Aysun Yıldırım, henüz 26 yaşında, ailesini, işini, yaşamı çok seven genç bir kadındı.
28 Şubat 2018 gününün akşam saatlerinde, yaşamını kaybetmeden hemen önce annesiyle görüştü.
Saat 19.00 civarıydı.
Çalıştığı firmada mesaiye kalmıştı ve meraklanan annesine yarım saate kadar çıkacağını söylemişti.
Bu görüşmeden yarım saat sonra kız kardeşi ile görüştü. Kardeşine de biraz sonra çıkacağını söyledi.
Kız kardeşi, neden cep telefonu yerine iş yeri telefonundan aradığını sorduğunda; şarjının bittiğini, telefonunun şarjda olduğu yanıtını verdi.
Hemen ardından bir arkadaşını arayıp yanına çağırdı. Arkadaşı da yoğundu, "hafta sonu görüşelim" diye yanıt verdi.
Bu görüşmelerden birkaç saat sonra cansız bedeni binanın dışında bulundu.
Türkiye'de yaşayan ve son yıllarda işlenen kadın cinayetlerini biraz olsun takip etmiş herhangi biri çalıştığı ofisin camından atlayarak intihar ettiği öne sürülen Aysun Yıldırım'ın ölümünün şüpheli olduğunu hemen anlayabilirdi.
Ancak ailesinin avukatı Leyla Süren'in dediği gibi, Türkiye'de bir kadının ölümü söz konusu olduğunda şüphelilerin zengin olmasına, siyasi çevresine bulunmasına bile gerek yok. Erkek olmak, korunup kollanmak için yeterli.
Öyle oldu.
Küçükçekmece Başsavcılığı, alelacele takipsizlik kararı verdi.
Aysun'un ailesi, kızlarının intihar ettiğine inanmıyordu. Karara itiraz ettiler ancak sonuç değişmedi.
Aile işin peşini bırakmadı.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu'nun kapısını çaldılar.
Avukat Leyla Süren, dosyayı incelediğinde, daha ilk bakışta eksikleri fark etti.
26 yaşında, yoğun çalışan bir kadının telefonu yoktu delil listesine göre. Telefonuna bakılmamış, araştırma yapılmamıştı.
Sadece bu değildi elbette.
Savcılık HTS kayıtlarının incelenmesine gerek görmemiş, DNA analizi bile yaptırmamıştı.
Takipsizlik kararının tek dayanağı vardı.
Evli olduğunu gizleyerek Aysun'la ilişki yaşamaya başlayan Ozan T.'nin hastanede savcıya gösterdiği WhatsApp mesajı.
Hayır, Ozan T.'nin telefonuna el konularak bir inceleme de yapılmamıştı.
Aysun, Ozan T.'nin evli olduğunu öğrenince ayrılmak istemişti. Ancak Ozan T., peşini bırakmamıştı. Boşanacağını, çocuğunu görememekten korktuğunu söylemişti. Aysun sabırla beklemiş ancak işlerin anlatıldığı gibi olmadığını düşününce kopmaya çalışmıştı.
Bunu anlayabilmek için Ozan T.'nin eşini sosyal medyadan bulmuş, "Merhaba" diyerek mesaj göndermişti. Görüşmek, anlamak istiyordu. Mümkün olmadı.
Hayatını kaybettiği gün de Ozan T.'ye anlayacağını anladığını bildiren uzun bir mesaj göndermişti. O mesajda görüşmemelerinin iyi olacağını belirterek, "Allah'a emanet ol" demişti.
Ozan T., Aysun öldükten sonra savcıya istediği birkaç mesajla birlikte bu mesajı göstermişti.
Savcı, takipsizlik kararı verirken, telefona el koyup incelemek yerine, mesajın önü arkası yokmuş gibi, "Allah'a emanet ol" ifadesini esas almıştı. Şüphelinin gösterdiği mesaj yetmişti savcıya… Kızın intihar ettiğinin kanıtı saymıştı bu "görüşmeyelim" mesajını…
Bütün bunlar etkili bir soruşturma yürütülmediğini gösteriyordu ve Aysun Yıldırım'ın bir telefonunun olduğunu…
İtiraz üzerine kesinleşen karar, Aysun'un telefonunun incelenmediğinin ortaya çıkmasıyla kalktı.
