Romanya’da başbakan cumhurbaşkanının görevlerini askıya aldı. Bu kimine göre sivil darbe, kimine göre hukuk devletini korumak için alınmış bir önlem. Önce Macaristan sonra Romanya…AB’nin her ihmali bir gün ayağına dolanıyor.
Romanya 2012’ye hükümet krizi ile başlamıştı. Son haftalardaki gelişmeler göz önüne alınırsa krizin henüz aşılmadığı hatta giderek derinleştiğini söylemek mümkün. Hem de AB açısından. Yarı başkanlık sistemi ile yönetilen Romanya’da başbakan ve cumhurbaşkanı arasındaki uyum son derece önemli. Merkez sağ eğilimli Cumhurbaşkanı Traian Băsescu’nun Nisan sonunda göreve çağırdığı sosyalist liberal hükümet ile arası bir türlü düzelmedi. Çünkü Romanya’nın en genç (39 yaşında) hükümet başkanı sosyalist Victor Ponta, göreve geldiğinden bu yana çıkardığı onlarca acil düzenleme ve yasayla sadece iktidarını sağlamlaştırmaya ve hukuku kontrolü altına almaya çalışmıyor, kendisine engel gördüğü cumhurbaşkanının da koltuğunu sallıyor. Yedi yıldır cumhurbaşkanlığı görevini sürdüren Băsescu’nun da ondan farksız olduğu söylenemez. Özelleştirme sırasında pekçok yolsuzluk skandalına adı karışan Băsescu, hala istihbarat örgütü ile ilişkisini açıklamadı. Cumhurbaşkanlığı süresi iki yıl sonta bitecek olan Băsescu, ırkçı ya da cinsiyetçi konuşmalarıyla da sık sık dikkatleri kendine çekti.
Sosyalist liberal hükümetin Mayıs ayından bu yanaki icraati de, demokrasi ve hukuk devleti ilkeleri açısından değerlendirildiğinde oldukça dertli. İlk iş olarak parlamento ve senato başkanlarını görevden alarak, başta medya olmak üzere kilit noktalara kendi adamlarını yerleştiren hükümet başkanı Ponta, çok sayıda bürokratı da görevden aldı. En ağırı da Anayasa Mahkemesi’nin görevlerini kısıtlamak ve referandum yasasını değiştirmek oldu. Artık Romanya’da yapılan referandumun sonuçları, seçmen listesine kayıtlı olanların sayısına göre değil, referanduma katılım oranına göre belirlenecek. Ve bundan böyle, daha çok danışmanlık görevi üstlenecek olan Anayasa Mahkemesi parlamentonun aldığı kararları da denetleyemeyecek. Bu iki değişikliğin de Ponta hükümetine Cumhurbaşkanı Băsescu’dan kurtulma yolunu açtığı kesin. Bu sayede parlamento ülkede güçler ayrımı ilkesine riayet etmediği ve hükümetin işlerine karıştığını iddia ettiği cumhurbaşkanının görevinden alınmasına, bunun için 29 Temmuz’da referanduma gidilmesine karar verdi ve kimse buna karşı çıkamadı. Bu durumu sivil darbe olarak nitelendiren Băsescu, Anayasa Mahkemesi’ne baş vurdu ama bunun sonuçsuz kalacağına kesin gözüyle bakılıyor.
Siyasi gözlemciler, çok sayıda insanı işsiz bırakan kemer sıkma politikası ve bu yılın başında sağlık ile maden sektöründeki değişiklikleri protesto etmek için sokağa dökülen halka uygulattığı orantısız güç nedeniyle Traian Băsescu’nun halk arasındaki sempatisini kaybettiğini, dolayısıyla referandumda yeterli oy alamayacağını tahmin ediyor. Başbakan Victor Ponta ile Cumhurbaşkanı Traian Băsescu arasında demokrasi geleneği ya da siyaset kültürü açısından pek fark olmadığını söyledik. İkisi de hukuk devletini korumaya çalıştığını iddia ediyor ama, ikisi de özünde görevini kötüye kullanarak, illegal yollarla iş yaparak, yolsuzluk, adam kayırma yöntemlerine baş vurup zengin olan seçkin bir gruba arka çıkıyor. Başbakan Ponta’nın, görevlerini askıya alarak Băsescu’dan, kendisine örnek aldığı ve Romanya tarihinde ilk kez yolsuzluk nedeniyle iki yıl hapis cezasına çarptırılan eski başbakanlardan Adrian Năstase'nin öcünü aldığını düşünenlerin sayısı hiç de az değil. Bütün bu gelişmelere pek şaşmamak gerek. Çünkü Romanya’da sosyalizm çöktüğünden beri siyasetçiler ülke değil kendi çıkarlarına göre hareket ediyor. Bu nedenle de Romanya partiler arası transferlerin en çok yaşandığı ülkelerin başında geliyor. AB üyeliği bu durumu fazlaca değiştirmedi. Băsescu, Romanya’nın AB’ye üye olduğu 2007‘de de böyle bir referandumla karşı karşıya kalmıştı.
