Koronavirüs salgını ile birlikte gördüğümüz şu; ülkemizin "salgın" durumuna yönelik ne A ne de B planı yok. Gerçi sadece hükümetin değil, (biz de dahil) halkın ve şirketlerin de bu konuda bir farkındalığı yok. Oysa "biyolojik saldırı" diye bir kavram var ya da Amerikan filmlerinden de gördüğümüz konu bu; yani bir gün başımıza bir büyük salgın gelebilir.
Ülkemizde son büyük salgın olarak (Kuş Gribini söylemiyorum çünkü İnsanlardan çok tavuklarla ilgiliydi); 1970'lerdeki Kolera salgınını hatırlıyoruz. O salgında bin 500 kadar kişinin hastalandığı ve 52 kişinin öldüğü kaydediliyor[1]. O zaman tüm Türkiye etkilenmiş ve temizlik yine çok özen gösterilen bir kavram haline gelmişti. Yiyecekler sirkelerle yıkanır olmuştu. Ama anlaşılan unutulmuş.
Biz, "Bilişim ve Telekom" çerçevesinde eksik gördüğümüz konuları ve mevcut durumla ilgili bilgileri paylaşıyoruz. Dün operatörler tarafına bakmıştık. Yarın kullanıcılar (bireysel ve kurumsal) tarafına da bakacağız. Çünkü, salgının içinde kritik bir durum da; "Haberleşmenin Sürdürülebilirliği". Dünkü yazımızda ilgili bölümler olan Ulaştırma Bakanlığı ile BTK'nın bu konuda harekete geçmesi gerektiğine işaret ettik[2].
Ama sadece haberleşme konusunda değil, kritik altyapılar yani elektrik, su vs konularında da önlemler alınması, A, B, C, D planları yapılması lazım. Yani bunların hepsinin uzmanlarca ve ilgili sektör yetkililerince beraberce düşünülmesi gerekir.
Başka deyişle, Koronavirüs olayının bir "felaket" durumu olduğu anlaşılır anlaşılmaz, bir "kriz merkezi" kurulmalı ve koordineli çalışılmalıydı. Ama bunu göremiyoruz.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan dün bir açıklama yaptı. Ama bu açıklama salgından çok ekonomiye yönelik bilgiler içeriyordu. Kendi içlerinde bir çalışma yaptıkları görülüyor. Belki buna "kriz merkezi" adını da vermişlerdir (ben duymadım) ama bu çalışmalarda kendileri dışındakilerden (özellikle sektör yetkilileri ve bilim adamlarından) destek/bilgi almadıkları görülüyor. Kendileri "kriz merkezi" dese bile bu bir kriz merkezi çalışması değil.
Bunu açıkladıkları önlemlerden de görebiliyoruz. Tamam, salgın dolayısıyla daha da zor duruma gelecek bir ekonomi var ama olay sadece ekonomi değil. Şu anda en büyük sorunumuz; "sürdürülebilirlik". Yani hayatların sürdürülebilirliği yanında ve ek olarak haberleşmede ya da tedarik zincirinde ya da başka bir çok konudaki sürdürülebilirlik. Hükümet yetkililerin anlaması gereken olay şu; ekonominin dışında da, fiziksel anlamdaki pek çok sürdürülebilirlik alanı var.
Nitekim siz okuyucularımız da dünkü yazıda gördünüz, telekom sektöründe alınması gereken önlemlerin daha düşünülmediği gözüküyor[2]. Eh ortak akıl olmayınca, ancak bu kafdar çıkıyor.
Karşımızda, salgının başından bu yana en çok "Sağlık bakanı Dr.Fahrettin Koca'yı" görüyoruz. Kendisine de sempati duyuyoruz 2 nedenle:
1. Bizi sürekli aydınlattığı için (test sayısının düşüklüğü ya da vakalar hakkında bilgilerin eksik olması ayrı bir konu).
2. Bilim kurulunu liyakat çerçevesinde kurduğu için (sonucu sağlık sektöründe zaten görüyoruz. eksik olsa da diğer sektörlerden iyi durumda).
Ama yetmez. Sağlık Bakanı işini yapıyor. Bunu yaparken de "liyakata bakıyor". Kendisini ciddiye almamızın temel nedeni bu. Ama diğer alanlardaki durum nedir? Salgın sadece sağlık değil, bütün alanlarda risk yaratıyor.
Farklı yetkililer (Diyanet İşleri Başkanı ya da Futbol Federasyonu Başkanı gibi) çıkıp bir takım konuşmalar yapıyor. Önlemler açıklıyor. Ama vatandaşın da devamlı eleştirdiği gibi, koordineli olmayan bu çalışmalar, oradaki yetkililerin vizyonuna kalmış gibi gözüküyor. Bunlar da bir ileri, bir geri vites yapıyor gibiler.
