Türkiye'de iktidardan muhalefete hemen tüm partilerin belki de tüm halkın ortak özelliklerinden biri, konuştuğu, söylediği şeyi, yapılmış, olmuş saymasıdır.
Kimi bunu bilinçli olarak yapar, kimi söylediğine gerçekten inanır.
Özeleştiri bilincinin zerresinin olmadığı, haklılık hastalığını kuşaktan kuşağa aktaran bir toplumun, hücrelerinde durmadan büyüyen kendini kandırma halinden kurtulması kolay değil elbette.
İktidar bloğu, zevahiri kurtarmak ustası olarak, bu yöntemi bile isteye, en bilinçli uygulayan kesim.
Söylediğine inanmakla kalmıyor, bunu inandırmak için kıta kıta, bölük bölük, tabur tabur propaganda yapıyor. Üstüne bir de dezenformasyon düzenlemesi yapıp, bununla ilgili birimler kurarak, "karşı taraf" olarak gördüklerinin olanları eğip büktüğünü kanıtlamaya çalışıyor.
Örnekle konuşalım:
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 3 Mart 2021'de, üzerinde uzun süredir çalıştıkları "İnsan Hakları Eylem Planı" adı verilen, iki yıl içerisinde uygulanması öngörülen bir planı, büyük ve tantanalı bir törenle açıkladı.
Törene sadece akredite basın kuruluşlarının ve gazetecilerin alındığını söylemeye gerek yok elbette. O zaman seçim uzaktaydı ve sembolik de olsa törene "muhalif" olarak kodlanan isimlerin çağrılmasına gerek duyulmamıştı.
Erdoğan, eylem planında yer alan başlıkları, tek tek, bizzat açıkladı. Takibini yapmamıştır herhalde. O zaman Erdoğan'ın o günkü sözlerini ve sonrasında olanları sıralayalım.
Bir ülkede Cumhurbaşkanlığı tarafından hazırlanması bile düşündürücü olan Dezenformasyon Bülteni'ne girme riskine rağmen, anımsatarak ilerleyelim:
Erdoğan, o gün, DGM'leri kaldırdıklarını, HSK'nin yapısını değiştirdiklerini belirterek, "yargının bağımsızlığına 'tarafsızlık' ilkesini ekledik. Hukuk devleti, ancak bağımsız, tarafsız ve insan haklarına saygılı mahkemelerin varlığı ile vücut bulacağı inancıyla, bu kapsamda yeni adımlar attık" dedi.
Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusunu tartışmak çok gerekli değil gibi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye'yi tarihinde ilk kez, hem de iki kere, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 18. Maddesi nedeniyle mahkûm etti. Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş hakkındaki davalarda, yargının siyaseti ve sivil toplum alanını dizayn etmek amaçlı kullanıldığı hüküm altına alındı.
Sulh ceza mahkemelerinin kararları, İstanbul grubu tartışmaları, siyasetin işaret ettiği yere ertesi gün operasyonlar yapılması, bunlara girmek bile abes.
Erdoğan'ın üstünde durduğu konulardan biri, "lekelenmeme hakkıydı." Erdoğan, "Adalete güvenin temel unsurlarından biri olan masumiyet karinesini koruyucu tedbirleri, lekelenmeme hakkının kapsamı başta olmak üzere her alanda genişletiyoruz" dedi.
"İltisak" kelimesinin nasıl kullanıldığını artık hepimiz biliyoruz. Bir basın açıklamasına mı katıldınız, kayyım rektörü mü protesto ettiniz, maaş zammı mı istediniz, yurt hakkını mı dile getirdiniz, iltisaklısınız. İçişleri Bakanlığı bir yandan, "yurt içindeki terörist listesi" adını verdiği listedeki sayıyı gün gün azaltırken, diğer yandan iltisaklı olduğunu belirterek, memleketin yarısını terörist ilan edebiliyor. Gözaltına alınan Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin, daha savcılığa bile çıkartılmadan nasıl "iltisaklı oldukları örgütler" listesine sokulmuş oldukları da hatırımızda. Lekelenmeme hakkı sadece "kader kurbanı" adını verdikleri bir grup adli suç mahkûmu ve güçlü, çok güçlü gördükleri kişiler için.
Erdoğan'ın eylem planındaki vaatlerinden biri, "hukuki öngörülebilirlik ve şeffaflıktı". Erdoğan, "Hiç şüphesiz, bu amacın özünde hukuk güvenliği ilkesi vardır. Hukuk, kişilerin makul ve haklı beklentilerini öngörülebilir kurallarla karşıladığı ölçüde güven verir" açıklamasını yaptı.
Buna hak vermek gerekir. Zira aslında hemen herkes, hangi durumda kimin gözaltına alınacağını, kimin hangi operasyonda tutuklanacağını ve ne kadar içeride kalacağını tahmin edebiliyor. Ve iktidar bloğunun grup toplantıları, "Vurun, kırın, asın, hain, terörist" sözcüklerinden ibaret neredeyse.
Vaatlerden biri de "Demokratik katılımı güçlendirmek için, siyasi partiler ve seçim mevzuatında değişiklik yapmak üzere kapsamlı bir çalışma" başlatılmasıydı. Erdoğan, bunu ne kadar önemsediğini de toplantıda vurguladı.
