Bıkmadan tekrarlanan bir ezber, usanmadan yinelenen sözler ömürlerimizin törpüsü.
Farklı bir yöne küçük bir adım atana hemen istikametin verildiği, katiyen başka türlünün görülmediği, özneler değişse de eylemlerin aynı biçimiyle devam ettiği bir nefessizlik hali.
Düşünün ki polisin tavsiyesiyle dava açan, insan tutuklayan DGM savcılarının, bugünkü hukuk düzenini yorumlayıp eleştirdiği bir tekrar dünyası.
Ve geçirdiğimiz son bir hafta, bu tekrar dünyasının küçük bir kesiti.
Yargıtay Başsavcılığı'nın HDP iddianamesinde yer verdiği kapatılan partileri sıraladığı bölüm, yakın tarihin özeti niteliğinde.
Başsavcılık, 1990'da HEP'in, ardından ÖZDEP'in, ardından DEP'in, ardından HADEP'in, ardından DTP'nin kapatıldığını, kapatılması talep edilen DEHAP'ın kendini feshettiğini belirttikten sonra aynı çizgideki HDP'nin de benzer şekilde kapatılması gerektiğini vurguluyor bu kısımda.
Savcılığa göre, 31 yıldır devam eden parti kapatma geleneği, tek başına bir kanıt HDP'nin kapatılması için.
İddianame, yıllar boyu tartışılacağı için mühim.
Ama iddianameden önce Gergerlioğlu vakası var.
Türkiye'yi cehenneme çeviren, cumhuriyet tarihinin en kanlı eylemlerine imza atan IŞİD'lilerin dosyasını yıllar boyu rafta bekleten Yargıtay, milletvekilliği düşürülen HDP'li Ömer Faruk Gergerlioğlu'nun dosyasını ise sadece bir yılda gündemine aldı ve çıplak arama tartışmalarından hemen sonra, onama kararı vererek, cezasını kesinleştirdi. Gergerlioğlu'nun vekilliğinin düşürülmesi bu kararın TBMM'de okunmasıyla kesinleştirildi.
Gergerlioğlu'nun, sadece bir haberi takipçileriyle sosyal medyadan paylaşarak hangi suçu işlemiş olabileceği bir yana propaganda suçlarını dokunulmazlık kapsamında olduğuna dair onlarca içtihat dikkate alınmadan verildi bu karar.
Ve hemen ardından yıllardır hiçbir parti için işlem yapmayan Yargıtay Başsavcılığı, HDP'nin kapatılması istemiyle tam 606 sayfalık iddianame hazırladı.
Aynı başsavcılık, Gergerlioğlu hakkındaki tebliğnamesini ise sadece 1 ayda hazırlamıştı.
Son aylara sıkıştırılan büyük bir çalışma azmi.
Ve bu azim boşa değil. Yanına çarpı atılan isimlerin vekilliklerinin tek tek düşürüleceğinin işareti.
Gergerlioğlu'nun vekilliğinin düşürülmesini, HDP'nin kapatılması istemiyle iddianame hazırlanması ve gözaltılar izledi. Gözaltına alınan isimlerden biri İHD Başkanı Öztürk Türkdoğan.
İnsan Hakları Eylem Planı hazırlanırken, Yargı Reformu Strateji Belgesi hazırlanırken, Adalet Bakanlığı'nın görüştüğü az sayıdaki hak savunucusundan biriydi Türkdoğan.
Sonuç vermeyeceğini bile bile Terörle Mücadele Yasası'nın değiştirilmesi dahil, Türkiye'yi içinde bulunduğu duruma sokan mevzuat ve uygulamalar konusundaki talepleri ısrarla dile getirdi.
PKK'nın alıkoyduğu asker ve devlet görevlilerinin serbest bırakılması için defalarca girişimde bulundu. Ailelerle en sık görüşen, taleplerini kamuoyuna duyuran isimdi.
Ve öyle üç beş ay değil tam 13 yıldır İnsan Hakları Derneği'nin başkanlığını yapıyor.
İHD'nin, İçişleri Bakanlığı'nca en sık denetlenen derneklerden biri olduğuna kuşku yok.
Ancak Türkiye bir ezberler ülkesi.
Fatura ödenmek istenmediğinde, hamaset dolu laflarla faturanın kolayca bir başkasına kesilebileceği bir ülke.
Gare Operasyonu'nda yaşananlardan sonra, İçişleri Bakanı'nın "canı çıkasıca" diye söz ettiği İHD'nin başkanı Türkdoğan, şimdi gözaltında.
Üstelik hakkında açılacak olası bir dava sonunda, İçişleri Bakanlığı, Türkdoğan'ı başkanlıktan uzaklaştırma, derneğe kayyım atama hakkına bile sahip.
Türkdoğan'ın gözaltına alındığı saatlerde, Anayasa Mahkemesi, HDP iddianamesini incelemesi için raportör görevlendirdi. Hemen ardından iddianamenin kabul edilip edilmeyeceğine karar verecek.
HDP ile ilgili iddianameyi karara bağlayacak olan Anayasa Mahkemesi'nin seçilen son üyesi, önce Yargıtay'a atanan, burada tek bir oturuma çıkmadan Anayasa Mahkemesi üyeliğine aday olan, Yargıtay'da hiç görev yapmamış Yargıtay üyesine oy veren Yargıtay üyeleri sayesinde seçimden birinci çıkan ve Cumhurbaşkanı tarafından Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçilen İstanbul Başsavcısı İrfan Fidan.
