Bazı savunmalar yazılır ve dilekçe olarak Mahkemeye verilir. Usul budur.
Bazı notlara bakılarak mahkemelere sözlü olarak anlatılır, savunmadır.
Önce 73 sayfalık yazılı savunma Mahkemeye verilmiş ve bu savunmadan sonra "savunma yerine" savunma yapılmıştır. Aşağıdaki satırlar bu savunma yerine savunmanın 25 Nisan 2022 tarihli yazılı halidir. Gezi davasında yapılan savunmanın resmi olmayan ikinci parçasıdır. Mahkemeye verilmeyeceği söylenmiş ve yazılı olduğu halde mahkemeye verilmemiştir.
Yazılanların tamamı değil ama büyük bir bölümü mahkemeye anlatılmıştır ve dili öyledir.
İşte aşağıdaki satırlar bu dilekçedir ve savunma yerine anlatılmıştır.
"Mahkemenizde devam eden bu dava bakımından savunma dilekçemizi 21 Mart 2022 tarihinde hazırlamıştık. Her olasılığı dikkate almamız gerektiği için savunmaya hazır olmak gerekliydi. Çünkü 21 Mart 2022 tarihinde yapılan oturumda savunma yapmamız konusunda süre isteğimizi reddedebileceğinizi ve davayı bir an önce bitirmek için süre taleplerini davayı uzatmaya yönelik olarak değerlendirilebileceğiz görüşüyle hazırladık; o yüzden savunma dilekçesi üzerinde üç tarih vardır; 21.03.2022, 22.04.2022 ve 25.04.2022.
Savunma dilekçesi 73 sayfadır ama Mahkemeniz tarafından 72 sayfa olarak kabul edilmesi talebimizdir. Çünkü EHM 72 sayfadır ve yanıt olsun diye 72 sayfalık bir görüş hazırladık. Bunun belki bir önemi yoktur ama bizim görüşümüze göre var ve o yüzden İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının görüşüne şeklen sayfa sayısı kadar yanıt vermiş olduk, 73 sayfa olarak…
Bu yanıtımız Esas Hakkındaki Görüşü değiştirmeyecektir.
(5) numaralı ara kararınız bakımından sanıklara ve müdafilerine "esas hakkındaki mütalaaya" karşı beyanda bulunmak üzere süre verilmesine karar verdiniz ve hatta eğer yeniden süre istenirse "başkaca süre verilmeyeceğinin" (ihtarına) dediniz.
Av. Tora Pekin'in savunma hakkını cuma günü 22.04.2022'de kestiniz, adil yargılanma gereği dediniz. Savunma süresini 48 dakika olarak tutup, (süre tuttuğunuzu bilmiyorduk aslında) 10 dakika daha verdiniz.
Bu durumda anlaşılan davayı bir an önce bitirmek istiyorsunuz…
Bu duruma göre kararınız hazır demektir. Esas Hakkında Görüşe karşı görüşlerimizi aldıktan sonra büyük bir olasılıkla "mahkûmiyet" kararını açıklayacaksınız demektir.
Ceza Muhakemesinde sözlü savunma esastır ama ara kararınızla ne savunma dediniz ne de sözlülükten bahsettiniz ve sadece EHM'ye karşı "beyan" demekle yetindiniz.
Demek ki ne dersek diyelim, hangi beyandan bahsedeceksek bahsedelim ve kısaca ne diyeceksek diyelim… Kararınızda bir değişiklik olmayacak demektir.
Başka bir anlatımla görüşlerimizin bir önemi bulunmadığından Mahkemeyi etkileme, kararını değiştirme yönünde olumlu bir değişiklik yaratabilecek değiliz demektir.
