Avusturya'da yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda aşırı sağcı FPÖ'nün adayının iktidar partilerinin üzerini çizercesine oy toplaması sadece ülkede değil bütün Avrupa’da geniş yankı buldu. Uzmanlar Avusturya’da 1945’ten bu yana iktidara gelen muhafazakar (ÖVP) ve sosyal demokrat (SPÖ) partinin, daha doğrusu İkinci Cumhuriyet’in bitip bitmediğini tartışırken, “Avrupa’da halk partilerinin sonu mu geldi?” sorusuna da yanıt arıyorlar. Zira Avusturya halk partilerinin pazar günü aldığı oy oranı sadece yüzde 22. Bu sonuç ciddiye alınmazsa 2018 yılında yapılacak genel seçimlerde bu iki parti için iktidara gelmek hayal olabilir. Hatta dillendirildiği gibi aşırı sağcı FPÖ’nün adayı Norbert Hofer cumhurbaşkanı seçilir de erken seçim arzusunu yerine getirebilirse Avusturya, AB’nin de katkısıyla yaklaşık on yıldır ertelediği sağcı populist bir iktidara nihayet kavuşabilir!
Düne kadar sadece siyaset uzmanlarının tanıdığı Norbert Hofer, cumhurbaşkalığına adaylığını koyduğu Özgürlükçü Avusturya Partisi FPÖ’ye 20 yıl önce üye oldu. 2006’dan bu yana parlamento üyesi olan Hofer, 2013 yılından beri de Avusturya Ulusal Konseyi’nin başkanlığını yapıyor. Hofer dört çocuğu ve eşi ile hala memleketi Pinkfeld’te yaşıyor. Aslında uçak mühendisi olan 44 yaşındaki siyasetçi, 2003 yılında geçirdi kazadan sonra aylarca tekerlekli sandalyeye bağlı yaşayınca mesleğini bırakmak zorunda kaldı. Hala yürüme güçlüğü çeken Norbert Hofer, ilk olarak engellilere yönelik politik görüşleri ile dikkat çekti. Aslında Hofer, hem henüz genç olduğu hem de fazla tanınmadığı gerekçesi ile başlangıçta cumhurbaşkanı adayı olmayı reddetmişti ancak ısrarlara dayanamadı. Norbert Hofer de partisi gibi AB yanlısı değil. Birliği en fazla Ulusların Avrupası olarak bir şans gibi gören cumhurbaşkanı adayı, bir süre öncesine kadar Nasyonal Sosyalizmin yasaklanmasına da karşı çıkıyordu. Hofer’e en çok oy getiren de yabancı ve mülteci karşıtlığı oldu.
Avusturya’da da cumhurbaşkanlığı makamı Almanya’daki gibi temsili. Ancak Norbert Hofer, Avusturyalıların Koruyucu Eli olma şiarıyla saldırgan bir seçim propagandası yürüttü. Seçim afişlerinde yer alan “Hükümet işlemiyor, sadece Hofer vatandaşın emrinde. Ayağa kalk Avusturya, vatanının şimdi sana ihtiyacı var” cümlesi aslında Hofer’in yaklaşımını çok güzel özetliyor. Elbette mülteci krizini, önce kapıları sonuna kadar açıp sonra duvar örerek yönetmeye çalışan muhafazakar ve sosyal demokratların kifayetsizliği de aşırı sağcı siyasetçinin ekmeğine yağ sürdü. Hofer’in %35’i aşan oy oranı aslında sadece O’nun başarısı değil, iki kitle partisinin başarısızlığının sonucu olarak görülmeli bence. Çünkü Avusturya halkının ikinci dünya savaşından sonra ülkeyi düze çıkaran, AB’ne üye yapan geleneksel partilerden beklentileri büyük. Muhafazakar - Sosyal Demokrat Koalisyo Hükümeti’nin uzun zamandır uyguladığı kemer sıkma politikası da seçmeni epey sarsmışa benziyor. FPÖ’lü politikacıya oy verenlerin % 72’sinin işçi olması bu bağlamda hiç de şaşırtıcı değil. Hofer’in karşısındaki en güçlü adayın Yeşillerden olması da oy dağılımında önemli bir rol oynadı. Yeşillerin de kitle partisi olmadığını düşünürsek hakikaten Avusturya’nın kökten bir siyasi değişim içine girdiğini söyleyebiliriz. Sosyal demokrat ve muhafazakarlar için altın çağın kapandığı kesin.
Avusturya AB içinde köklü bir siyasi değişim yaşayan tek ülke değil. İtalya, İspanya, Fransa, İngiltere, İsveç hatta Almanya’da da halk partileri aynı cendereden geçiyor. İsveç Demokratları, Ulusal Cephe, Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi, Almanya için Alternatif gibi partiler populist ve protestocu yaklaşımlarıyla bu süreci hızlandırıyor. İngitere’de muhafazakarlar kıl payı iktidara geldiler. İspanya Aralık ayından bu yana hükmetini kuramıyor. Fransa’da Front National, Almanya’da AfD’nin yaklaşan seçimlerde atağa kalkmasına kesin gözüyle bakılıyor. Bu gelişmeden sadece aşırı sağcı partileri ve mülteci krizini sorumlu tutmak hatalı olur. En önemli etken küreselleşme ve iş dünyasındaki teknik dönüşüm. Ayrıca, halk partilerinin bugüne kadar ekmek yedikleri sosyal bağlar da giderek önemini yitiriyor. Orta sınıf daraldığı gibi kendine daha mobil bir hayat kuran haliyle daha deişken ve çıkarcı bir siyasi eğilim gösteren bir genç nesil yetişiyor. Tabii buna mali kriz, Euro ve mülteci sorunu yüzünden yaşanan hayal kırıklığı ile halk partilerine olan güvenin yitirilmesini eklemekte fayda var.
Avusturya basını cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk tur sonuçlarını, “Avusturya’da siyasi Tsunami”, “Avusturya’da Deprem” gibi başlıklarla verdi. Depremin artçıları bütün Avrupa’ya yayılıyor. Halk partileri alarmda. Yıkılırlarsa, yıllardır Avrupa’yı yöneten demokrasi timsali kitle partilerinin küllerinden Macaristan ve Polonya’da olduğu gibi daha otokrat hükümetler de doğabilir, Danimarka’daki gibi azınlık hükümetleri de. Ya da İtalya örneğinde gördüğümüz üzere, bir seçim enflasyonu ile karşı karşıya kalınabilir. Siyasetteki bu dönüşümden medya gibi başka kurumların da ders çıkarmaları şart. Avusturya’nın en çok okunan günlük gazetelerinden die Presse örneğin, aşırı sağcı parti FPÖ’nün renginden yola çıkarak, “Avusturya’nın mavileştiği gün” manşetini atmış. Almancada mavileşmenin bir başka anlamı da sarhoş olmak. Avusturyalı seçmenin aşırı sağ sarhoşluğu hakikaten ciddiye alınacak bir durum. Zira geçici olmayabilir ve bütün Avrupayı sarabilir. Ha bir de Avusturya’daki seçim sonuçlarının Almanya Başbakanı Angela Merkel’i mülteci politikasında biraz daha yalnızlaştığını göstermesi açısından da ilginç. Bu da Merkel’e umut bağlayan başka hükümetlerin kulağına küpe olmalı bence.