“Ȍlü Canlar” adlı roman, Rus edebiyatının en önemli yazarlarından birisi olarak gösterilen Ukrayna asıllı Nikolay Gogol’un yapıtıdır.
Ȍzellikle Dostoyevski, Gogol’den çok etkilenmiştir, kitaplarında bunun izleri görülebilir. Dostoyevski, “Hepimiz Gogol’un paltosundan çıktık.”der. “Palto” Gogol’un çığır açan bir öyküsüdür.
“Ȍlü Canlar” romanının başkahramanı dolandırıcı ve yalancı Çiçikov, Rusya'da şehir şehir dolaşıp, feodal kanunlara göre toprak sahiplerinin malı olan köle köylüleri satın almaktadır. Ancak istediği köylüler, ölü olanlardır. Kölelik döneminin sona ermesinden önce, toprak sahipleri çalıştırdıkları köylü sayısınca devletten para da alabiliyorlardı. Yasal boşluklardan yararlanmaya çalışan kitap kahramanı, nüfus sayımı arasında satın aldığı ölmüş canları sağ göstererek para kazanmayı amaçlamıştır.
İmparatorluklar, savaşlar ölü canlar üzerinde yükselir. Ne kadar ölü canın varsa, o kadar uzun süre iktidarını devam ettireceğini sanırsın; ölü canları toplumu sindirmek, köleleştirmek için kullanırsın. Bunun için tarihsel olarak imparatorluklar, başka toprakları işgal edip savaşlar çıkarmışlardır.
İktidarlar, tarihsel olarak ölü canlar üzerinde yükselmiş, gelişmiş ve yine onlar sayesinde sona ermiştir. Sonuç olarak ölü canlar bile iktidar sahiplerini güçlerini yitirmekten kurtaramaz.
Bu kadar can bile yetmiyor ki muktedirlere, zaten savaş olan yerleri bir kez harap etmek yeni ölü canlar eklemek istiyorlar Çiçikov gibi defterlerine.
ABD’nin ölü canlar defteri çok kalın, Vietnam’dan, Irak’a, Afganistan’dan, Somali’ye şimdi de belki Suriye’ye kadar uzanıyor.
Türkiye’de de Gezi Direnişi’nden bu yana gencecik insanlar ölü canlara dönüşüyorlar. Polis şiddeti, iktidar sahiplerinin hak arayanlara yönelik öfkesi ile orantılı olarak giderek artıyor.
Sanıyorlar ki şiddetin dozu arttıkça, iktidar güçleri de artacak. Belki yüzde 50 değil, yüzde 60’ı garantileyecekler.
İstanbul Valisi Hüseyin Mutlu, önceki gece attığı tweetlerin birisinde şöyle diyor: “Halk ve sokak korunacak!”
İşte mantık budur. Esasında korunmak istenilen sokaktır, halk değil. Halk sokağa çıkmasın ve en temel demokratik hakkı olan gösteri hakkını kullanmasın isteniyor.
Parkları, sokakları, meydanları kapatıyorlar ki, halk giremesin.
Siz insanların gösteri hakkına saygı duydunuz mu, polis müdahalesi olmadan son aylarda kaç barışçıl gösteri yapılabildi?
İnsanların kafalarına, gözlerine gaz kapsülleri atılsın; ölsünler, kör olsunlar, coplansınlar, hapsedilsinler, sonra da tepki gösterildiğinde, halkı “marjinal” ilan ediniz.
Peki gösteri yapan on binlerce kişi halk değil mi?
Peki o yerlerde sürüklenen kitle örgütü, parti yöneticileri, gaz yiyen milletvekilleri de marjinal mi?
Mutlu, gerçekten mutlu; bu tablo karşısında tweet atarak “oh oh!” diyor.
Kusura bakmayınız ama dünyada kimse bu politikayı yutmuyor artık.
Şiddetle iktidar bir yere kadar devam ettirebilir, ama şiddetle bir topluma diz çöktüremezsiniz.
Medyada uzun süredir, ölen silahsız göstericiler değil, polis şiddetini haklı göstermeye çalışan yorumlar yapılıyor.