Ne söylersek söyleyelim değişiklik olmayacaktır ve bulunduğumuz savunma makamından gözüktüğü haliyle sanık müdafii olarak bir ritüeli tamamlamış olacağız… Aranan ve beklenilen haliyle sanık müdafileri olarak sıkıcı, tekrarlarla dolu ve dinlenmeye bile hiç gerek olmayan sözlerle Mahkemeye hitap etmiş olacağız ve görünüm tamamlanacak ve belki de kurtulacak…
Bu sözler sadece ve sadece bu davada müdafi olarak temsil ettiğimiz sanıkların müdafi olarak söylenmiştir ve hatta onlardan bağımsız sözlerdir. Bu davada yargılanan başka hiçbir sanığı kapsamaz.
Belki şaşırtırsınız ve beraat kararı verirsiniz, biz yaptığımız her şeyi bu karara ulaşmak için yaptık ama bir sefer aldandık, artık yeniden ne yanılırız ne de aldanırız.
Kandırıldık sözleri siyasetçilere aittir, biz yargılamaya bakarız; o nedenle bir defa aldanmak yetti de arttı bile…
Ne çok şeyden ve hem de kaç defa yargılandılar…. Bu davada ne çok şey için kendilerini savundular. Ne çok şey için aslında öyle olmadıklarına inandırdılar karşılarındakileri ve hatta hakimleri, sizleri. O kadar çok mahkeme kuruldu ki etraflarında ve her mahkemede farklı suçlardan yargılandılar; saymayalım.
İki defa beraat bile ettirildiler, ama yargılandılar.
Her Başsavcılık değiştiğinde, her dönem değiştiğinde, her dönem zihniyetler farklılaşınca, kimileri kandırılınca, kandıranların hukuku değiştikçe, değişen hukukun pusulası her daim kıbleyi, kuzeyi, doğuyu ve batıyı göstermekten vazgeçip, fıldır fıldır döndükçe törpülendiler. Azaldılar.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yüzlerle toplanıp gözaltına alındılar. İçlerinden seçilenler seçildi, yargılamayı başlattılar?
Hangi yasada yeri var? Hangi mahkeme böyle yapar kendilerine.
Aslında tüm cinayetlerin faili bellidir. Fiili gerçekleştiren bildiği için ne kadar meçhuldür ki cinayet. Tanığı olmadığı ya da cinayet mahallinde iz bırakmadığı için mi faili meçhuldür? Failin kendisi aynı zamanda tanığı değil midir?
Olup bitenlere tanık değil miyiz? Her şey gözlerimiz önünde oldu görmedik mi? Kim fail, kim sanık, kim tanık?
Ama yargılananların bir iç sesi vardır kendilerine karşı…Baskılanan hakları için örgütlenirler. Belki de içlerinde barınan ve dışarıya çıkmak isteyen sesleri yerine ararlar “insan haklarını”. Bulamadıkları takdirde mücadele ederler, başkaları için. Ama ya kendileri için, zordur ve işte en zor olanı budur. [1]
Ne zaman açılacak kapıları mahkemenin bu sanıkların iç sesleri ve kendileri için?
Gürültücüler… Gürültü seslerini yaratan onlar olsa ve koro gibi seslenseler bile müthiş bir senfoni yarattıklarında neden şaşıralım…
Aslında sanık olarak baktığımız kişiler yargılanıyor ama yargılanırken yargılıyorlar.
Mahkemede yargılanan her kişi kendini anlatır, olanları açıklar ve savunma denilince kendisine karşı ileri sürülen iddialara yanıt verir. Bir bakıma yargılarlar.
Hepimizi yargıladılar.
Kürsüden sanıklara bakıyorsunuz. Yargılıyorsunuz. Sorguluyorsunuz iddiaya yanıt vermelerini istiyorsunuz. Sonra da hüküm kurulacak, mahkûmiyet veya beraat, karar vereceksiniz. Mahkûm edeceksiniz.
Onların oturduğu yerden bakınca; mahkemeye haklarındaki iddiaya karşı savunma yapıyorlar.
Çünkü; "Neye baktığınız kadar hangi açıdan baktığınız da önemlidir."
Gezi olaylarına nasıl baktığınız önemlidir. Neye bakıyorsunuz olaylara mı?
