Eğer zengin bir ailede doğmamışsanız, bu hayalinizi gerçekleştirmenin tek yolu fırsatınız olmasıdır. Peki bu fırsatı nerede / nerelerde yakalayabilirsiniz? Hele genç bir insansanız?
Bu tür fırsatları yakalamış bir kaç insana bakalım..
Bir zamanlar orta sınıf ve ufak tefek bir Çinli öğretmen olan Jack Ma, bugün dünyanın en meşhur adamları arasında. İnsanlar kendisini davet edip, konferanslarda vizyonundan feyz almaya çalışıyor. Çünkü bu adam sıfırdan bir imparatorluk yaratmış durumda. Kurucusu olduğu alibaba.com ülkemizde de tanınan ve KOBİ’lere dünyanın kapılarını açan, 300 milyar $’lık değeri olan bir e-Ticaret sitesi. Jack Ma orta sınıf bir insandan, bugün $ milyarderi bir insan haline gelmesini “İNTERNET”e borçlu. Üstelik İnternet sadece kendisine değil, ülkesine de yararılı oluyor.
Diğer bir orta sınıf adamın 1999 yılındaki ofisini ise aşağıdaki resimde görüyorsunuz.
Bu adam 100 milyar dolara yakın serveti ile dünyanın en zengin adamlarından birisi olan Jeff Bezos. Yani bugün 400-450 milyar dolar aralığında değeri ile Türkiye’nin bütçesinden büyük bir şirket olan amazon.com'un sahibi olan Jeff Bezos’un ilk günleri bu şekildeymiş. Bugün geldiği durumu ise İNTERNET’e borçlu.
Daha örnek çok. Son 10-15 yıl içinde, Facebook’un, Google’un, Twitter’ın, Skype’ın, ülkemizden Maçkolik’in, YemekSepeti’nin, Pozitron’un ve daha pek çok yeni nesil şirketin sahiplerinin de benzer hikayeleri var ve hepsi bunu tabi ki önce vizyonlarına, ama sonra İNTERNET’e borçlular.
Peki biz çocuklarımıza, bunları gözardı edip “İnternet Zehirdir” mi diyeceğiz? Neden ki?
“Zehirdir” ifadesini —gazetelerde okuduğum kadarıyla— Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Tübitak’ın Bilim Ödülleri Töreni sırasında çocuklar için şu şekilde sarfetmiş;[1]
"İnternet kafeler vardı şimdi iş evlerde kurulur hale geldi. Artık internetler eve yerleşti. Zehir evin içine girmiş vaziyette. Hocalarımız bu tehlikeden kurtulmamız lazım. Bu çok ciddi bir uyuşturucu müptelası. Bu noktada çok ciddi adımlar atmamız gerekiyor. “
Yazının başında okuduğunuz hayat hikayelerini bildiğim için, bu sözleri okuduğumda doğrusu çok üzüldüm. Fatih projesinin bugüne kadar neden bir türlü gerçekleşemediğini de ilk kez farklı bir açıdan düşündüm..
Çünkü yukarıdaki örneklerden de gördüğünüz gibi internet “zehir değil bir fırsattır”. Öyle bir fırsat ki, köyün birindeki, kasabanın ya da şehrin birindeki genç bir insana dünyanın kapılarını açabilir. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yukarıdaki paragrafındaki son cümleyi alırsak “Evet…, çok ciddi adımlar atamamız lazım” ama bu adımların internetin önüne konulan engellerin kaldırılması, fiber hatların geliştirilmesi yönünde olması lazım.
Neden mi?
2007 yılında, yeni kurulmuş Bilişim Polisi birikmiş şikayetleri değerlendirip, üstüste çocuk pornosu ile ilgili operasyonları gerçekleştirmeye başladığında. Etrafta “internet zararlıdır” türünden konuşmalar yapılmaya başlanmıştı. O dönemde internet haftası kapsamında Uşak’taki bir etkinliğe katıldığımda, zamanın valisi “Biz çocuklarımızı bu internetten kurtaracağız” diye başlayan bir konuşma yapmıştı.
