İktidar sözcülerinin açıklamalarından hükümete bağlanma sırasının meslek kuruluşlarına geldiği anlaşılıyor.
Hedefte; barolar, mimar ve mühendis odaları, Türk Tabipleri Birliği var.
Bu meslek kuruluşları da iktidarın her uygulamasını alkışlamayan, zaman zaman eleştiren kuruluşlar. Bu kurumların bazıları Anayasa’ya ve yasalara göre kamu kurumu, bazıları yarı-kamu kurumu niteliğindedir.
Savunma, yargının ayrılmaz bir parçasıdır. Avukatlar, yargıçlar ve savcılar gibi yargı erkinin vazgeçilmez unsurlarıdır. Yargının bir bütün olarak bağımsız olması için savunmanın da bağımsız olması gerekir. Baroların en temel işlevi de özgür savunmayı sağlamaları ve güvence altına almaları, meslek etiğini gözetmeleri, meslek ruhsatı vermeleri, avukat tutacak olanağı bulunmayanlara avukatlık hizmetini karşılıksız sunmalarıdır. Barolar bu nedenle anayasal ve yasal güvence altındadırlar.
Böyle bir kurumu, yasa zoruyla iktidarın bir organı haline getirmek, zaten güven kaybı içindeki yargıyı savunma yönü itibariyle de vesayet altına sokacaktır.
Bir bütün olarak baroların siyasi vesayet altına sokulamaması halinde ise "çoklu baro" sisteminin bir seçenek olarak düşünüldüğü kamuoyuna yansıdı. İktidarın üzerinde çalıştığı seçeneklerden birinin, "1000 avukat bir araya gelirse bir baro kurulabilmeleri" yöntemi olduğu basına yansıdı.
Böyle bir uygulama baroları avukat dernekleri haline dönüştürür. Bağımsız yargının ayrılmaz bir parçası olan avukatlık mesleğinin etik kurallarının, mesleki disiplinin, baronun taşıdığı yetkilerin ortadan kalkması anlamına gelir.
Böyle bir durumda "Muhafazakar Avukatlar Barosu," "Sosyal Demokrat Avukatlar Barosu," "Devrimci Avukatlar Barosu," "Ülkücü Avukatlar Barosu," "Feminist Avukatlar Barosu," "LGBTİ+ Avukatlar Barosu," "Türk Avukatlar Barosu," "Kürt Avukatlar Barosu," "Çerkes Avukatlar Barosu," "Sivaslı Avukatlar Barosu" gibi barolar çıkar ki, bu hiçbir güç ve makam karşısında önünü iliklememesi, eğilmemesi gerektiği için cübbesinde düğme olmayan yargı mesleğiyle bağdaşmaz.
Türkiye’de iktidar muhalefetin alanını daraltmak için büyük çaba gösteriyor.
Bunu yaparken devleti yönetmenin verdiği gücü kullanıyor.
Kuruluş yasalarına göre hükümetten bağımsız veya özerk olması gereken kurumları; bazen yasalarını değiştirerek, bazen yöneticilerini, bazen üyelerini değiştirerek hükümete bağlı kurumlar haline getirdi.
En çarpıcı örnekleri, Merkez Bankası, BDDK, HSYK, yargı organlarıdır.
"Bağımsız veya özerk devlet kurumu kalmadı" desek yanlış olmaz.
Anayasa’ya ve kuruluş yasalarına göre iktidarın emrinde olmaması gereken ne kadar kurum varsa, hükümete bağlı kurumlar haline getirildi.
İktidarın, kurumları kendi hiyerarşisi altına alma girişimleri devlet kurumlarıyla da sınırlı kalmadı.
Bağımsız, özgür olması gereken basının da sermaye yapısı değiştirilerek, yüzde 90’nından fazlası iktidarın kontrolü altına girdi. Birçok basın-yayın organı tek merkezden yönetilir hale geldi.
Özgür kalarak gazetecilik yapmaya çalışan, iktidarın her uygulamasını alkışlamayan, eleştirel yaklaşan bir iki gazete ve televizyon da büyük baskı altında. Bir yandan gazetelere resmi ilân kesintisi, bir yandan da Halk TV, Tele1 gibi televizyonlara ağır para ve yayın yasağı cezaları uygulayan iktidara bağlı kurumlar, çok daraltılmış bir alanda faaliyet gösteren bu basın-yayın kurumlarını da çökertmeye çalışan bir politika izliyor.
İktidarın muhalefetle mücadeleyi, ülkede hangi sorun yaşanıyor olursa olsun birinciyi sıraya koyduğu çok açık.
Hükümetin, CHP’li belediyelerin salgınla mücadelede başarılı olmamaları için elinden gelen bütün engellemeleri yaptığı yaşanarak görüldü. Buna karşın CHP’li belediyeler konulan yasakları ve sınırlamaları başka yasal yollar bularak aşmayı ve hizmeti sürdürmeyi başardılar.
Bu yasaklar ve kuşatma politikasının somut örneklerinden biri İstanbul Büyükkşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na açılan 27 soruşturmadır. Beylikdüzü Belediye Başkanlığı dönemine ilişkin olarak İmamoğlu 27 ayrı dosyadan soruşturuyor. Soruşturmayı yürüten müfettiş ise AK Parti’den milletvekili adayı olmuş bir denetim elemanı.
CHP’nin kamuoyunda etkili olan sözcüleri de ayrı bir kuşatma altında. Örneğin Grup Başkan Vekili Özgür Özel ve İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu… Her ikisi de zorlama yorumlarla darbe çağrısı yapmakla suçlandı ve haklarında soruşturma açıldı.
CHP’ye karşı bir diğer girişim CHP’nin Atatürk’ün mirası olan İş Bankası’ndaki hisseleri. CHP’ye tek kuruş getirisi olmayan Atatürk’ün emaneti olan bu hisselerin Hazine'ye devredilmesi ve İş Bankası’na iktidarın belirleyeceği yönetim kurulu üyeleri atanması girişimi yeniden canlandı.
En son 12 Eylül yönetiminin gerçekleştirdiği Hazine'ye devir işlemi, demokratik sisteme geçilince yargı tarafından iptal edilmişti. Atatürk’ün vasiyetini miras hukukunu yok sayarak değiştirmek, bağımsız bir yargı ortamında yine iptal edilecek bir işlem olacaktır.