Kalkan'dan Bodrum'a dönüş yolundaydık. Dört aylık köpeğimiz Niki de arabada. Havamız, enerjimiz, neşemiz pek yerindeydi. Yol müziklerimiz tam kıvamında. Tadı kaçmadan yakaladığım kütür kütür kiraz şahane…
Birden kendimi eski zamanlarımda hissettim. Sahil Günlüğü çektiğimiz yazlarda. Günlük gezi programı. Şimdi düşününce tam bir delilikmiş. Sabah 8'den karanlık bastırana kadar çekim yapardık. 35 derece sıcakta, en güzel kareyi yakalamak, en hoş röportajı kaçırmamak için koşarak hem de. Akşamına da metinleri yazıp, kasetlere okuyup, CNN TURK merkeze, prodüktörüm Onur Akhan'a yollardım. Hop, gecenin kim bilir kaçında, en yakındaki kasaba veya şehre geçerdik. İnsan üstü bir çabaymış. Bir yazda 60 günlük program. Yorgunluktan yaz sonunda bir hafta boyunca panjurları kapalı odadan çıkmadığımı bilirim.
Kış sezonuna da haftalık çekerdim. Yaz maratonundan sonra çalışmıyormuşum gibi hissederdim. Sonuç ne oldu derseniz…
Sadece güzel geriye kalan güzel anılar, hâlâ kulağımda çınlayan kahkahalarımız…
Ana yoldan içeri sapıverdim. Daha önce hiç plan yapmamıştım. Fethiye'nin sıkışık trafikli ana caddesinden ilerleyip, Kayaköy sapağından girdim. Dokuz kilometre, kıvrıla kıvrıla gittikten sonra da Kayaköy'e ulaştım.
En sevdiğim yerlerden biri burası. Abartmıyorum. Heyecanla arabadan indim. Görmediğim on sene içinde yeni yerler açılmış. Çok sayıda hem de. Piknik alanı gibi, cafe gibi, bazıları chill-out lounge havasında yerler. Terk edilmiş köyün girişi neresiydi, onu bile bulmakta zorlandım. Hani bellediğiniz binalar değişince gideceğiniz adresi karıştırırsınız ya, o hesap. İlk kez ziyaret ediyormuş gibi, kalakaldım.
Neyse, afallamam çok sürmedi. O amatör gezgin maskesinden çabuk sıyrıldım. Evet, tesisler açılmış falan ama, Kayaköy girişi aynen hatırladığım gibi. Ne adamakıllı bir sunuş, ne de fiyonklu bir paket. Acayip bir hikâye, dünyaya pazarlanacak bir güzellik; ama öylesine savrulmuş, atılmış, önemsenmemiş işte. Uyduruk bir tabela üzerine yazılı azıcık bilgi. Bütün tarih, bütün hikâye, bir küçük tabela üzerindeki silinmiş yazılardan ibaret. Ne yazık.
Burası kocaman bir köy. Eski adı Levissi. 200 yıla yakın, çoğunlukla Rum vatandaşların yaşadığı bir köy. Tarımla uğraşan Müslüman Türklerin evleri, köyün yüksek olmayan yerlerinde. Tarlaya, bahçeye kolay ulaşsınlar diye.
Bölge zaten çok bereketli, ama özellikle Levissi zengin mi zengin. Üretim var, ihracat yapılıyor, gümrük ofisleri bile kurulmuş. Köyün iki okulu öğrencilerle dolu. Civardaki tek matbaa burada. Hatta günlük gazete Karya, her sabah okurlarına taze haberler sunuyor.