Benim konuşma sıram geldiğinde, hiç hoşuma gitmemekle birlikte, tatsız bir kazayı anarak söze başladım. O günlerde bir ilkokulun öğrencileri İzmir’den Kapadokya’ya gezi yapıyorlardı. Velilerin de yer aldığı otobüs yolda devrilmiş ve bazı velilerle, çocuklar vefat etmişti.
Aynen valinin ses tonuyla —yani bağırarak— “Biz çocuklarımızı otobüslere bindirmeyeceğiz, çünkü kaza oluyor, ölüyorlar” diye başladım söze ve devam ettim.
“Ben şimdi size bunu söylesem doğru olur mu? Bir açıdan doğru, çünkü kazalar olabiliyor ve çocuklar ölebiliyor. Ama çocuklar otobüse binmez ise, bir yere gidebilirler mi? O zaman konu şu; koşulları kontrol edeceğiz. Şöför olması gerektiği gibi bir şöför müdür? Uykusunu almış mıdır? Otobüs sağlam mıdır? Lastikler? Veliler yolda şöförün dikkatini dağıtıyor mu? Yol buzlanmış mıdır? Bütün bu önlemleri almamışsak, otobüse binmek kötüdür diyebilir miyiz? Dersek, çocuklarımızı bir şeylerden eksik bırakmış olmaz mıyız?
İnternet “gerçek hayat” gibi bir şey. Nasıl “zehirlidir” denilebilir ki? Çocuklar eğer interneti kullanmayacaklarsa, “Fatih Projesi” neydi? Göz boyama mı?
İnternet bilim adamları tarafından "paylaşım" ve "açık kaynak" üzerine kuruldu. Bu nedenle bugün internet üzerinde herkes eşit şartlara sahip. Yani fakiri de, zengini de Facebook'a, Twitter'a aynı şartlarda girebiliyor. Bu nedenle, dünyanın öbür tarafındaki bir web seminerine katılabiliyorsunuz, bir bilim adamına soru sorabiliyorsunuz ya da GitHub gibi paylaşımcı bir ortamda, dünyanın öbür ucundaki bir bilgisayarcının geliştirdiği kodları alıp kullanabiliyor ve üzerine bir şeyler geliştirebiliyor ve bu kodları paylaşabiliyorsunuz.
Dünya değişiyor. Belki 5, belki 10 yıl içinde tanıyamaz hale gelmemiz kaçınılmaz. Çünkü kendi kendine giden arabaların, kamyonların, işlerimizi elimizden alan robotların, digital paraların dünyasında yaşıyor hale geleceğiz. Aksi durumda ise, ortaçağ karanlığı gibi bir şey var. Çünkü ellerine gücü bugünkünden daha fazla geçiren ülkelerin egemenliği yaşanacak.
Alın işte 3'ücü havalimanını yapıyoruz ve trafik kontrol kulesinin mimari ödül kazanması ile övünüyoruz ama dünyada trafik kontrol kuleleri başka bir seviyeye geçiş durumda. Gelişmiş kameralar, arttırılmış gerçeklik, internet, video aktarımı sayesinde daha güvenli ve kolay bir hale geliyor. Her yerde digital dönüşümden bahseden yine biziz ama henüz açılmamış olan kule ise şimdiden dönüşemedi ve eskidi bile (bkz: http://www.turk-internet.com/portal/yazigoster.php?yaziid=58112%20target)
Bunun temelinde yani dünyayı altüst eden, iş modellerini yıkıp, yerine yenilerini koyan ise internet. Siz "internet zehirdir" derseniz, o zaman "teknoloji istemiyoruz" da demiş olursunuz.
Bu yazıda, siber güvenlikten bahsetmiyoruz bile. Oysa çok büyük eleman açığımız olan bir alan. Çocuklarımızın bazılarının o internet üzerinde at koşturmayı öğrenmesi ülke güvenliği açısından da önemli.
Bütün bunları düşünürken, bir süredir de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın partisinin, bu seçimlerde interneti kullanmaya hazırlandığını duyuyoruz. Facebook'daki "like"larınızdan kişiliğinizi ve taleplerinizi tespit edip, seçim propogandasını ona göre hazırlayan "Cambridge Analytica" yani Trump'a seçimi kazandırmakla övünen firma [2] ile AKP'nin 30 milyon $ olduğu söylenen bir anlaşma yapıldığı konuşuluyor.