Direniş mi diyorsunuz? Kalkışma mı? Hangi açıdan bakıyorsunuz? Bakış açınıza neden bakmıyorsunuz? Neden direniş ve neden kalkışma? Hiç düşündünüz mü?
Neye baktığınız kadar hangi açıdan baktığınız da önemlidir.
Düşündünüz mü? Sorguladınız mı?
Paris'te bulunan Maurice Ravel Konservatuarı'nın dış cephesine Ravel'in en meşhur eserinin notalarının işlenmiş olması boşuna değildir; işte tam bu sözün karşılığıdır. Neyi dinlediğiniz kadar nasıl dinlediğiniz önemlidir.
Bolero'yu nasıl dinlersiniz?
Ravel'in en tanınmış eseri Bolero ‘dur. İlginç olan şudur; kendisi "Bolero" için şunları söylemiştir: "Benim tek bilinen eserim Bolero, ama ne yazık ki içinde hiç müzik yok."
Adaletin dağıtıldığı tek yer Mahkemelerdir ama ne yazık ki içinde adalet yok.
Bolero gerçekten de delice bir konçertodur. Çünkü Ravel Bolero'sunda aynı melodiyi 24 kez hiç değiştirmeden tekrarlar. Dünyanın en sıkıcı eseri bile denir, monotondur.
Tıpkı yargı gibi ve yargıda hiçbir kıpırdanma yok ve çok sıkıcı. Sürekli yargıya güvensizlikten bahsediliyor; devamlı tekrarlardan ibaret görülüyor.
Ama Bolero'da her tekrarında orkestrasyonda değişiklikler yapılır, yeni bir enstrüman eklenir. Bu 24 tekrarda her defasında başka bir saz katılır, ses düzeyini 16 dakika içinde en yükseğe ulaştırır, bütün bir orkestra ile konçerto mükemmel biter.
Bolero aslında insan hayatını temsil eder. Yaşam monotondur, yargı organı gibi.
Biz avukatlar her tekrarda orkestraya katılan sesleriz. Yargıyı monotonluktan kurtarırız. Biz olmazsak Bolero, biz olmazsak, yargı olmaz!
Bu davada muhteşem bir final yaratılabilir, yaratabilirsiniz.
Savunma olarak biz avukatlar ve temsil ettiğimiz sanıklar yargıya her tekrarda yeni şeyler söyleyerek katılırız. Sonra bu yolla yaşamı ve yargılamayı etkileriz, etkilemeye çalışırız. Tıpkı orkestraya yeni katılanlar gibi alçaktan başlayan seslerle en yükseğe ulaşılır. Bize, gürültücü bile denebilir.
Çünkü bizler Bolero gibi dinleyene önemli bir de yaşam veya hukuk yoluyla ''Neye baktığınız kadar hangi açıdan baktığınız da önemlidir'' sözünün temsilcileriz.
Yargıda görülemeyenleri gösteririz, görmek isterseniz.
Çünkü Gezi Olaylarına nasıl baktığınız önemlidir.
Dissidenteler ve siyasal suçlar…
Ceza kanunları ve siyasal suç kavramı toplumsal değişimlere göre değişmiştir.Devletler, siyasal iktidarlar, hükümetler ve rejimler; otoritelerini sürdürmek amacıyla ceza kanunlarına sığındılar. Ceza hukukunu cezalandırma aracına dönüştürdüler. Kazandıkları güç ve otoritelerini değişen toplumsal ilişkilerden ve yeni değerlerden etkilenmesini önlemek amacıyla siyasal iktidarlarını devlete karşı suçları çoğaltarak tahkim ettiler.
Mutlaka bir ceza davasının sanığı olmak veya yargılanmak şart değildir.
Acaba bir ceza davası sizi nasıl etkiler?
Tıpkı hakkında düşüncelerinden dolayı yargılanan ve niyet okumalar üzerine kurulu ceza davalarında mahkûm edilen insanlar gibi sarsılıyor musunuz?
Türkiye'de uzun yıllardır ceza davaları ve siyasal suçlar toplumu derinden sarstı. Sarsıntı, sürüyor!