Sevilay Yükselir, Sabah gazetesinde 11 Eylül ‘de yayınlanan yazısında şöyle diyor:
“Savaş var o anda. Sokak savaşı ve o savaşı bitirmek, asayişi sağlamak için polis de kolluk kuvveti olarak görevini yapıyor. Durduk yerde sıkmıyor o gaz bombalarını. Ya da sakin sakin bir köşede oturanların üzerine gitmiyor son sürat panzerlerle.” (http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/yukselir/2013/09/11/abdullah-ethem-ali-mehmet-ahmetin-kaybina-degdi-mi-davaniz)
Şimdi bu sözlerin hangi kısmına yanıt vereceksiniz?
İzmir’de polis, sakin sakin bir yerde oturan genç kızların saçlarını çekmedi mi?
İstanbul’da kahve içen gazetecilere saldırmadı mı?
14 yaşındaki Berkin, ekmek almaya giderken kafasından gaz kapsülü ile vurulmadı mı?
Sopalarla öldüresiye dövüldükten sonra, polis baygın bir şekilde yerde yatan Ali İsmail Korkmaz’ı tekmelemedi mi?
Bütün bunlar durduk yerde olmadı mı? Daha birçok örnek verilebilir.
Silahsız ve anayasal gösteri haklarını kullanan insanların üzerine orantısız şiddet ile gitmek hangi demokraside ve hukuk devletinde vardır?
İktidar yanlısı medyada genelde, “gençlerin bazı odaklarca kışkırtılarak sokağa sürüldüğü”, “ölen olursa bayraklaştırıldığı” “bazı çevrelerin buna sevindiği ve ellerini oğuşturduğu” şeklinde yorumlar yapılıyor birçok köşe yazarı tarafından.
Merak etmeyiniz, Türkiye’de sol kesimin bayrağa ihtiyacı yok, çünkü on yıllardır bu ülkede solcu insanlar öldürülüyor, “bayrak ise yeterince bayrağı” var solun.
Sevilay Yükselir, gösterileri yasadışı olarak ilan ediyor ve “Polis gül mü verecekti?” diye soruyor.
Birincisi insanlar izin almaksızın barışçıl demokratik gösteri yapabilirler. Bu dünyada (hukuk devletlerinde) bir haktır. Kimsenin polisten gül beklediği yok, ama insanları da kafasından, gözünden gaz kapsülü ile vurmasın. Ayrıca gazetelerde yer alan haberlerde, bazı kadın göstericiler polis tarafından taciz edildiklerini iddia ediyorlar.
Gazetelerde yer alan bir habere göre, Almanya'nın Stuttgart Kenti'nde çevreci eylem yapan gruba karşı panzerlerden tazyikli su sıkan üç polise hapis cezası verildi.
İnsanlar öldürülecek, su ve gaz yiyecek, coplanacak sonra da sokağa çıkıp bunu protesto edince “kışkırtılmış olacaklar.” İnsanlar robot değiller.
İsteniyor ki, ölümler de protesto edilmesin, köle gibi tam olarak itaat edilsin. İktidar yanlısı medya mensuplarının çoğu ise, kendi çıkarlarını kaybetmekten korkuyor. Çünkü tersi durumda, birçok gazeteci gibi işten atılabilir ve televizyon programları sona erebilir.
22 yaşında bir insan, görgü tanıklarına göre başına gaz kapsülü sıkıldığı için -dünya basınında böyle yer aldı en azından- için oluyor ve şüpheli bir biçimde “düştüğü” iddia edilerek olay kapatılmak isteniyor.
“İyi yurttaşlıktan” gösteri hakkını kullanan ve demokratik tepki gösteren bireyler değil de, sorgusuz itaat eden, güce tapan ve etliye sütlüye karışmayan kişiler anlaşılıyor.
Ey muktedirler! Çıkarın Çiçikov gibi defterlerinizi, yazın oraya ölü canların isimlerini dikkatlice!
Yazın oraya,
Ali İsmail Korkmaz,
Ethem Sarısülük,
Abdullah Cömert,
Mehmet Ayvalıtaş,
Mustafa Sarı,
İrfan Tuna,
Ahmet Atakan
Bitmedi, Lice’de öldürülen Kürt insanını da ekleyin özenle:
Medeni Yıldırım
Sakın kaybetmeyin o defterinizi!
Çünkü o defter, demokratik ve insan haklarının egemen olduğu bir Türkiye’de bir gün hukuksal olarak hesap sormak için kullanılacak....