Heves kaçınca umut da azalır.
Ve umut azaldığında, olan biteni seyretmeye başlar insan. Uyuşarak, alışarak, alıştığını bile unutarak. Yok oluş, varken bile olmayış böyle başlar.
Artık, bütün mevsimleri güzelleştirebilmek için inadına yaşayanlar ve bu düzen sayesinde ummadığı kadar mutlu olanlar dışında kimsenin küçük bir umut beslemeye bile hevesi yok.
Öylesine uyuşmuş, öylesine alışmış, öylesine alıştığını bile unutmuş.
Çukurambar, Ankara'da yaşayanların, bundan 25 yıl önce adını bile duymadığı bir mahalleydi. Neresi olduğunu ancak bir başka mahalle üzerinden tarif edebileceğiniz bir yer.
Sonra, Çukurambar'da gecekonduların yerini büyük binalar almaya başladı. Pahalı ve geniş olmasından başka bir özelliği bulunmayan binalar.
Ardından, devasa büyüklükte mekanlar süslemeye başladı mahalleyi. "Manhattan olacak" diyorlardı Çukurambar için. Kat çıkma özgürlüğü vardı çevresinde, parsel parsel imara açılmıştı.
Oran'daki milletvekili lojmanlarının, "milletin vekili, milletin arasında oturur" denilerek satılmasının ardından, AKP'li vekiller de mahalleye yerleşmeye başladı. Çukurambar artık AKP ile anılacak bir mekandı.
Nargile kafelerde yapılan gece sohbetleri, alkollü mekânın neredeyse hiç olmadığı mahalledeki lüks pastanelerde yapılan kahvaltılar, özel salonlarda yapılan toplantılar işaretiydi mekân-siyaset ilişkisinin. Bürokratlar, siyasiler, Meclis çalışanları, iş insanları ve aileleri için Çukurambar artık gidilecek tek adresti.
Bir kuşak, o mahallede oturmasa da o mahallede yetişti. Öncesini bilmeyen, eski siyaset alışkanlıklarından habersiz, iktidardan ve nimetlerinden başkasını görmeyen bir kuşak.
Şimdi, Çukurambar'daki simge birkaç mekânın önünden geçtiğinizde, sosyal medyaya yansıdığında büyük tepki uyandıran arabalardan onlarcasını bir arada görebiliyorsunuz. Giyim tarzları, arabaları, alışkanlıkları birbirine benzeyen, daha azını görmeyen, bilmeyen, hayatın hep böyle gideceğini ve bundan ibaret olduğunu sanan bir kuşağın sembolleri.
Beri yanda gerçek hayatla boğuşan çocuklar var.
Afyon'da, çalışmadan yaşama şansı olmayan çocuklardan Şükrü Can. K. onlardan biri.
Önümüzdeki hafta, cuma günü, Türkiye yargısıyla yakından tanışacak Şükrü. Biraz biliyor gerçi, fikri oluştu geçen kısa sürede.
Bir balıkçı dükkanında çalışıyordu ve patronları ne zaman istese dükkânda olmak zorundaydı.
7 Mart'ta yine dükkâna çağrıldı. Akşama kadar pazar tezgahında çalıştı, ardından dükkâna gitti.
200 lira alacağı vardı ve 200 lira Şükrü için elbette büyük paraydı.
Dükkânın sahipleri içiyordu, zorla oturttular Şükrü'yü de masaya. Şükrü, zaman ilerledikçe sabırsızlandı, parasını verip vermeyeceklerini sordu.
Dükkânın kapısını kilitledi iki yetişkin. Henüz 16 yaşındaki Şükrü için yaşamı boyunca unutamayacağı, 5 saatlik işkence başladı. Sabahın ilk ışıklarına kadar sopalarla dövüldü Şükrü. İki kişi sırayla dinleniyor, yeniden ayağa kalkıp sopayla dövüyorlardı Şükrü'yü.
İddiaya göre, tecavüzle de tehdit edildi bu sırada. Pantolonu indirilmeye çalışıldı, o halde olmasına rağmen var gücüyle direndi.
Şükrü, kırıklarla, kafasında kırılan sopaların, demir çubukların izleriyle çıktı dükkândan. O haline rağmen, "hafif darp" raporu verildi. Günlerce konuşamadı, yerinden kalkamadı.
Ancak bununla bitmeyecekti hikâye. İşkenceyi yapan iki kişi, Şükrü'nün para çaldığını, üzerinden çalıntı paranın çıkması üzerine dayak attıklarını söyledi. Sonra başka bir çocuk tanık da çıktı, o da hiç duyulmadık iddiaları sıraladı.
İki işkenceciden biri tutuklandı, diğeri adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.
Savcılık, iki isim hakkında dava açtı ancak onların beyanı üzerine Şükrü hakkında da "hırsızlık yaptığı iddiası" üzerinden dava açmayı ihmal etmedi.
FİSA Çocuk Hakları Merkezi, bazı siyasiler, kentteki birkaç duyarlı insan yanında Şükrü'nün.
Yürüyecek hâl bulabilirse kendinde, Şükrü, mahkemeye gidecek önümüzdeki hafta. Yıllarca sürecek bir yargılamanın, bitmeyecek damgalanmaların, bunlara karşı adalet arayışının ilk adımını atacak.
Memleketin iki ayrı resmi var ortada.
Böyle örneklere de gerek yok aslında.
Kiminin sadece tweet attığı için tutuklandığı ülkede, kiminin nasıl böylesine zenginleştiğinin bile sorulamadığını biliyor herkes.
Çukurambar'da büyüyenlerle, sokakta büyüyenlerin farklarını da...
Akademisyen kanında duş alacağını, kan banyosu yapacağını söylediğinde dokunulmayan suç örgütü liderinin, özel afla çıkartılan bir başka suç örgütü liderinin "ben geldim" demesinden sonra nasıl operasyona hedef olabildiğini herkes görüyor.
Gazetecilerin, siyasetçilerin sokakta dövülmelerinin hesabının sorulmayacağını, gazetecilerin kapısına gece yarısı dayananların bulunmayacağını, kimin yaptığının yanına kâr kalacağını da herkes biliyor.
Ceza adaletinin olmadığını, bazıları için başka bir yargının, polisin söz konusu olduğunu da.
Ve bütün bunlar hamasi üç beş kelime, cümle üzerinden yapılıyor. Kalın ve hâlâ iş gören bir "milliyetçilik" örtüsüyle, hepsinin üzeri örtülebiliyor.
Ama ne kadar gizlenirse gizlensin, dayak yemiş bir çocuğun yaşamı, kaldırıyor örtüyü. Hevesi kaçanlar bile çok uzaktan baksalar da görüyor.
Bir yerlerde başka bir iklim yaşanıyor.