Sarsılmışların dayanışması mümkündür.
Aslında Gezi Olayları deniyor ama Gezi Sarsılmışların Dayanışmasıdır.
Gezidekiler, dissisentler olabilir.
Politik bir dissident hakkında konuşuyorsak "bulunduğu ülkenin siyasi otoritesinin meşruluğunu sorgulayan muhaliften" söz ediyoruz demektir.
Dissident (rejim muhalifi) dışarıdan gelen düzen bozucu değildir.
Dissident şiddetli bir isyancı ya da gizli yasadışı bir savaşçı değildir.
Nefretle ya da yok etme arzusuyla yola çıkmaz.
Onun gücü şiddeti dışlamasında ilkeselliğinde ve saydamlığında yatar.
Girişimi her şeyden önce etiktir.
Bildiğiniz, hissettiğiniz dayanışmanın ta kendisidir. Somuttur ve cesur dayanışmadır.
Sarsılmışların Dayanışması haksızlığa uğrayanların dayanışmasıdır.
İşte bu yüzden Çek Filozof Jan Patocka'nın işaret ettiği gibi "sarsılmışların dayanışması" günümüzün gerçeğidir.
Ülkenin siyasi otoritesinin meşruluğunu sorgulayan muhalifler (dissident) otoritenin çizdiği sınırlar içinde kalarak hukuk, özgürlük, adil bir toplum ve adalet yerine; sınırlandırmaların dışında muhalefet yaratan, insan haklarını koruyan ve sorgulayanlar olabilirler ve olmuşlardır.[2]
Emre Şan, sarsıcı yazısında bu sorunun yanıtını Patocka'nın görüşüne dikkat çekerek diyor ki; "Patocha için önemli olan bu mücadeledir. ‘Söz konusu olan özgürlüğün içsel dramını anlamaktır. Özgürlük 'mücadele' bittikten sonra başlamaz; aksine onun yeri bizzat mücadelededir. Özgür insanlar özgür olmaya devam etmek için sürekli mücadele içinde olmalıdır".
Böyle bir mücadele içinde olmak için sarsılmışların politikası üzerinden sarsılmışların dayanışmasını sağlamak pekâlâ mümkündür. Düzene uygun hukukun adaletsizliklerine öfkelenen ve bu düzen karşısında karşı tavır alan politik ve hukuki muhalifler; kısaca isteyen herkes dissidentler olabilir!
Önce ceza kanunları ve özgürlük mücadelesini sorgulamaya başlamalıyız!
Otoriter rejimler içinde yaşayan dissidentler olarak iktidarın ideolojisine, hukuk politikalarına karşı sarsılmışların dayanışmasına tanık olduk. Adı Gezi Parkıydı.
Otokratik düzenlerde dissident olmak risktir. Tıpkı Gezi Olaylarında olmak değil, gezi olayları nedeniyle sanık olmanın bir bedeli olduğu gibi…Var olabilmek sorun değil, özgürlük mücadelesidir.
Böyle bir mücadelede yaralanabilirsiniz. Ama yaralanmak demek, adeta; adalet, özgürlük ve insan hakları için mücadelenin anlamı ve bu uğurdaki eylemin bir parçası olacaktır.
Nefrete ve haksızlığa karşı öfkelenmenin, dayanışmanın; adalet ve hukuk adına bir değeri ve ceza kanunlarını değiştirmenin, özgür ve adil bir toplumu sorgulamanın ve yaratmanın bir anlamı olmalıdır.
Özgürlük ve insan hakları bizzat ve sürekli mücadele gerektiriyor.
Bu bağlamda Çek filozof Jan Patocka'nın "sarsılmışların dayanışması" teorisinden esinlenerek, haksızlığa uğrayan sarsılmışlarla beraber dayanışma göstermek için ister hukuk yoluyla, isterseniz sivil itaatsizlik eylemleriyle ve politik mücadeleyle insan haklarına dayalı demokratik hukuk devletini, özgür ve adil bir toplumu yaratmak özgürlük ve demokrasi mücadelesidir.
