Brexit, son iki yıldır Damon Albarn’ın ana meselelerinden biri. Vatanından kopartılmış hissettiğini ve yegane derdinin müziğiyle o bağı tekrar kurmak olduğunu söylüyor o…
Şef Issam Rafea ve Suriyeli Müzisyenler Orkestrası ile birlikte 23. İstanbul Caz Festivali’nin unutulmaz açılışını yapan, Blur ve Gorillaz’ın muazzam beyni, popun en üretken isimlerinden Damon Albarn, yan projelerinden biri olan The Good, The Bad & The Queen ile birlikte çıkardığı Brexit karşıtı "Merrie Land" albümüyle gündemde.
Britanyalı rock grupları arasında Damon Albarn kadar dünyayı kucaklayan, dünyalılığı savunan, hassas coğrafyalara büyük bir adanmışlıkla el uzatan, müziğin iyileştirici ve dönüştürücü gücüne itimat eden çok fazla isim yok.
Gorillaz ve Blur gruplarının da kurucusu olan Albarn, bu kez yan projelerinden The Good, The Bad & The Queen’in solisti olarak, 11 yıl aradan sonra, kısa bir süre önce çıkan ikinci albümü "Merrie Land" ile, ülkesine melankolik ve sönük bir neşeyle bakıyor.
60’ların “Çılgın Londra”sında son derece geniş görüşlü ve sanatçı bir ailenin evladı olarak dünyaya gelen Damon Albarn, 24 Haziran 2016’da yüzde 52 oyla Brexit kararı çıkan referanduma itirazını bu albümle pekiştiriyor.
İngiltere'nin Avrupa Birliği'nden çıkması anlamına gelen Britanya'nın (Birleşik Krallık) ilk iki harfi (Br) ile exit (çıkış) kelimesinin birleşmesinden oluşan Brexit meselesi, son iki yıldır Damon Albarn’ın ana meselelerinden biri olmuş vaziyette. Kendisiyle yapılan söyleşilerde, vatanından kopartılmış gibi hissettiğini ve yegane derdinin müziğiyle o bağı tekrar kurmak olduğunu sıklıkla dile getirdi. Sağın yükselişi, Avrupa kuşkusu, ırkçılık gibi konuları Gorillaz kimliğiyle de son iki albümde şarkılarına taşıyan Albarn, The Good, The Bad & The Queen olarak "Merrie Land"de de aynısını yapıyor.
Brexit mevzusunu iyice kişiselleştirdiği bu albümde yer alan parçalar, kızgın, üzüntülü ve çare arar gibi… Örneğin "Last Man to Leave"de "Don't leave me now" (“Beni şu an terk etme”) diye; "Lady Boston"da "and where do I go now, and where does it seem to be free?" (“Şimdi nereye giderim, nerede özgür olunabilir ki”) şeklinde sesleniyor.
Giriş parçasında ise, "I'll pack my case and get in a cab and wave you goodbye" (“Çıkınımı toplar, taksiye atlar ve el sallarım”) diyerek ülkesiyle neredeyse vedalaşıyor.
Son röportajlarından birinde ise albümle ilgili şu sözleri söylüyor: “Memleketi terkedecek değilim. Konu sadece İngiltere değil. İçinde büyüdüğüm çok uluslu progresif toplum fikri, dünyanın her yerinde tehdit altında. Bu anlamda bir diyalog başlatmak isteyen Avrupalı bir albüm yaptım.”
Damon Albarn’ın kurucusu olduğu, The Clash’in eski basçısı Paul Simonon, Fela Kuti’nin davulcusu ve afrobeat’in kurucularından Tony Allen ve eski The Verve elemanı Simon Tong’dan oluşan The Good, The Bad & The Queen ilk kez 2006’da bir araya gelmişti. Dub, afrobeat, britpop ve folk türlerini harmanladıkları ilk albümlerinin konusu yine İngiltere’ydi. Dinleyicilerin coşkuyla karşıladığı o albümden sonra gelen"Merrie Land"de ise birbirinden ustalıklı müzisyenler hünerlerini geride tutup, sözü sanki meseleye bırakmış gibiler.
“Merrie Land” bizim de kolaylıkla bağ kurabileceğimiz “cool” ve “taşralı” İngiltere’yi karşı karşıya getiriyor. Albarn albümü çıkarmadan önce, yıllar yılı ihmal edilmiş ve karanlık güçlerin ele geçirdiğini düşündüğü, Brexit’e geçit veren insanların yaşadığı bölgeleri trenle ziyaret edip, onları dinledikten sonra yazmış şarkılarını. David Bowie’nin de yapımcısı olan Tony Visconti’yle kaydettiği 11 şarkı da duyduklarının yarattığı hüsranla ortaya çıkmış.
Memleketiyle kurduğu kuşkucu ve sevgi dolu bağ Albarn’ın kariyerinde oldum olası önemli bir yere sahipti. 1994’te Blur olarak çıkardığı “Parklife” albümüyle 90’lar İngiltere’sinin ruhunu yakalamasını iyi bilse de, karşılaştığı “mega ilgi”ye hiçbir zaman güvenmedi. İngiltere her zaman onun bildiği ama bir o kadar tanımadığı yönlere sahip bir ülkeydi.
İngiliz The Guardian gazetesi, Albarn’ın albümünü ve uğraşını, ‘50 yaşına gelmiş milyarder bir pop yıldızının memleketin durumunu tahlil etmesi doğru mu?’ sorusuyla eleştiredursun, Albarn’a göre İngiltere’de pop milletin ruh sağlığını gözeten sınıflarüstü bir enstrümandı ve müziği politikanın halkla yapamadığını, onunla duygusal bağ kurarak yapıyordu.
Londra çıkışlı bir pop milyarderinin kalkıp Allah’ın unuttuğu Blackpool ve Preston gibi yerleri ziyaret edip, Brexit’i onaylayan insanlarla konuşması, aradaki kopuklukları düzeltmek için çabalaması ne kadar kötü olabilirdi ki?
Zira Albarn, Theresa May Britanya’sı/İngiltere’sinin kaderini belirleyecek ve 19 Mart 2019’da İngiltere’yi resmi olarak AB’den kopartacak Brexit kararının, The Good, The Bad & The Queen’in İngiltere turnesiyle ikinci referandumda engellenilebilineceğine inanmayı elden bırakmıyor.