"Önce ateş edip sonra nişan almak" diye bir özdeyiş vardır.
Türkiye’nin Suriye ve Libya’da izlediği politika bu özdeyişi anımsatıyor.
Ankara, hedefini ve o hedefe nasıl varacağını iyice tartmadan acele ve sert bir şekilde tutum alıyor, amacına ulaşamayınca bu kez tutum değiştirmek zorunda kalıyor. Böyle olunca da dış politikada bir uçtan diğer uca savrulmalar yaşanıyor.
Örneğin Suriye politikasında böyle oldu.
Suriye iç savaşının henüz başlangıcında Ankara, Suriye Devlet Başkanı Esad’ı gayri meşru ilan etti ve haftalar içinde devrileceği tahmininde bulundu. Esad’ın devrilmesini önceleyen bir politika izledi. Esad yönetimiyle teması kesti.
Ancak gelişmeler Türkiye’nin beklediği gibi olmadı.
Rusya ve İran, Esad’ı siyasi ve askeri olarak destekledi. Esad ayakta kalmayı başardı. Fiilen egemenliğinden çıkan kentleri geri almaya başladı.
Türkiye ulusal çıkarları bakımından Esad’dan çok daha önemli bir sorunla karşılaştı. ABD’nin desteğindeki PKK-YPG cephesi Türkiye aleyhine Suriye’nin kuzeyinde hakimiyet kurup bir devletçilik oluşturmaya ve bir koridor açmaya yöneldi. Ankara, Suriye’nin ve Türkiye’nin toprak bütünlüğüne tehdit olarak gördüğü bu gelişmeyi önlemek için üç ayrı askeri harekât yapmak zorunda kaldı. Bu süreçte yine Esad yönetimini tanımayan Ankara, PKK-YPG’yle mücadelede Suriye topraklarında yalnız kaldı.
Esad’ın devrilmeyeceği kesinleşince bu kez Ankara ile Şam arasında Rusya ve İran üzerinden dolaylı, zaman zaman alt düzeyde doğrudan temaslar başladı. Ankara, tanımadığı Şam yönetimiyle istihbarat ve dışişleri birimlerinde düşük düzeyli temaslar kurmak zorunda kaldı.
Nihayet Moskova’da Türkiye ve Suriye’nin istihbarat teşkilatı başkanları resmi olarak aynı masada buluştular.
Türkiye’nin Libya’da izlediği politika da Suriye’deki gibi…
Suriye iç savaşında olduğu gibi Libya iç savaşında da taraf olan Türkiye, Hafter’i darbeci ve terörist ilan etti. Hafter’i muhatap almayacağını söyledi. Meşru hükümetle teröristler arasında arabulucu olunamayacağını açıkladı.
Ancak Putin’in İstanbul’u ziyareti sonrasında, Türkiye ve Rusya Libya’da ateşkes için ortak çağrı yaptı. Dolayısıyla Hafter’i muhatap aldı.
Önemli ve olumlu bir gelişme olarak karşılanan ateşkes çağrısı sonrasında Hafter ve Sarraj Moskova’da bir araya geldiler. Milli savunma Bakanı Hulusi Akar ve MİT Başkanı Hakan Fidan da oradaydı.
Önerilen ateşkes taslağını Türkiye’nin desteklediği Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti Başkanı Sarraj imzaladı ancak Hafter imzalamadı ve Moskova’dan ayrıldı. Rusya, Hafter’in ateşkes taslağı konusunda itirazları olduğunu ve müttefikleriyle durumu ele almak için iki güne ihtiyaç olduğunu duyurdu.
Türkiye ise Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ağzından Hafter’i tekrar darbeci ilan etti ve tutumunda ısrar ederse Hafter’e hak ettiği dersin Ankara tarafından verileceğini duyurdu.
Bu açıklamayla Türkiye, yine sürecin başında Sarraj’ı tanıyan Hafter’i terörist gören pozisyonuna döndü.
Oysa Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Putin’den önce CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nu dinleseydi, daha iyi sonuç alabilirdi.
Kılıçdaroğlu Suriye iç savaşı boyunca Ankara’nın Şam yönetimiyle temas kurmasının ulusal çıkarlarını koruması açısından faydalı olacağını çok sık şekilde gündeme getirmişti. İktidar ana muhalefetin görüş ve önerisini dikkate alacağına, Kılıçdaroğlu’nun ağır dille eleştirmeyi seçti. Ancak sonuçta Esad’ı tanımıyorum derken, Şam yönetimiyle üst düzeyde doğrudan temas Moskova’da kuruldu.
Yine Kılıçdaroğlu, Libya’da ateşkesi sağlayıp barışı kurmak için hem Sarraj’la hem Hafter’le temas kurulmasını önerdiğinde Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nu bu konuları bilmemekle eleştirdi ve meşru hükümetle teröristler arasında arabuluculuk yapılmaz, dedi. Ancak aynı öneri Putin’den gelince hemen kabul etti.
Ulusal çıkarlar konusunda iktidar muhalefetin önerilerini dinleseydi dış politikada bu kadar savrulmazdı.