Suç olur mu?
Yoksa yaralansalar bile ve yaşam bu mücadeleyi sürekli kıldığında Bolero dinlemek bile sarsıcı olmaz mı?
İnsanlar ceza davalarının sarsılmışları, düşmanlığı körükleyenlerin dinleyicisi, küfürlerin, kızgınlıkların muhatabı olmaktan bezgin, öfkeli, yorgun, isyankâr ve şikayetçi!
Gezi olaylarının tam ortasında etrafımızı saran düşman ceza hukuku anlayışına karşı çıkış yaşanmıştır. Suç mudur?
Yargıya olan güvenin çoktan yitirildiği zamanlarda güvencesiz, hukukun olmadığı bir ortama sürüklenmenin ne olduğu gerçeğini biliyoruz! Bunun için mücadeleyi özgürlükler mücadelesinde dayanışmaya çevirmek dayanışmayla mümkündür.
Hukuk, toplumu ve insanları birbiriyle kavgalı hale getiremez. Hukuk kimseye tuzak kurmaz. Adalet nefret yaratmaz, nefret ve düşmanlığı önler.
Hakikat içinde yaşamak imkânı vardır.
Ceza hukukunu "düşmanca" kurgulayan ve yurttaşlara sürekli tuzak kuran otoriter anlayışlar reddedilmelidir. Gezi Olayları bu reddiyattır ve sarsılmışların dayanışmasıdır.
Birini iyi, diğerini kötü, birini bizden, diğerini bizden değil anlayışıyla öteleyen yeni hukuk düzeninin zihniyetine göre kanun yapılmayacağı gibi suçlama olmaz.
Cezalandırma yoluyla haklar korunamaz, adil ve özgür bir toplum kurulamaz.
İktidarlarını ve otoritelerini korumak isteyenlere karşı; Gezi olayları suç olmadığı gibi sarsılmışların dayanışması niteliğiyle çok kıymetlidir.
Gezi Olayları için sözün özü…
"Ülkenin siyasi otoritesinin meşruluğunu sorgulayan muhalifler (dissident) otoritenin çizdiği sınırlar içinde kalarak hukuk, özgürlük, adil bir toplum ve adalet yerine; sınırlandırmaların dışında muhalefet yaratan, insan haklarını koruyan ve sorgulayanlardır."
İnsanlar korku ve yoksulluktan kurtulmak, salgınlardan, afetlerden korunmak, konuşma ve inanma özgürlüğüne sahip olmak, hukuk ve adalet güvenliğine kavuşmak, herkesin birbiriyle eşit olduğu bir ülkede ve dünyada yaşamak özlemi içerisindeler.
"Sarsılmışlar", her gün içerisindeki güvenli yaşamları derin ve şoke edici deneyimle altüst edilmiş bireylerdir. Bu bağlamda sarsılma, bir öznenin dönüşümünü, varoluşun tümden altüst oluşunu betimler. Dolayısıyla Çek filozofun betimlediği siyasal dayanışma belli bir kimliğin bir araya getirdiği bireylerin üzerinde eyleyecekleri bir platform değil, baskıya ve haksızlığa uğrayan bireylerin birbirinin sorumluluğunu alması ve birbirleri için mücadele etmesidir."
Gezi Olayları denilen olaylar olay değil böyle bir dayanışma ve sorumluluktur. "Böyle bir sorumlulukla kendini bağlamak siyaset alanından dışlanmış olanların eşitlik, özgürlük, adalet ve demokrasi talebidir."
Kötülük görenlerin kötülüklerine karşı yaratılan dayanışma Gezi'de çoğalmış; haksızlıklara, hukuksuzluklara ve adaletsizliklere karşı olanların hukukuna dönüşmüştür.
İnsan onurunun; birbirine eşit olmanın ve devredilmez hakların, özgürlüğün, adaletin ve barışın temeli olduğunu unutmayalım. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarının yıkımına karşı sarsılmışların mücadelesi barışı, adaleti ve hukuku getirdi.