Aslında bir telefon vardı. Savcılık incelememişti ve nasıl olmuşsa telefon polisin elinde kalmıştı.
Ve nasıl olmuşsa telefon kırılmıştı. İncelenemeyecek derecede hasar görmüştü.
Savcılığın incelemediği telefonu, polis, aileye getirmişti bir poşet içerisinde.
Delil listesinde kadının çantasından çıkan özel eşyalar bile vardı ancak telefon yoktu.
Avukat Süren, ailedeki telefonu görünce şaşırdı.
Ancak o telefondan hareketle dosyayı yeniden açtırmayı başardı.
Dosya yeniden açılınca savcılık, başlangıçta talepleri dikkate aldı.
DNA testi olaydan neredeyse bir yıl geçtikten sonra yapıldı, iletişim trafiğine ilişkin HTS kayıtları da getirildi.
Ve o DNA incelemelerinden soruşturmanın seyrini değiştiren bir sonuç çıktı.
Aysun'un tırnaklarının arasında majör biçimde Ozan T.'nin DNA'sı vardı.
HTS kayıtları da ölüm saatinden önce yoğun görüşmeye işaret ediyordu. Ozan T.'nin, Aysun'un öldüğü saatlerde ofisinin olduğu bölgede olduğu da anlaşılıyordu.
Ozan T., ortaya çıkan bu kanıtlardan sonra tutuklandı. Hakkında arama kararı çıkartıldıktan sonra bir otel odasında yakalanarak cezaevine götürüldü.
Ancak yaklaşık beş ay sonra, o güne kadar ortaya çıkmayan bir tanık getirildi.
Bu tanık, Aysun'un çalıştığı ve atladığı iddia edilen işhanında dükkanının olduğunu, olayın yaşandığı gece, 21.00 sıralarında Ozan T.'nin geldiğini ve hanın kapısını ona kendisinin açtığını söylüyordu.
Hana daha önce girip çıkması mümkün değilmiş gibi, nereden çıktığı anlaşılamayan tanığın ifadesi sonrasında Ozan T., adli kontrol şartıyla tahliye edildi. Uzun süre karakola gidip imza vermemesine rağmen hakkında işlem yapılmadı. Avukatların itirazı üzerinde hakkında yeniden adli kontrol kararı verilince imza atmaya da gitmeye başladı.
Artık elde ifadeler, HTS kayıtları ve en önemlisi DNA testleri vardı.
Ozan T., tahliye edilmiş olsa bile savcının dava açması, iddiaların mahkemede değerlendirilmesi, aileye ve avukatlarına mahkeme aşamasında şüphelileri ve tanıkları sorgulama, yeni kanıtlar talep etme hakkı tanınması bekleniyordu.
Zira destekleyici kanıtlar da vardı.
Tıpkı plazadan atıldığı ortaya çıkan Şule Çet gibi, Aysun'un da intihar etmek için çıktığı iddia edilen pencerede ve çevresinde parmak izine rastlanmamıştı.
Mesaiye kalmıştı ve kaldığı yerde çok sayıda boş bardak ve şişe, farklı sigara izmaritleri bulunmuştu.
Ancak savcıya bunlar yetmedi.
Ozan T., DNA'yı açıklamaya çalışırken son olarak Aysun ile olaydan üç gün önce fiziken görüştüğünü söylemişti.
Savcı, Adli Tıp Kurumu'na, üç gün önceki fiziki görüşmeden dolayı tırnakta DNA izinin bulunup bulunamayacağını sordu. Bir yılı aşkın bir süre bu sorunun yanıtını bekledi.
Nihayet gelen yanıt gösterdi ki aslında soru herhangi birine de sorulabilirdi.
Adli Tıp, bilimsel ve detaylı rapor vermek yerine, "Kalması mümkün, kalabilir de kalmayabilir de" gibi bir yanıt vermişti.
Ancak bu bile savcılığa yetti.
