İktidarı destekleyen çevrelerin yeni geliştirdikleri bir savunma mekanizması var; Atatürk ve Ecevit’ten örnek vermek.
Bu savunmanın iki yeni örneği Türkiye’nin Libya’ya asker gönderme girişimi ve Kanal İstanbul projesinde yaşandı.
Libya’ya asker göndermenin yanlış olacağını söyleyenlere karşı iktidarı savunanlar "Atatürk de Libya’ya gitmişti" anımsatması yaptılar. Bu anımsatma ile "Atatürk de Libya’ya gittiğine göre, bugün Türkiye’nin Libya’ya asker göndermesi de doğrudur" demek istiyorlar.
Oysa Atatürk’ün Libya’ya gitmesi o kadar faklı bir olay ki, bugün Türkiye’nin Libya’ya asker göndermesi ve iç savaşa müdahil olmasına örnek oluşturmaz.
Atatürk Libya’ya gittiğinde, Libya Osmanlı İmparatorluğu’nun toprağı, Atatürk de bir Osmanlı subayıydı. Libya’ya bir subay olarak gitmesi gayet doğaldı.
Bugün Libya’ya asker göndermekle, Atatürk’ün Libya’ya gitmesi iki farklı olay.
Bu nedenle, Atatürk’ün Libya’da görev yapmış olması, bugün Libya’ya asker göndermenin doğru bir karar olduğunu göstermez.
Bu karar Atatürk’e sığınılarak savunulabilecek bir karar değildir.
Libya’ya asker gönderilmesine yöneltilen eleştiriler, Türkiye’nin Libya’da iç savaşa dahil olmasının yanlışlığından kaynaklanıyor.
Bugün itibariyle Türkiye’yi Akdeniz’de destekleyen KKTC dışında Trablus’taki Ulusal Mutabakat Hükümeti var. Onun da geleceği belirsiz. Hafter güçleri ise Trablus’u kuşatmış durumda ve arkasında ABD, Suudi Arabistan, Mısır ve Rusya bulunuyor. Türkiye’yi destekleyen başka bir ülke yok.
Libya’da iç savaş sürerken Türkiye’nin bir tarafı ayakta tutmak için asker göndermesinin riskleri çok büyük.
Bu riskleri tartışmak yerine "Atatürk de gitmişti" diye savunma yapmanın hiçbir yararı ve gerçeklik payı yok.
Libya kararını Atatürk’le savunmak gibi Kanal İstanbul projesini de Bülent Ecevit’le savunmak doğru bir yaklaşım değil.
Kanal İstanbul projesini savunanlar, bu projeyi ilk önerenin Bülent Ecevit olduğunu anımsatıyorlar. Buradaki amaç da "Ecevit gibi biri bu projeyi önerdiyse demek ki bugünkü Kanal İstanbul kararı doğrudur" demek.
İstanbul Boğazı’nın yükünü azaltmak amacıyla Bülent Ecevit’in böyle bir öneride bulunduğu doğrudur. 1994 yerel seçimleri öncesinde böyle bir projeden söz etmiş ancak sonradan bundan vazgeçmişti.
O dönem DSP’de İstanbul seçimlerinden sorumlu olan Erdoğan Toprak, Ecevit’in bu projeden neden vazgeçtiğini ayrıntılarıyla kamuoyuna açıkladı. Bu kanalın maliyetinin bütçeyi yutabileceği ve diğer sakıncalarını uzmanlardan dinleyen Ecevit, projeden vazgeçti.
Tabii, Ecevit’in kamu yatırımlarının olanak devlet bütçesinden yapılması, vatandaşın cebine ek yük getirmemesi gibi bir yaklaşımı vardı. O, bedeli vatandaşa ödettirilecek, Hazine garantisiyle yıllarca müteahhitlere gelir oluşturacak yatırım modeline karşıydı. Böyle olduğu için de bu projeden vazgeçmişti.
Ecevit’in İstanbul’a kanal projesini önermesi ve maliyeti konusunda bilgilendirilince vazgeçmesi de bugün verilen Kanal İstanbul kararının doğru olduğunu kanıtlamaz.
Kaldı ki Kanal İstanbul Projesi detaylı bir biçimde kamuoyuna da açıklanmış değildir. Bir sanal video çekiminden başka bir çalışma kamuoyuyla paylaşılmamıştır.
Projenin teknik boyutu ve finansmanı bir tarafa, en yetkin isimler tarafından dile getirilen; kanalın Montrö Boğazlar Sözleşmesi ve Türkiye’nin boğazlar üzerindeki egemenliği açısından yaratacağı sakıncalar bile böyle bir kararın tüm yönleriyle tartışılmadan verilmemesi gerektiğini ortaya koymaya yetiyor.
Bu tür büyük altyapı yatırımları sadece siyasi tercihle karara bağlanmaz. Mutlaka uzman kuruluşlarının ciddi araştırmalarına ihtiyaç vardır.
Ulusal çıkar - ulusal maliyet, sosyal fayda - sosyal maliyet hesapları mutlaka yapılmalıdır. Bu tip yatırımlar rant yaklaşımıyla yapılacak yatırımlar değildir. Atatürk ve Ecevit’ten örnek vermek ise yanlışı doğru yapmaz.