Menfaat karşılığı yurtdışına insan kaçıran AK Partili Belediye Başkanı, "Neden yaptınız" sorusuna, gayet rahat bir biçimde, "Bana makul geldi, orada iş güç sahibi olurlar, burada işsizler, memlekete yükler" mealinde yanıt verebiliyor.
Gayet pişkin.
Sanki yurtdışına insan kaçırmak normal bir belediye faaliyetiymiş gibi...
İnsan kaçakçılığı ağır bir suç değilmiş gibi...
Kendinden gayet emin.
AK Partili belediye başkanı olarak kendisine bir şey olmayacağından kuşku duymadığı için iyi bir iş yapmış gibi anlatıyor.
Belediye devlettir. Kamu tüzel kişiliğidir. Belediyeye kamyon aldılar diye insan kaçakçılığına aracı olmaz. Yurtdışına insan kaçırmak için hizmet pasaportu çıkaramaz.
Yurtdışına insan kaçıran belediyelerin yaptığı yasadışıdır.
Ancak belediye başkanları, "Aslında hiçbir şey yasadışı değildi, çünkü artık yasa diye bir şey yoktu" diyen George Orwell'e rahmet okuyor gibiydiler.
Bu rahat tavırlar, iktidar yanlıları için geçerli olan "cezasızlık" rahatlığının, düzenin çürümüşlüğünün bir sonucudur.
Bir düzende anayasa, yasalar uygulanmıyorsa adalet çürümüş demektir. Adalet çürümüşse her şey çürümüş demektir.
İnsan kaçakçılığına aracı olan belediye başkanlarının pişkin tutumları bu çürümüşlüğün çarpıcı örneklerinden biridir.
Başka örnekler de var.
Çorlu tren kazasında oğlu Arda'yı kaybeden Mısra Öz'ün başına gelenler gibi.
Çocuğunu kaybettiği günden bu yana, yılmadan, usanmadan, bıkmadan kazadan sorumlu olanların cezalandırılması için tek başına mücadele eden Mısra Öz.
Mısra Öz, oğlunun ölümünü "kader" diye kabullenip, bir kenara çekilip susmadığı için sanık yapıldı.
Adalet, Arda'nın ölümünden sorumlu olanları yargılayıp cezalandırmak yerine, Mısra Öz'e dava açtı, Ona ceza istedi.
Çorlu tren kazası iki makinistin üstüne yıkılıp kapatılmak istendi.
Adalet yerini bulmadı.
Mısra Öz pes etmedi.
Şimdi Koronavirüs'e yakalandı, yoğun bakımda yaşam mücadelesi veriyor.
O artık yazamıyor ama onun yerine Kemal Kılıçdaroğlu başta olmak üzere vicdanlı, dürüst, adalet arayan insanlar davasını üstlendiler, onlar yazıyor ve soruyorlar:
"Arda öleli 1014 gün oldu, ölümünden kimler sorumlu?"
Bir başka örnek.
Rabia Naz ve babası Şaban Vatan.
Şaban Vatan, kızı Rabia Naz'ın şüpheli ölümünü "kader" diye kabullenip bir köşeye çekilmedi. Kızının nasıl öldüğünü, ölümünden kimlerin sorumlu olduğunu ortaya çıkarmak için yine tek başına büyük mücadele verdi. Vermeye devam ediyor.
Adalet Şaban Vatan'ın sorularını yanıtlayamadı, ortaya koyduğu çelişkileri izah edemedi.
Düzen, Rabia Naz'ın ölümünden sorumlu olanları bulup yargılayıp cezalandırmak yerine Şaban Vatan'ı "ruh hastası" ilân edip hastaneye yatırmaya kalkıştı.
Bu da Şaban Vatan'ı yıldırmadı, mücadelesini sürdürdü.
Bu kez düzen Mısra Öz'e yaptığı gibi Şaban Vatan'a yöneldi, O'nu sanık sandalyesine oturttu. Yargıladı, ağrı para cezasına çarptırdı.
Bir diğer örnek...
Hırsızı, yolsuzu, yankesicisi, sokak ortasında, çocuğunun gözü önünde kadını döven, tekmeleyen, öldüren, öz kızına tecavüz edeni serbest bırakan düzen, ortak açıklama yaptılar diye ömrünü Türkiye'nin savunmasına vermiş emekli amirallerin ayak bileklerine elektronik kelepçe taktı.
Bir örnek daha...
Düzen, "128 milyar dolar nerede?" diye soran ve soruyu pankartlara yazıp asan ana muhalefet partisi CHP'yi susturmak için hukuki bir gerekçe bulamayınca, "pandemi döneminde pankart, afiş asmak yasaktır" diye karar aldı.
Düzen neresinden tutsanız elinizde kalan bir hâle geldi.
O kadar çürümüş.