Yemek pişiren, arkadaşlarıyla görüşen, her gün duş alıp işe giden, temizliği ve bakımlılığıyla tanınan, günde defalarca elini yıkayan ve Adli Tıp raporuna göre olay günü herhangi bir cinsel ilişki yaşamadığı net olan Aysun'un tırnağındaki majör DNA izlerinin üç gün önceden kalabileceğini savundu savcılık.
9 Ocak'ta tam beş yıldır sürüncemede bırakılan dosyayı dava açmadan takipsizlik kararıyla kapattı.
Takipsizlik kararının kendisi bile şüphe uyanması için yeterli.
Karara göre, o gece şöyle yaşandı:
Aysun Yıldırım, 28 Şubat akşamı 22.30 sıralarında hastaneye kaldırıldı ve burada hayatını kaybetti.
Hayatını kaybetmeden önce Ozan T.', Aysun'ın çalıştığı işyerinin sahibini aradı ve işyerinin ışıklarının açık olmasına rağmen Aysun'a ulaşamadığını söyledi.
Bunun üzerine işyeri sahibi, O.Ş. adlı çalışanını, yakın olduğu gerekçesiyle işyerine gönderdi. O.Ş. de işyerine nedense eşiyle gitti. Daha sonra patronunu aradı ve Aysun'un eşyalarının ofiste olduğunu ancak kendisinin olmadığını ifade etti. Cam da açıktı…
Nedense patron da işyerine geldi. Geldiğinde Aysun'un cansız bedenini de o buldu.
Aynı sırada Ozan T. de bir arkadaşıyla birlikte ofisin yakınına gelmiş, nedense arabada bekliyordu.
Anlatımına göre daha önce yukarıya çıkıp kapıyı çalmış, kapı açılmayınca patronu aramıştı. Sonra da nedense arabada beklemeyi tercih etmişti. Ozan T.'ye göre içkili olduğunu anladığı Aysun'dan endişe etmiş, defalarca aramıştı.
Savcıya göre tüm ifadeler birbirini tutuyordu. Olay yerinde Ozan T.'nin parmak izi de yoktu ve cama dayalı sandalyedeki bot izleri Aysun'un botlarına benziyordu. Üstelik DNA izleri önceden kalmış olabilirdi. İhtimal…
Aysun'un dosyası böyle kapatıldı.
Ama dosya karardan ibaret değil.
Mesela dosyada, intihar eden birinin neden cep telefonu ile atladığı ve telefonun nasıl hasar gördüğü sorusunun yanıtını karardan bulamıyorsunuz.
Mesela Ozan T.'nin neden o kadar endişelendiğini, çalışanın neden eşiyle birlikte geldiğini, ardından patronun da oraya kadar akşam saatinde neden gelme gereği duyduğunu anlamıyorsunuz.
İçerisi temizlendi mi parmak izleri silindi mi, göremiyorsunuz kararda.
Ve en önemlisi şu sorunun yanıtı yok.
Ozan T., belli bir saate kadar ısrarla arayıp mesaj attığı Aysun'a ne olduğu belli değilken neden aramayı bıraktı, neden mesaj atmadı?
Bu kadar endişeli biri nasıl olup da telefonla şansını denemeyi sonlandırdı?
Kararda, Ozan T.'nin telefonun incelendiği belirtiliyor. Ancak o telefonun hangi telefon olduğu söylenmiyor.
Olaydan hemen sonra telefona el koymayan savcılık, üç yıl sonra, Ozan T.'nin kullandığı yeni telefonu incelediğini belirtmeye gerek görmemiş.
Olaydan hemen sonra neden telefonun incelenmediğini açıklamak istememiş.
Sorular bunlar sınırlı değil. Avukat Leyla Süren de özetle şöyle sıralıyor ihmalleri:
Aysun Yıldırım'ın ailesi adalet mücadelesini sürdürmeye kararlı. İstedikleri, olmayan bir suçun icat edilmesi, birilerinin mutlaka cezalandırılması değil, etkili bir soruşturma yürütülmesi, yargılama süreciyle birlikte olayın aydınlatılması.
Verilen karar, işte tüm bu ihtimalleri ortadan kaldırdı.
Bütün bu ihmallerle ilgili yargının ne yapacağını da önümüzdeki dönemde göreceğiz.
Gökçer Tahincioğlu kimdir? Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı. Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü. Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi. İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor. |