Cambridge Analytica, oraya buraya bırakılan kişisel verileri --ki çoğunlukla Facebook-- kullanarak, kişisel ihtiyaçları ve istekleri yorumluyor. Buna göre profiller ve propoganda önerileri oluşturuyor. Bu propoganda tarzı, bazen sadece ilgili kişinin göreceği yalan haberler --ki mesela ABD'de zencilere Facebook üzerinden sadece onların göreceği şekilde Hilary Clinton'un zencilerden hoşlanmadığına dair konuştuğuna benzer sahte haberler gösterilmiş-- ya da ev ziyaretlerinde kime ne söylenmesinin uygun olacağı şeklindeki analizler --ki Trump, Clinton ile başabaş durumda olduğu 17 eyalette bunu kullanmış. Clinton bölgesel propoganda yaparken, Trump ekibi bir katta emekli oturuyorsa, ona emeklilere neler sağlayacağı, diğer katta zenci oturuyorsa onu nasıl koruyacağı, diğer bir katta genç ve işsiz birileri oturuyorsa, göçmenleri nasıl engelleyeceği türünden kişisel propoganda yapmış.
Şimdi AKP'nin internetin getirdiği bu olanağı kullanacağı ve propogandasını buna oturtacağı yorumu yapılıyor. Peki ama "bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu" değil mi?
Bu arada internetin zaten engellenmekte olduğunu bir daha hatırlatalım. Bugün hükümet yetkililerinin "şu kadar milyon internet kullanıcımız var" şeklinde kurmaca rakamlarına karşın, dünyadaki trafiği analiz eden firmaların / kurumların yaptığı sıralamalarda --hem hız, hem yayılım açısından-- bırakın ilk 10 ya da 20yi, Afrika ülkeleri ile birlikte 75lerdeyiz.
Dünyada 10 MB üstü bant genişliği OECD ülkelerinde % 50-60'lar düzeyinde. Ülkemizde henüz % 19 düzeyinde. Hızımız ise 7,6 Mbs'lerde.
Bunun nedeni ise, ülkemizde fiber internetin belediye eliyle engellenmesi. 2010'dan bu yana İstanbul Belediyesi altyapı lisansı almış firmaların başvurularına cevap vermiyor. Malum, belediye sınırları içinde kamuya açık bir bölgede kazı yapmak için belediyeden kazı izni almanız lazım. Buna "geçiş hakkı" deniliyor. Bu geçiş haklarının anlamı, "kamuya hizmet amacıyla geçiş hakkı". Bazı ülkelerdeki belediyeler, vatandaşlarına hizmet anlamında bu geçiş hakkından para da almıyor. Ama ülkemizde geçiş hakkı ücreti de mevcut. Buna rağmen kazı izni verilmiyor. [3]
Bunun sonucunda ise, Türkiye'nin altyapısını 2026 yılına kadar yönetme imtiyazını elinde tutan Türk Telekom'un rakibi kalmıyor. O da yatırım yapmıyor, o parayı temettü olarak dağıtıyor. Şu anda ülkemizdeki toplam fiber miktarı 300 bin km. civarıdır. 2005 yılında Türk Telekom'unözelleştirilmesi sırasında teslim edilen altyapı ise 30 milyon km bakır şebeke içeriyordu. Bugün bu bakır miktarının 13 sene sonra artık 3-4 milyon km fibere dönüşmüş olması gerekirdi. Ama sadece 300 bin km.
Bir çok toplantıda, Wikipedia, Booking.com vs engellemesinden "sansür" olarak bahsedilir. Ama asıl sansür, "fiber engelleyerek" yapılıyor? Yetmediyse de, bant genişliği daraltması var. Bu konudaki kullanıcı tepkisi ise çok zayıf. "Nerede benim fiberim?" diyen kaç kişi var.
(2) http://www.turk-internet.com/portal/yazigoster.php?yaziid=55582%20target
(3) http://www.turk-internet.com/portal/yazigoster.php?yaziid=45186%20target