"İnsanın zulüm ve baskıya karşı son çare olarak ayaklanmaya zorunlu kalmaması için, insan haklarının hukukun üstünlüğü yoluyla korunmasının zorunluluk olduğuna" inananların suçlanması ve bu davada sanık haline dönüştürülmesi karşısında yargı "bir karar" vermelidir
Çünkü başta sarsılmışların taleplerinin hamuru; insan haklarının, hukukun, adaletin, eşitliğin, özgürlüğün ve demokrasinin dayanışması olan Gezi; insan onurunun korunmasıdır.
Söylediler, yüzünüze karşı dediler ki; "Gezi Onurumuzdur Yargılanamaz"
Özgürlükler, demokrasi ve sarsılmışların dayanışması sanık…
Sürekli Özgürlükler için mücadele edenler sanık…
Düşünceler sanık, ifadenin ifadesi sanık.
Herkes sanık, herkes yargılanıyor; her yargılanan yargılayanları yargılıyor.
Tiyatro sanık, edebiyat sanık, sanat sanık, film yapımcıları sanık…
Çekilmemiş film sanık, çekilmiş tiyatro sanık, söylermiş türküler ve müzik sanık
Herkes yaptıklarından değil yapmadıklarından bile suçlanıyorlar.
Neden?
Çünkü; “Tüm iktidarlar sanattan ve sanatçıdan korkar. Tarih boyunca tiyatroda olsun, müzik ya da heykelde olsun tüm iktidarlar sanat ve sanatçıdan korkmuşlardır. Sanatçı muhaliftir, her şeye. İyi, güzel gitmeyen her yapıya, her harekete. Bağımsızlardan hep korkulur çünkü onlar hep anlatırlar, bazen susarak bile. Ne kadar anlamamız gerektiğine iktidarlar karar verir. Daha fazla anlarsak terörist oluruz. Anlatan zaten teröristtir!”[3]
Akılda tutulmalıdır; yargılama sisteminde "ceza" kovuşturmaları devletin ya da devlet organlarının tekelindedir. Tüm iktidarlar bu gücü elde tutmak ve kimseyle paylaşmak istemezler. Bu hâkim pozisyon nedeniyle cezalandırma yolunun tercih edebilirler.
“Yargı Sisteminin Bağımsızlığı hakkındaki Raporlar Venedik Komisyonu tarafından 12-13 Mart 2010 tarihli 82. Genel Kurul toplantısında kabul edilmiştir.[4]
Venedik Komisyonunun savcılar için dediklerine bakalım kısaca…
Savcılar, toplum adına hareket ederler. Ceza mahkûmiyetleri ciddi sonuçlar doğurduğu için, yüksek bir standarda bağlı olarak, adil ve tarafsız bir şekilde hareket etmelidir.
Savcının yargı mensubu olarak kabul edilmediği sistemlerde bile savcılardan yargı mensubuymuş gibi hareket etmeleri beklenir. Savcının işlevi ne pahasına olursa olsun mahkûmiyet sağlamak değildir. Savcı elindeki güvenilir kanıtların tümünü mahkemenin dikkatine sunmak zorundadır ve kanıtlar arasından uygun bulduklarını seçip ayıklayamaz. Savcı sadece savcılığın iddialarını destekleyen kanıtları değil, tüm ilgili kanıtları toplamalı ve sanığa açıklamalıdır. Sanığın lehine olabilecek kanıtların açıklanamadığı durumlarda (örneğin bu açıklama başka bir kişinin güvenliğini tehlikeye atacağı için) savcının görevi kovuşturmaya son vermektir.
Bir ceza davası beraatla bitse bile ilgili kişi için ciddi sonuçlar doğurması nedeniyle, savcıların kovuşturma başlatıp başlatmamaya ve hangi suçlamalarla kovuşturma başlatacaklarına karar verirken adil davranmaları gerekir.
Siyasi amaçlı kovuşturmalara yol açan siyasi müdahalelerin sonuçları nelerdir?