Daha önce atanan isimler de yabancı değil.
Eski OHAL Komisyonu Başkanı'nın da aralarında olduğu 6 üye, Cumhurbaşkanı tarafından Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçildi. Mahkemenin aşırı "demokratik ve çoğulcu" gösterilen yapısına göre, 15 üyeden 12'sini seçme hakkı zaten Cumhurbaşkanı'nda.
Davayı açan Yargıtay Başsavcısı'nı belirleme hakkının Cumhurbaşkanı'nda olması gibi.
Anayasa Mahkemesi'nin karara bağlayacağı iddianame, herhangi bir savcılığın, herhangi bir HDP'li hakkında hazırladığı iddianamelerden farklı değil.
PKK'nın tarihi, amaçları, sivil yapılanması…
Parti yöneticilerinin söz ve açıklamaları.
Ardından HDP'liler hakkında açılmış ve dava ve soruşturmaların listesi.
Öylesine ezberle hazırlanmış ki siyaset yasağı talep edilen isimlerden, HDP'den ayrılan bağımsız milletvekili Ahmet Şık'ın beraat ettiği Oda TV dosyası da var iddianamede.
Ya da Sırrı Süreyya Önder'in aklandığı dosya.
Ya da gizli tanık ifadeleri. Ya da Selahattin Demirtaş'a ait olmadığı ortaya konulmuş hesaptan atılmış sosyal medya mesajı.
Ya da 2018'de vefat eden Çiğdem Uzun Atalay için de 5 yıl siyaset yasağı talep edilmesi.
Ama kritik bir kanıt daha var iddianamede.
"İmralı Günlükleri."
Başsavcı, buradaki anlatımların HDP'nin, Abdullah Öcalan'ın projesi olduğunu ortaya koyduğunu öne sürüyor. Ya da görüşenlerin Öcalan'a, "Başkan, önder" diye hitap ettiğini kanıt sayıyor.
Peki İmralı'daki bu görüşmeler nasıl yapıldı? Kim, neden izin verdi?
O görüşmelerden sonra Öcalan'la ilgili övgü dolu yazıları kimler kaleme aldı?
Bu kişilerin de terör bağı var mı iddianamedeki mantığa göre?
Bu kısımlar ve soruların yanıtları elbette iddianamede yok.
Ancak çözüm sürecinin bir yönüyle iddianameye konulması tarihe not olarak düşülmesi gereken bir nokta.
Bir başka nokta, başsavcılığın sıkça atıf yaptığı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları.
Bitmez bir ezberle AİHM'nin İspanya/Batasuna kararına atıf yapılıyor ama aynı gerekçeyle kapatılan DTP ile ilgili AİHM kararından satır yok iddianamede.
Zaten iddianamenin değerlendirme ve gerekçe bölümü hepi topu 7 sayfa.
Ve kapatmayla birlikte gelen tedbir istemlerinden ibaret.
Batasuna kararına rağmen AİHM neden Türkiye'yi mahkûm etmiş bu davada, başsavcılık için önemli değil.
"Yargının işlemi", "yargıya güvenelim."
Peki, öyle yapalım.
Demirtaş dosyasında AİHM kararının nasıl uygulanmadığına, Osman Kavala'nın içeride tutulması için kaç kez dosyaların alt üst edilip yeni dava açıldığına bakalım.
Soma'da madencilerin avukatı Selçuk Kozağaçlı'nın içeride tutulup, patronun ilgili Yargıtay dairesine üç yeni üye atandıktan sonra nasıl aklandığına bakalım.
Çorlu'da sorumluların nasıl yargıdan kaçırıldığına, anne ve babaların suçlanıp yargılandığına bakalım.
Boğaziçi öğrencilerinin terörist ilan edilmesine, tutuklama gerektirmeyen suçtan tutuklanmalarına bakalım.
Gece yarısı baskınlarına, "devletin yanında olmadı" diyerek devletin insanlaştırılmasına ve hükümet politikasının benimsenmemesinin suç sayılmasına, "LGBT örgütü" denilerek örgüt icat edilmesine bakalım.
Yargının ve polisin, bir dizayn aracı olarak kullanılması kadim bir gelenek.
1940'lardaki ırkçılık-Turancılık davasından, komünist tutuklamalarına, 1950'lerde gazetecilerin tutuklanmalarından 6-7 Eylül olaylarına, 1960'larda ilk siyasi cinayetlerin işlenmesinden politikacılara konulan yasaklara, 1970'lerde devrimci gençlerin öldürülmeleri ve yargılanmalarından toplu katliamlara, 1980'lerde darbe hukukundan sıkıyönetim mahkemelerine, 1990'larda DGM'lerden yargısız infazlara, 2000'lerde öğrencilerin terörist sayılmasından kapatma davalarına, 2010'larda cemaatin kumpas yargılamalarından, olağanüstü hâl hukukuna kadar uzanan net bir çizgi var.
Ama vardır elbet bir bildikleri.
Aslında olan bitenin gerçekteki anlamını bildikleri gibi.