Bırakın beni anlatayım daha. Ama tutuyorum kendimi, sizi sıkmaktan korkuyorum. Hadi birkaç akılda kalması gereken cümle daha sıkıştırıvereyim araya: Nüfus 5 binden fazla. Halk, bu bereketli topraklar üzerinde, güneşin eksik olmadığı muhteşem iklimde, son derece mutlu bir hayat yaşıyor. Ne aşklar, tabii insanız, ne acılar; ne düğünler, ne eğlenceler… Kanatsız Kuşlar kitabında her detay bilgi, her ince hikaye, her gönül burkan aşk hikayesi mevcut. Okuyanınız mutlaka vardır, ilgilenirseniz de harika bir kitaptır.
Neyse. Her türlü bilgiye ulaşmak mümkün artık. Devir bilgi devri değil, tutku devri. Devir duygu devri. Size buraya girdiğiniz anda bütün hücrelerinizi kapsayan duyguyu anlatayım mı? Yalnızlık. Acıklı bir yalnızlık. Tam olarak nedenini kestiremediğiniz ama hıçkırarak ağladığını bir akşamüstünün yalnızlığı…
Turgut Uyar'ın dediği "hangi cebini karıştırsan yalnızlık", ya da MFÖ "yalnızlık ömür boyu" şarkısına yeni klip çekiyormuş, setini ziyaret etmişim gibi. Her ev, her kapı, her dönemeç, yalnızlık…
Dönemimizin efsane inşaat firmalarının marka projelerinden birine dönüşse daha mı iyiydi diyeceksiniz şimdi. Ne öyle evler ayrık ayrık. Her biri açıklığa bakıyor, hiçbir ev, bir diğerinin manzarasına engel olmuyor. Aşağı katlardan stüdyo çıkart, hatta iskandan sonra birer de zemin katı…
Off. Evet, iyi ki böyle kalmış. Yanlış bir kalpte olmaktansa, kendi kabuğunda, kendi anılarının altında kalmış yüz yıldır.
Mübadele, bizim tarihimizde hala doğru dürüst anlatılmayan, öğretilmeyen bir dönem. Aslında 1890'ların sonunda başlıyor, 1925'e kadar falan devam ediyor. Halkların kendi rızası dışında yer değiştirmesi, hala, kuşaktan kuşağa anlatılan trajikomik bir geçiş dönemi olarak belleklerde yerini alıyor.
Levissi'nin halkı gönderiliyor. Önce erkekler askere alınıyor. Sonra yavaş yavaş kadınlar ve dönebilen askerler ve çocuklar, gruplar halinde yollara düşüyorlar… Geliriz diye anahtarları girişteki eşiğin altına gizleyip, yanlarına en çok gerekenleri alarak, gidiyorlar. Ruhları burada kalıyor. İstek dışında sonlandırılmış hayaller, bu ağaçlarda, bu bulutlarda, zamana direnemeyerek yıkılan evlerin iç duvarlarında her şeye inat yok olmayan boyalarında yaşıyor aslında.
Kalabalıklar içinde yapayalnız olmanın korkunçluğu ise bambaşkadır.
Kayaköy, bildiğimiz yalnız kalmış. Halkı gitmiş, buraya yerleştirilmek üzere getirilen halk ise Levissi'yi beğenmemiş. Deniz kenarından gelen mübadiller için burası çok tepede, çok yokuştaymış. İstemeyiz demişler, başka evler, araziler verilmiş. Hiç yaşam başlamamış. Kapılar açılmadan, eşyalar bozulmadan, divanı örtüsü kalkmadan, gitmişler.
Burası yapayalnız kalmış.
Sevgisiz, çiçeksiz, müziksiz, kahkahasız bir halkın toprağı yeşermez. Sokakları gülmez. Perdelerin açık pencerelerden uçuşmadığı bir şehirde, müziğin duyulmadığı bir akşamda, yıldızlar bile parlamaz. Bereket denen şey, insanın içinden çıkan gülümsemeyle başlar. Ağaca, kediye, kapıya; sevgi dolu her dokunuş, katmerlenerek geri döner. Sevgisiz insan, kalabalık içinde olsa da, yapayalnızdır. Üstelik toksik bir kimyasal formül gibi, etrafını zehirler. Bastığı toprakta ağaç bitmez, dokunduğu insan fide vermez.