Örneğin futbol maçlarının iptal edilmemesi çok eleştirildi. Önce federasyon başkanının "iptal yok" konuşmasını, iki gün sonra bugün spor bakanının -uzun süre lafı dolaştırdıktan sonra- "ertelendi" açıklamasını dinledik. Futbol konusunu sadece bu kişilerin mi düşünmesi lazım? Diğer konularla bir koordinasyon noktası yok mu? Futbol ligi sadece para açısından mı tartılıyor? Kararı verirken sağlıkçılarla ya da belediyelerle konuştular mı? Bilmiyoruz! Şeffaf değil ya da zaten konuşmuyorlar belki.
Camiler konusu da aynı. Diyanet camileri önlem olarak hemen kapatamadı. Hassas bir konu olduğu için olsa gerek. Hem Cumhurbaşkanı hem de Diyanet İşleri Başkanı "tek tek namaz kılın" diye anlamını kavrayamadığımız açıklamalar yaptılar. Sonra bugün mecbur kalıp "Cuma namazı ve kandilde kapalı" açıklaması geldi. Anlaşılan konuyu kendi içlerinde ve sadece din yönünden tartışıyorlar. İşin içine sağlıkçıları katıyorlar mı? Soru işareti!
Bütün bunlar çok dağınık bir görüntü veriyor. Oysa dediğimiz gibi durumun bir "felaket olduğu" anlaşıldığı andan itibaren bir "kriz merkezi" kurulması gerekmiyor mu?
Bu kriz merkezi çalışmasına ilgili devlet kurumlarının yanısıra, üniversiteler gibi bilim merkezleri, Türk Tabipleri Birliği, Eczacılar Odası, mühendis odaları gibi yetkin meslek odaları, Kızılay, AFAD, AKUT gibi felaket organizasyonları ve vatandaşın ilk temas noktası olan Belediyelerin, aklımıza gelmeyen diğer ilgili kuruluşların katılması gerekir. Yani bu "politik bir konu değil". Hepimizi derinden etkileyen, endişelendiren, belki de yakınlarımızı kaybedeceğimiz bir konu. Burada hükümet "ortak akıl" kullanmak zorundadır.
Almanya halkının 2/3'ünün hasta olacağını öngörüyor. Salgının henüz başındayız. Önümüzde 3 hafta mı var, 2,5 ay mı var bilemiyoruz. Şimdi politika vs herşeyi bir kenara atmak ve ortak akılı kullanmak lazım. Böylelikle dağınık görüntüden kurtulur ve daha bilimsel yaklaşım içinde oluruz.
Kriz merkezi derken, hemen akla gelen bir avuç konuda fikir yürütelim:
Kritik yapılar konusunda herhangi bir önlem ya da planlama duymuyoruz. Kriz merkezine bu nedenle mühendis odaları ve belediyeler katılmalı. Kritik altyapıları yöneten firmaların sürdürülebilirliğinin bir tarafında, mevcut operasyonun herşeye rağmen sürdürülebilmesi, bu kapsamda malzeme temini (yedek parça vs), ve uzantısında arızaların giderilmesi, bütün bunların gerçekleştirilmesi için de olmazsa olmaz elemanlarının durumu var.
Örneğin BTK'nın "eğer sokağa çıkma yasağı olursa, belge gerekecek, bu konuda ne yapıyorsunuz" sorusuna cevabı "yazılı başvurun, bakalım" olmuş. Neden BTK herkesten önce düşünmüyor bu önlemleri?
Networklerdeki çalışanlar hasta olursa, sistemler nasıl yürüyecek? Bu insanlar kamu hizmeti yapıyor. Bunlar yönelik önlemler olmalı.
Aynı sorun EPDK için de geçerli. Onlarında elektrik sistemlerinin sürdürülebilirliği konusunda neler yaptıklarını göremiyoruz, duyamıyoruz.
Bunun nedeni ortak akıl kullanan "kriz merkezi" gibi koordineli çalışacak bir yapı olmaması. Oysa, "risk planlaması" ve hatta "risk derecelendirmesi" yapılmalı ve acil durumlar için B-C-D planları, kademeli planlar vs yapılmalı. Bunu neden göremiyoruz?
Olay duyulunca, herkes doğal olarak evine bir şeyler depolamaya çalıştı. Ama hazırda parası ya da kredi kartında yeri olan insanlar için mümkün oldu. Ya aybaşını zor getiren insanlar ve emekliler için?
Yani salgın uzarsa, tedarik zincirinde sorun olursa, buna dair A, B, C, D planları hazır mı?
Üstelik olayın bir de "pahalılık" boyutu var. Bu dönem çalışamayacak insanlar için, geçen yıl seçim zamanı gösteri amaçlı kurulan "tanzim satışları" gibi ucuzluk merkezleri kurulsa iyi olmaz mı? PTT yine bu tür daha indirimli fiyatlı malzeme satar mı?
