir başarı. Taraf olduğu sözleşmeler Anayasa’nın 90. maddesi uyarınca hukukumuzun ayrılmaz ve üstün parçası. Başta AİHM olmak üzere, taraf olduğu sözleşme denetim organları ve Konsey’in danışma birimleri ile yakın iş birliği yaptı.
Avrupa Konseyi standartlarının Orta Asya, Orta Doğu ve Kuzey Afrika gibi Konsey’in komşu coğrafyalarına aktarılmasında, bu coğrafyalarda yer alan ülkelerin Avrupa Konseyi ile işbirliği yapmalarında öncü rol oynadı.
İç hukukunu Avrupa Konseyi normlarına uyarlama yönünde özellikle 2000’lerin ilk on yılında kapsamlı reform programları uyguladı.
İşkence ve kötü muamelenin önlenmesi konusunda “sıfır tolerans” yaklaşımını etkin bir şekilde uygulamaya yansıtarak büyük atılım yaptı. Bu alanda “kötü örnek” statüsünden “iyi örnek” durumuna terfi etti.
Terörizmle mücadele kapsamında sivillerin uğradığı zararların karşılanması uygulaması; Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı tanınması ve uygulamada AİHM içtihadının örnek alınması; Avrupa’da “iyi uygulama örnekleri” olarak kabul edildi.
Avrupa Konseyi standartlarına uyumun Avrupa Birliği katılım süreci için de ön koşul niteliği taşıdığını da izah ettik.
Avrupa Konseyi ile yakınlaşmanın kazanımları sonucunda, 1996’da başlayan Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) denetimi 2004’te sona erdi. Aynı yıl Avrupa Birliği Komisyonu’nun tavsiyesi ve ertesi yıl Avrupa Birliği Konseyi’nin onayı ile katılım müzakerelerine başlandı.
Avrupa Konseyi ile yakınlaşma sonrası dönemde ne oldu? Yukarıda izah edilen kazanımlar ya yok oldu ya da geriledi; hem Türkiye hem de Avrupa Konseyi zarar gördü.
Türkiye AKPM denetimine geri döndü. “Büyük Üye” statüsünü kaybetti. Sözleşme sisteminden kopma sinyali verdi. AİHM kararlarının uygulanmasına yönelik gri bir alana geçtiği izlenimi doğdu.
Son sözlerin bir bölümüne yazının başında yer vermiştik. Tamamlayalım.
Hedefimiz nedir? Siyasi istikrar, sosyal huzur ve ekonomik refahın kalıcı kılınması. Bu temelde uluslararası alanda saygınlık ve yönlendirici etkinlik kazanılması. Böylece; uluslararası barış, güvenlik ve sürdürülebilir kalkınma sürecine katkıda bulunulması.
İhtiyaç; parlamenter ve yargısal denetime açık, hesap sorulabilen ve hesap veren siyaset, güçler ayrılığı temelinde etkin işleyen kurumsal yapı, ifade özgürlüğü ve özgür medya, sivil topluma açık katılımcı demokrasi.
Çözüm; demokrasi standartlarına uyumun güçlendirilmesi, hukukun üstünlüğü ilkesi temelinde bağımsız yargının etkin işleyişinin güvence altına alınması, insan hakları hukukunun herkese eşit olarak ve eksiksiz uygulanması.
Reçete; Türkiye’nin üyesi olduğu Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi ve NATO kuruluş felsefe ve standartları. Zaten bunlara uyum Türkiye’nin yükümlülüğü. Böylece; bu aşamada geçişe kapalı olan Avrupa Birliği köprüsü de geçişe açılma yolunda onarılabilecektir.
Önemli bir nokta; uluslararası sözleşmeler, Anayasa, kanunlar, yönetmelikler ... Demokrasi sürecinin ilk adımları. Siyasi irade beyanları da önemli, ama söylem de yetmez. Bunlara etkin ve tutarlı uygulama konusunda kararlılık eklenmeli. Uygulayıcıyı eğitilmeli, siyaset uygulamayı yakından izlemeli, hukuk dışı uygulamayı caydırmalı, önlemeli ve cezasız bırakmamalı. Cezasızlık demokratik hukuk devletinin aşınmasına yol açan en önemli sapmalar arasında.
Bu dönüşüme bir yerden başlamak gerekiyor. Bugünlerde önemli bir fırsat var. Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı 1 Temmuz’da yürürlüğe girecek. Türkiye’nin çok önemli bir kazanımı kaybedilecek. Belki de Avrupa hukukundan kopuşun başlangıcı olarak algılanabilecek, sunulabilecek. Öyle olmadığını umarız.
Eşitsizliğin bir türevi olan, en vahim insan hakları ihlalleri arasında yer alan kadına karşı şiddetin önlenmesi konusunda Türkiye’nin öncülüğünde geliştirilen, Türkiye’nin sahibi olduğu, uluslararası alanda “Altın Standart” olarak tanımlanan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının iptal edilmesi, siyasi kararlılık simgesi olabilecek çok önemli bir adımdır. Sözleşme’den çekilme ne içeride ne de dışarıda izah edilebilmektedir. Zaten ikna edebilecek bir izahı da yok.İlgilenebilecekler için, bu konunun geçmişini ve kapsamını bu yıl 14 Ocak, 21 Mart ve 11 Mayıs’ta kapsamlı şekilde izah etmiştik.
Bir siyasi mucize gerçekleşir mi? Türkiye çekilme kararını iptal eder ve İstanbul Sözleşmesi’ne geri döner mi?
Keşke olabilse ...
Türkiye’nin Avrupa Konseyi’ne yakınlaşmasının istikrarlı bir çizgi izlemesi, Türkiye ve Avrupa’da demokratik güvenlik ve istikrar için güvencedir. Bunun Türkiye ve Türkiye’nin parçası olduğu veya olmayı hedeflediği Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi, NATO ve Avrupa Birliği tarafından da doğru anlaşılmasını dileyelim.
Avrupa Konseyi, Türkiye’nin dış siyasetinin ve uluslararası konumunun ana köprülerinden biridir. Siyasetin, medyanın, akademinin ve sivil toplumun bir bölümünün bu gerçeği tam olarak görememesi önemli bir eksikliktir. Bu eksikliğin giderilmesini de dileyelim.
Türkiye’nin siyasi cesaret ile bir mucizeye imza atarak 1 Temmuz’da İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesinin iptali, Türkiye’de demokrasi ve siyasi uzlaşı için tarihi bir kazanım olacaktır.
Avrupa Konseyi dizimizi tamamladık. Bu alanda tartışmaya katkı sağlayabildiğimizi umarız.