İyi ki yalnız kalmış Kayaköy.
Şimdi gördüm, birkaç otel açılmış. Bozmadan, incitmede yapılmış gibi geldi. Gezmedim, konaklamadım. Demek bazı izinler verilmiş, kurallar esnetilmiş. Bilemedim.
Ben bu yalnızlığı yaşadım sadece. Herkesin biraz yalnız, bir tarafımızın hep kurak olduğunu bilerek, dolaştım. Restore edilse dedim, duvarları indiren incir kökleri temizlense dedim, burası bir sanat köyü, bir felsefe okulu olsa falan dedim. Hepsini kendi kendime söyledim. Ben söyledim, ben diledim. Yalnızken çıktım tepelere. Girmek yasaklanmış kilise yıkıntılarına göz attım. Kitapta geçen eczane neresi olabilir, hah işte burada diye onu buldum. Philotei ve İbrahim'in buluştuğu gizli köşeleri takip ettim. Onları gördüm ben. Yalnızken.
Ne demiş şair?
Yalnızlık yaşamda bir anHep yeniden başlayan.Dışından anlaşılmaz.Ya da kocaman bir yalan.Kovdukça kovalayan…Paylaşılmaz.Bir düşün'de beni sana ayıran yalnızlıkPaylaşılsa yalnızlık olmaz.
Paylaşamam. Bir andı sadece.
Kayaköy gezisi sadece yarım gün sürdü. Bütün hayatımı, bütün gezilerimi, bütün insanlarımı, bütün hayallerimi yanıma alıp dolaştığım upuzun bir andı. Başka bir his bıraktı. Değişik, anlatması çok zor.
Ayrıca paylaşamam.
Fatih Türkmenoğlu kimdir? Fatih Türkmenoğlu İstanbul'da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık bölümünden mezun olduktan sonra New York Üniversitesi'nde ‘işletme diploması' programını bitirdi. University of Michigan'da bir yıl ‘konuk gazeteci' olarak seminerler verdi. Northwestern Üniversitesi'nde Ortadoğu bölümünde araştırma yaptı. Kent Üniversitesi'nde ‘klinik psikoloji' yüksek lisansı yaptı. Çeşitli terapi eğitimleri aldı, almaya da devam ediyor. Gazeteciliğe 1995 yılında Sabah grubunda başladı. Sabah ve Yeni Yüzyıl gazeteleri ile Aktüel, Esquire, Cosmopolitan dergilerinde gezi, izlenim yazıları yazdı, çok sayıda röportaj yaptı. Kuruluş döneminde ilk özel haber kanalı olarak yayına başlayan NTV'ye geçti. Beş yıl çalıştığı kurumda hazırlayıp sunduğu programlarla ödüller kazandı. İzleyen dönemde geçtiği CNN Türk televizyonunda 13 yıl boyunca gezi programları ve belgeseller hazırladı ve sundu. Milliyet, Cumhuriyet ve Hürriyet Seyahat için yıllarca yazı yazdı. CNN International televizyonu için Türkiye'den uzun süre haber yaptı. "Her Perşembe Saat 4'te", "Hayat Gezince Güzel", "Türkiye'de Görülmesi Gereken 101 Yer", "Amerikan Rüyası Tabirleri", "Üç Kuruş Fazla Olsun Kırmızı Olsun" adlarıyla beş kitabı yayımlandı. Moderatör, sunucu olarak da çalışan, şirket yöneticileri ve bürokratlara sunum teknikleri ve medya ile ilişkiler konularında danışmanlık yapan ve TedX konuşmacısı olan Türkmenoğlu, uzman klinik psikolog olarak da danışan kabul ediyor. ABD ve Türkiye'de yaşıyor. Evli ve iki kız çocuk babası. |