Mali krizden kafasını kaldıramayan AB, Romanya’daki gelişmelerin farkına daha yeni vardı. Avrupa Parlamentosu ve Komisyonu başkanları Başbakan Viktor Ponta’yı Brüksel’e çağırarak, endişelerini dile getirdi ve durumu açıklığa kavuşturmasını istedi. Ponta da bazı konularda örnek aldığı Macaristan Başbakanı Viktor Orban gibi hükümeti hakkındaki iddiaları geri çevirdi ama AB değerlerini çiğneyen uygulamalar varsa elbette düzelteceklerini söyledi. Ponta, hemen parlamentoda olağanüstü bir toplantı düzenleyeceğini ve savunmasını yazılı olarak yapacağını belirtti. Avrupa Komisyonu’nun adaletten sorumlu üyesi Viviane Reding‘in „demokrasi ve hukuk devleti değerleri çiğnenmeye devam ederse Birlik ülkeleri Romanya’nın Şengen anlaşmasına katılmasını engeller“ tehdididini de Ponta, gazetecilerin önünde sert bir dille eleştirdi. Avrupa Konseyi ise cumhurbaşkanının görevden alınmasının hukuka aykırı olup olmadığının uzmanlarca incelenmesini istiyor. Romanya’ya ABD’den de hukukun üstünlüğünü çiğnediği, güçler ayrımının tehlikeye düşürdüğü yönünde eleştiriler geldi. AB ayın 18’inde Romanya’daki yolsuzluk, hukuk devleti ve demokrasinin durumuyla ilgili bir rapor yayınlanacak. Bu raporun sonucuna göre AB, Romanya üzerindeki baskısını arttırabilir.
AB’nin elinde, yasakarını incelemekten başka Romanya’ya uygulayacağı üç farklı yaptırım var. Avrupa Komisyonu, yolsuzlukla mücadelede başarısız olduğu için Romanya’ya verilen yapısal fonlarda kesintiye gidebilir. Ya da üye ülkeler, Avrupa değerlerine sadık kalmadığı için Romanya’nın Şengen üyesi olmasını engelleyebilir ki, Hollanda şimdiden bunun işaretini verdi. Ya da demokrasi kurallarına uymadığı gerekçesiyle Romanya’nın oy kullanma hakkı elinden alınabilir. Elbette bu üçüncüsü siyasi olarak uygulanması en zor yaptırım. Macaristan örneği AB’nin bundan 12 yıl önce Avusturya’ya aşırı sağcı Haider’i hükümete ortak ettiği için yaptığı gibi sert bir tutum içinde olmayacağını gösteriyor. Romanya’daki gelişmelerin Macaristan’dakinden daha ağır olduğunu hatırlatalım. Her şeye rağmen Macaristan’da anayasa delinmedi, yeni bir anayasa yapıldı. Macaristan başbakanı seçimle iktidara geldi, Romanya hükümeti ise bu yılın sonunda yapılacak seçimlere kadar geçici olarak atandı. Orban, Macaristan’da kendi seçkin sınıfını yaratırken, Ponta var olan sınıfı koruyor. Ama iki ülke de AB müzakerelerinin pek de öyle insan hakları, demokrasi ve hukuk devletinin ölçüsü olmadığını ispatlıyor. Ve tabii hasıraltı edilen her konunun bir gün AB’nin ayağına dolandığını.