Fazlasıyla bıkkınlık veren ve yeterince uzun süren bir salgının üçüncü kışında bezgin insanların şu soru ile adeta beni de bezdirmek istediklerini ya da benden son bir kez son olmasını umdukları sözcüklerimi duymak istediklerini seziyorum:
"Hocam Omikron tünelin ucundaki ışık mı?"
Gülerek cevap veriyorum:
"Hangi tünel, salgın çoktan bitmedi mi?"
Bu cevap karşısında iyice şaşırıyorlar.
Ölenler, hastalananlar çoktan hastane rutinlerine karıştı, maske dışında salgını anımsatan bir şey de yok.
Tek beklenti, salgın bitti anonsu ile birlikte, maskeleri fırlatıp salgını mezun etmek.
Omikron hafif seyrediyor hikâyesi, herkesin satın almak istediği alıcısı çok olan bir hikâye, o bakımdan bir şey demenin de pek anlamı kalmadı.
Çünkü bu denli büyüleyici bir öforide sesimi duyacak olanlar artık yalnızca başıma üşüşecek olan can sıkıcı trollerdir diye düşünüyorum.
Omikron'un ilk saptanıldığı Güney Afrika ile hemen baskın hale geldiği İngiltere verileri üzerinden, başlıkları atılan bu "Omikron salgını bitirecek" ya da "Salgın böyle böyle bitecek" hikâyesi, gerçekliğin duvarına dahi çarpamayacak kadar da uçucu.
Nasılsa olacak olanı hep birlikte izleyeceğiz, sonra yine yorgun yorgun söyleşir, söyleniriz diye düşünerek cevapsız bırakıyorum bu soruları.
Bir önceki dalgaya yol açan Delta beş şiddetinde bir tsunami ise, Omikron üç şiddetinde ama aralıksız, sürekli bir tsunami denilebilir.
Bunun, yani Omikronun şiddetinin düşük olmasının en önemli nedeni, Delta'dan geriye kalanların dayanıklı, aşılı ya da yeni enfeksiyon geçirmiş bağışık kişiler olması.
Bireyler, artık diğer dalgalardan geride kalan ya da bağışıklanmış olarak salgının başından daha güçlü, sistemler ise daha yorgun ve kırılgan.
Omikron dalgasının Güney Afrika'da genç nüfus ve tam anlamıyla "Ölen öldü, kalanlar ise sağlamdı" durumu ile fotoğrafını çekip sonuçlar çıkarmaktayız.
İngiltere'de ise Omikron ile birlikte salgın stratejisi şöyle kurgulanmış gibi duruyor: Çoğunluğu en az iki doz aşılı nüfusa Omikron'un bağışıklığını eklemek.
İki doz aşı ve bir doz hafifletilmiş Omikron formülünden süper bağışıklık çıkacağı ve bununla da bahar ve yaz aylarının bulunacağı umuluyor.
Anımsayalım, Omikron iki doz aşılı kişilerin bağışıklığını aşıp tutunabiliyor ama hastalık "genellikle" şiddetli seyretmiyor.
İyimserliğimizin bir nedeni bu "genellikle" ile "mutlaka" arasındaki gri farkı, beyaza boyamış olmamız.
Aslında iyimserlik, sokaklarda başı kesik tavuklar gibi sağa sola koşuşturan insanların yarattıkları diyemeyeceğimiz daha çok satın almaya gönüllü oldukları bir hikâye.
Hikâyeyi satan ülke yöneticilerinin hâlâ salgını ne derinlikte kavradığını ya da kavradılar mı bunu pek bilemiyorum.
Ülke yönetenler çok disiplinli, Omikron'un yayılmadığı ya da aşılaması yüzde 75'i aştığı için salgının düşük ölüm hızıyla seyrettiği bazı ülkeler dışında hep zaman satın almaya çalıştı.
Zaman satın alırken de hikâyenin sonunu, virüsün bizi terk etmesine bağladılar.
Kalan ve şu anda Omikron tsunamiside duran ülkeler ise sistemleri tümüyle kapattı, aşıladı, bireyi sosyal ve ekonomik olarak destekledi ancak salgınsız dönemlerdeki geniş birey özgürlüğü ile salgındaki birey keyfiyeti arasındaki gri zonu siyaha boyadı.
Totaliter rejimlerin bilim karşıtlığı ve salgın inkarcılığının katastrofisi ise raporsuz.
Sürü hasarı var ama tespit de yok.
İki aşılılarda Omikron bağışıklığı işe yarayacak olsa da süresi ve yeni bir varyant gelişirse ya da aslında hiçbir yere kaybolmayan ve bayrağı geçici olarak kendisine teslim eden eski varyantlara etkisi bilinmiyor.
Hiç aşı olmamış ya da eksik aşılı kişilerde ise hangi varyant olursa olsun, doğal bağışıklık kusurlu ve geçici, bu nedenle sürü bağışıklığı düş'ümüze pek katkısı olmayacak.
Diyelim ki ve muhtemelen, Omikron'un şiddetini doğru ölçtük ve Delta'dan daha hafif ve akciğerleri ayıran bir varyant.
Aşılı ve bağışıklık sistemi sorunu olmayan bireylerde daha az hastaneye yatış gereksinimi ve daha az ölüm var. Ama Omikron, salgını başlatan suşa göre başka bir alt tür kadar çok değişiklik gösteriyor ve insanlarla etkileşimi henüz bilinmeyenlerle dolu.
Bu kadar yayılan ve bu kadar kesintisiz bir fırtınanın şiddeti düşük dahi olsa, bırakın tünelin ucunu, kapımızı aralamamıza izin verecek mi?
Türkiye'nin bu son hafta, tüm vaka ve temaslı taramasını dayandırdığı PCR test yaklaşımını aşılı, aşısız ayırmaksızın yalnızca belirtili olanlar ile sınırlandırması, alelacele çalışmasını tamamlamamış bir aşıya, yalnızca bir imzalık formalite gibi "Acil Kullanım Onayı" verip gelecek fırtınaya dair hazırlıksızken buradan bir başarı hikâyesi umması, bizdeki durumun da artık "Sürü Hasar Testi" olacağını düşündürüyor.
ABD'deki durum, Omikron fırtınasının epeyce aşınmış sağlık sisteminde yaratacağı yıkıntılara ve milyonlarca duyarlı, kırılgan kişiyi önüne katacağına işaret ediyor.
Neden ABD, Güney Afrika gibi daha mutedil bir seyir göstermiyor?
Çünkü hastalandırıcı mikroplar hele ki pandemi yaratacak kadar güçlü olanlar için bireysel hasarın şiddeti konak yani insan ile etkileşimlerinin sonucunda belirir.
Kırılgan olanlar dışında hafif cümlesi, salgının ilk iki yılını atlatmış, tıp ve bilimin emniyet ağı ile yaşamış kişiler için Omikron'u siyaha boyuyor.
Salgını yeniden griye boyayan Omikron'dan torpil bekliyoruz
Ama büyük Fredrich'in (Nietzche) söylediği gibi: "Umut en büyük kötülüktür, çünkü işkenceyi uzatır."