Dezenfektasyon olayı için belediyelerin yoğun çalıştığını görüyoruz. Ayrıca hizmet sağlayan e-Ticaret sitelerinden de bazı açıklamalarda, bu tür hizmetlerin yoğunlaştığı görülüyor. Peki, buna para harcayamayacak bölgeler ya da insanlar varsa. Bunlar yönelik önlem alınması nasıl olacak?
Şu anda evden çalışma konusunda bir çaba görülmekle birlikte, her iş fonksiyonu evden çalışamıyor ya da tüm işyerleri buna hazır değil. İş yerlerine fiziksel olarak giden insanlar -kendileri, eşleri ya da anne ve babaları da- endişe içinde. Örneğin ofiste çalışırken birisinin öksürdüğünü ya da hapşırdığını duyduğunuzda, ofisi terketmeli misiniz?
Ya da tersine siz kendiniz hasta mısınız, sağlıklı mı? Günümüzde -belki de endişeli olmaktan kaynaklanıyor- herkes kendisini biraz hasta hissediyor; "başım ağrıyor, dur boğazımda da ağrı mı var, ateşim nasıl acaba". Bunlar herkesin kendisine sürekli sorduğu sorular. Hasta olduğumuzu nasıl anlayacağız?
Peki ofiste hasta olan birisi olduğunu düşündüysek ve etkilenmemek için ofisi terketmek isterseniz, ama işvereniniz izin vermiyor, o zaman iş güvencesi olacak mı?
Tersine işverenin durumu daha kötü. Vergi ve SGK gibi devlete ödemeler ertelense bile, muhtemelen para kazanamayacağı ama maaşlar, ofis kiraları ve diğer masrafları ödemek zorunda kalacağı bir döneme girdik. Üstelik bu dönemin ne kadar süreceği de belirsiz. İlaveten olayın sosyal / ruhsal sorumluluk tarafı var. Ofisteki insanlar size emanet. Bunların hangisi hasta, hangisi diğerine bir şey bulaştıracak, nasıl bileceksiniz. Hasta olanla, hastalığı bahane edeni nasıl ayıracaksınız?
Ya da diyelim ki, şanslı bir işverensiniz ve çalışma alanınız evden çalışmaya uygun. Çalışanlarınızı ya da en azından bir kısmını evden çalışsın diye yolladınız. Onların çalışmalarını kontrol etmeye yönelik bir hazırlığınız var mı?
Başta söyledik; Fahrettin Koca'ya sempati ile bakıyoruz. Bunun en önemli nedeni, kurduğu bilim kurulu liyakata dayalı oldu. Bu nedenle bize söylediklerine inanıyor, güveniyoruz.
Ama gerisi sorunlu. Çünkü ortamdaki esas sorunları tespit edemeyen bir yönetim görüyoruz. Bu yönetim işbirliği yapmadığı ve "ortak akıl" kullanmadığı sürece de böyle olacak. Sonuçta da, salgın hafif atlatılsa bile kimseyi memnun edemeyecek.
O nedenle bir an önce, ülkenin yeteneklerini harekete geçirmek, her alandaki ilgili ve bilgili kişileri kullanmak lazım. Aynen 57. hükümet olan Ecevit-Bahçeli-Yılmaz hükümetinin o günlerdeki hareketlerine benzer komiteler kurmak ve bunların raporlarını çeşitlilik içeren bir "kriz merkezi"nde toplamak lazım. Acilen!
Bir de Sağlık bakanı Koca'yı takdir ediyoruz demekle birlikte, şeffaf bilgi eksikliğini de göz ardı etmiyoruz. Sağlık bakanlığının açıklamalarının daha bilgi verici (hangi bölgelerde ve kaç tane hasta var, kaç tane test yapıldı gibi) olmasını istiyoruz. Örneğin aşağıda İtalya'nın haritası var.
Bu haritada önemli de bir bilgi gözüküyor. Dikkat ederseniz en çok vaka olan yer Lombardiya bölgesi. Bu nedenle de, o bölgedeki deri ve tekstil fabrikalarının Çinlilere satılmış olduğu, Çinli çalışanların Çin yeni yılı dolayısıyla salgın sırasında Çin'e gittikleri ve o bölgenin bu nedenle salgına daha fazla maruz kaldığı da yorum olarak iletilebiliyor. Bizim de ne olup bittiğini anlamamız için, bilgilerin daha şeffaf olması gerekiyor. Vatandaşın ne olup, bittiğini anlamaya ihtiyacı var.
[2] Haberleşme Ayakta Tutulmalı ve Evrensel Hizmet Fonu ŞİMDİ Kullanılmalıdır