Alman medyasının gözü kulağı Türkiye - Suriye sınırında. Sınırı geçen mültecilerin sayısı kadar onlara nasıl muamele edildiği de merakla takip ediliyor. Ancak haftasonu tam da Türkiye’nin mülteci sayısını abarttığı ifade edilip BM, Türk hükümetinden aldığı rakamları doğru kabul ettiği için eleştirilirken Almanya’nın Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti’nden gelen bir haber ve yayılan Guantanamo kampını hatırlatan fotoğraflar mülteciler konusunda gözleri yurda çevirdi.
Yayınlanan karelerde Burbach’daki yurtta genç bir mülteci güvenlik görevlisi tarafından yere yatırılmış, affedilmek için bildiği birkaç kelime Almanca ile adeta yalvarıyor. Ayağıyla mültecinin suratına bastıran güvenlik görevlisinin suratında iktidarı elinde bulundurmanın mutluluğu var. Bir diğer güvenlik görevlisi de çökmüş, insan onurunu yerle bir eden sahneyi izliyor, hem de gülümseyerek. Bir başka videoda ise kusmuğa bulanmış bir döşeğin üzerinde bir mülteci çaresizce derdini anlatmaya çalışıyor. Olayın ortaya çıkması üzerine yetkililer, Almanya’da alışılmış olduğu gibi, bunun bir kerelik bir olay olduğunu açıkladılar ama daha sonra anlaşıldı ki, başka mülteci yurtlarında da benzer şiddet girişimlerinde bulunulmuş. Uzmanlar, sayının beklenenden fazla olduğuna, zira mültecilerin şiddet görüyor olsalar da şikayet edebilecek cesareti bulamadıklarına dikkat çekiyorlar. Başta Münih ve Berlin olmak üzere pek çok kentte mültecilerin insani olmayan yaşam koşulları hakkında ise yılladır yazılıp çiziliyor.
Haklarını teslim etmek lazım, başta Kuzey Ren Vestfalya eyalet yöneticileri olmak üzere, federal hükümet mensupları, bu son olayın sorumlularını cezalandırmak, bundan böyle bu tür olaylarla karşılaşmamak için gerekli önlemleri almak için hızla harekete geçtiler. Özürler dilendi, sorunun kaynağı tartışıldı, çözüm önerileri yapıldı. Çünkü diğer AB ülkeleri gibi “ne kadar az gelirlerse o kadar iyi olur” mantığıyla ördüğü duvarı yükselten Almanya, Guantanamo’yu anımsatan görüntüler karşısında utandı. Utanmalı da! Çünkü insan onuruna yakışır bir biçimde yaşamak, savaştan, şiddetten kaçıp bu ülkeye sığınan her mültecinin temel hakkı olduğu bir kez daha hatırlandı. Hatırlanmalı da! Çünkü bu çiğnenmemesi gereken bir insan hakkı. Hele bunun savunuculuğunu yapan Almanya için.
Kamuoyuna yansıyan bu görüntüler kadar, mültecilerin barınmasının bir ticaret aracı olması da utanç verici. Olayın ardında, hala sosyal demokratların kalesi olan Kuzey Ren Vestfalya eyalet hükümetinin mülteci yurtlarının işletmesinin bir kısmını özel sektöre, European Homecare adlı şirkete vermiş olması yatıyor. Kaynaklarının yeterli olmadığını öne süren ve bu konuda eyalet hükümetini de bilgilendiren European Homecare, elbette karını arttırmak için, mülteci yurtlarının korunmasını taşeron firmalara devretmiş. Kontrolsüz taşeron firmaları da, elbette karını arttırmak için, geçmişinde suç işleyip işlemediğine bakmadan ucuz işgücü istihdam etmekten çekinmemiş. Ucuz insan hayatına ucuz işgücü. European Homecare Almanya çapında 40 adet mülteci yurdu işletiyor. Bu yılın Ağustos ayına kadar Almanya’da 100 bine yakın kişi iltica başvurusunda bulunmuş. Göçmen ve mültecilerden sorumlu federal daire bu rakamın yıl sonuna kadar 200 bini bulacağını tahmin ediyor.
Almanya’ya bir yılda gelen mülteci sayısı Türkiye’ye neredeyse bir haftada kaçanlar kadar. Almanya’nın dünyanın en varlıklı ve demokrasisi ile sosyal sisteminin en gelişmiş ülkelerinden biri olduğunu düşünürsek, “Acaba Türkiye’de mülteciler hangi koşullarda yaşayacaklar?” diye sormadan edemiyoruz. AB ile imzalanan “Geri Kabul Anlaşması”nın dün yürürlüğe girmiş olması da açıkçası çok düşündürücü. Daha da düşündürücü olan, Brüksel’in anlaşmanın yürürlüğe girmiş olmasından duyduğu memnuniyeti dile getirmiş olması. Sözüm ona bu “vize serbestisi” yönünde atılmış önemli bir adımmış. Kim inanır? Türkiye artık mülteciler konusunda da AB’nin taşeronu. Hem de resmen.