İstanbul benim ilk aşık olduğum şehir. Sokaklarında sallana sallana yürürken karşıma çıkan deniz ile flört etmeye bayılırım. Ne kadar sıkkın olursam olayım bir yakadan diğerine bir taka ile geçerken o kısacık sürede ruh halim mutluluk yönünde değişiverir. *Kavafis’in dediği gibi hep arkamdan gelir. Ne ben onu bırakabilirim ne o beni. Geçen hafta kucağındaydım İstanbul’un. O’nu hiç bu kadar acı çekerken görmemiştim, bu kadar kasvetli, bu kadar suskun, bu kadar karanlık. Şehrin üstüne ölü toprağı serpilmişti çünkü. Yılın ilk saatlerinde Reina’daki saldırı ile biraz daha içine döndü, toprağa gömüldü.
Şehirleri güzelleştiren daha çok içinde yaşayan insanlardır bilirsiniz. Bu yüzden İstanbul benim için dost sofralarının kurulduğu, hasret giderilen, muhabbet kentidir. Eski tadı olmasa da yine buluştuk sofralarda. Söz dönüp dolaşıp memleket meselelerine geldi hep. Bir dostumun omuzları çökmüştü sanki. Bir diğeri ne zamandır Boğaz’ı görmediğini hatırladı. Benim gibi Almanya’dan gelip İstanbul’a yerleşen bir başka dostum, geri dönmemek için daha ne kadar direneceğini bilemiyor gibiydi. Birinin gözlerine bulut çökmüştü, Sanatçı olan bir diğerinin midesine vurmuştu keder. Kolay mı? Bir anlamda mesleğini yitirmişti bencileyin. Çocuk sahibi olanların hepsi, ne yapsak da yurt dışında yaşatsak evlatlarımızı derdine düşmüştü haklı olarak.
İstanbul çok uzun süredir acı çekiyor. Bunu ilk kez geçen sene Nisan ayında İstanbul Film Festivali için gittiğimde fark etmiştim. Festivalin süresi kısaltılmış, İstiklal Caddesi neredeyse boşalmıştı. Herkes birbirine caddeden değil de ara sokaklardan geçmesini fısıldıyordu. İstiklal’deki canlı bomba saldırısının üzerinden bir ay bile geçmemişti daha. Her saldırının son olmasını diledi insanlar. Sinsice silahlarını dolduran, bombalarını parlatanların önüne geçen olur diye bekledi, olmadı. Meğer İstiklal Caddesi’ndeki hiçbir şeymiş. Dün için için yanıyordu İstanbul, bugün kavruluyor.
Bana diyorlar ki, “senin tuzun kuru, gelmezsin Almanya’dan olur biter” Gidiş günüm yaklaştıkça içim ürperiyor. Yasta ya da hasta sevdiklerimi yarı yolda bırakacakmışım gibi geliyor. Çünkü çok iyi biliyorum o şehir değil, o ülke arkamdan gelecek.
*Şehir
Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim, dedin. Bundan daha iyi bir başka şehir bulunur elbet. Her çabam kaderin olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya; -Bir ceset gibi- gömülü kalbim. Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede? Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam, kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün, boşuna bunca yıl tükettiğim bu ülkede.
Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın. Bu şehir arkandan gelecektir. Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın, aynı mahallede kocayacaksın; aynı evlerde kır düşecek saçlarına. Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda. Başka bir şey umma- ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte, öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de.
Konstantinos Kavafis