Venedik Komisyonu Raporuna göre;
"20. Kovuşturmalara siyasi müdahalelerde bulunulması muhtemelen toplumun kendisi kadar eskidir. (….) Totaliter ülkelerde ya da modern diktatörlüklerde cezai kovuşturma bir baskı ve yolsuzluk aracı olarak kullanılmıştır ve kullanılmaya devam etmektedir. Demokratik kontrol sistemlerinin varlığı siyasi amaçlı kovuşturmalar sorununa kesin bir çözüm getirmemektedir. Çoğunluğun diktası bir baskı aracı olarak kovuşturmaların kullanılmasına kadar varabilir. Çoğunluklar manipüle edilebilir ve demokratik siyasetçiler özellikle medya kampanyalarıyla desteklenen halk baskılarına direnmekten çekinebilirler.
21. Siyasi müdahalelerle ya da hatalı savcılık kararlarıyla bağlantılı olan iki farklı ama birbiriyle bağlantılı görevi kötüye kullanma biçimi vardır. Bunlardan birincisi, kanıt olmadığı ya da dava hileli ya da yanlış kanıtlara dayandığı için başlatılmaması gereken kovuşturmaların başlatılmasıdır. İkinci, daha sinsi ve muhtemelen daha yaygın olan durum ise, bir savcının başlatılması gereken bir kovuşturmayı başlatmamasıdır. Bu sorun çoğu zaman yolsuzlukla bağlantılıdır, ama hükümetlerin suç ya da yolsuzluk içeren tutumlar sergilediği ya da güçlü çıkarların siyasi baskılar uyguladığı durumlarda da yaşanabilir. İlke olarak, kovuşturma başlatmama yönündeki yanlış bir talimatla başa çıkmak daha zor olabilir, çünkü bu talimatın adli kontrole tabi tutulması kolay olmayabilir. (…)" (Venedik Komisyonu Raporundan).
Savcılığın bağımsızlığı ya da özerkliği doğası itibariyle mahkemelerin bağımsızlığı kadar koşulsuz değildir. Savcılığın bir kurum olarak bağımsız olduğu durumlarda bile, başsavcı dışındaki savcıların kararları ve faaliyetleri için hiyerarşik bir kontrol söz konusu olabilir.
Bu durumda bu davanın iddia sorumluluğu İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınındır.
Yargının bağımsızlığının iki yüzü vardır; bunlardan kurumsal olanı yargının bir bütün olarak bağımsız olmasını içerirken diğeri hâkimlerin karar alma sürecinde münferit olarak (diğer hâkimlerin etkisinden bağımsız olmak da dahil olmak üzere) bağımsız olmalarını içerir.
Yargının bağımsızlığı ve yürütme erkinden ayrılığı hukukun üstünlüğünün temel taşlarından biridir kimse mazeret ileri süremez ve hiçbir istisnası olamaz.
Bitmedi, sarsılmışların dayanışması sürüyor. Ve madem istediniz yeniden başlıyor…
Nerede kalmıştık?"
[1] Nevhan Varol.İç Sesler Korosu. / dava (m)! Psikeart. Vicdan. Sayı 25. 2013
[2] Şan, Emre. Patocka ve Sarsılmışların Dayanışması, Yaralanabilirlik, Cogito Sayı 87. Sf. 98.Yaz 2017 YKY.)
[3] Işıl Kasapoğlu.Cumhuriyet 19.4.2022 (https://www.cumhuriyet.com.tr/kultur-sanat/duayen-yonetmen-isil-kasapoglu-tum-iktidarlar-sanattan-ve-sanatcidan-korkar-1927262
[4] Strazburg, 16 Mart 2010 Çalışma No. 494 / 2008 Cdl-Ad (2010)004 İngilizce Aslından Gayrı Resmi Çeviri. Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu (Venedik Komisyonu) Rapor Yargı Sisteminin Bağımsızlığı Bölüm I: Hâkimlerin Bağımsızlığı Venedik Komisyonunun 82. Genel Kurul Toplantısında Kabul Edilmiştir (Venedik, 12-13 Mart 2010)