Hemen ardından, seçim barajının altında kaldığı için ittifak yapması zorunlu hale gelen partilerin, tek başlarına vekil çıkartmalarının olanaksız olduğu düzenleme geldi. Seçim kurulları sil baştan, kuşku uyandıracak şekilde yapılandırıldı.
Erdoğan, planda yer alan, "ifade özgürlüğü" başlığının üzerinde de özellikle durdu ve "Eylem Planının dördüncü amacı, ifade, örgütlenme ve din özgürlüklerinin korunması ve geliştirilmesidir. Bu üç özgürlük alanı, bugüne kadar en çok düzenleme yaptığımız, güçlendirilmesi için en çok gayret gösterdiğimiz konular arasında yer aldı" dedi.
Daha bu hafta, Türk Tabipleri Birliği Başkanı Şebnem Korur Fincancı tutuklandı. Uzağa gitmeye gerek yok. İktidara sorsanız hatta halkın büyük bölümüne sorsanız, yargı en doğrusunu yaptı. Kimi "örgütün borazanı" dedi, kimi "devlet boş yere harekete geçmez" tepkisini verdi.
İfade özgürlüğünün evrensel kuralı, hoşa gitmeyen, rahatsız edici fikirlerin ifade edilebilmesi için gerekli ortamın sağlanması.
Bizde ise iktidar yanlısından muhalefet taraftarına hemen herkes, hoşuna gitmeyen sözleri söyleyen kim varsa tutuklanmasını istiyor.
Erdoğan'ın, o toplantıda, bugün üzerinde en fazla durulması gereken sözlerinden biri de yine özgürlükler konusundaydı. Erdoğan, "Mevzuatı ve uygulamayı, ifade özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının en geniş şekilde teminat altına alınması doğrultusunda gözden geçiriyoruz" dedi.
Grev yapanlardan, basın açıklaması yapanlara, 8 Mart'tan 1 Mayıs'a kadar yürümek yasak, alanlar yasak, üç kişinin bir araya gelmesi yasak. Bu özgürlükleri sadece örgüt ilan edilen gökkuşağı bayrağının kendisini ortadan kaldırabileceğine inanan kesim kullanabiliyor. İstanbul'dan sonra Ankara'da da eylem yapmalarına izin çıktı. Ya da sokakta zikir çekenler, tarikatlar, cemaatler…
Erdoğan'ın, şu sözlerini de anımsatalım:
"Diğer insanların haklarına saygılı şekilde yapılan eleştirilerin ve düşünce açıklamalarının soruşturma konusu olmaması için hakim, savcı ve kolluk görevlilerine düzenli olarak eğitim verilmesini temin ediyoruz. Basın, yayın ve internet yoluyla işlenen suçlarda, muhakeme şartı olan süreleri, ifade özgürlüğünü güçlendirmek amacıyla yeniden ele alıyoruz. İfade ve basın özgürlüğüne ilişkin standartları yükseltmek için gazetecilerin mesleki faaliyetlerinin kolaylaştırılmasına yönelik tedbirler geliştiriyoruz."
Gazetecilerin polis aracına bindirilirken başlarına zorla bastırılması, ters kelepçe, uzun namlulu silahlar daha birkaç gün önceki görüntüler…
Yine Erdoğan konuşuyor:
"Katalog suçlarda 'somut delile dayanma şartı' getirerek, tutuklamanın istisnai bir koruma tedbiri olduğuna ilişkin ilkeyi tahkim ediyoruz. Sulh ceza hakimliklerinin tutuklama ve diğer koruma tedbirlerine ilişkin kararlarına karşı dikey itiraz usulü getiriyoruz."
Tutuklama kimin için istisnai tedbir, kimin için uygulanması zorunlu kural, izliyoruz.
Bir diğer vaat:
"İnsan onur ve haysiyetini korumak, devletin en önemli varlık sebebidir. Bunun için, 'işkence ve kötü muameleye sıfır tolerans' anlayışını istisnasız bir şekilde hayata geçirdik. Geçmişte hep tartışılan sistematik işkence ya da kötü muamele iddiaları, artık geride kalmıştır. İşkence iddialarıyla ilgili disiplin soruşturmalarında da zaman aşımını kaldırıyoruz."
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun altını çizerek vurguladığı, "bacaklarını kırın" talimatı hemen ilk akla gelen örnek.
Ve bir diğeri:
"Milletin ortak tarihine, kültürüne ve medeniyetine dayanan çoğulculuk anlayışını yaşatmak ve geliştirmek gayesiyle, ayrımcılık ve nefret suçuna karşı güçlü bir mücadele iradesi ortaya koyduk. Nefret suçuna ilişkin soruşturma kılavuzları hazırlıyoruz, istatistik ve veri toplama işlemlerinin daha sağlıklı yapılması için eğitim ve altyapıyı güçlendiriyoruz."
Anayasa değişikliği teklifi ile zaten kriminalize edilen LGBTİ'lerin nasıl bir ayrımcılığa maruz bırakıldığını görmemek için kör olmak gerekir… Ama onlar sayılmaz değil mi!
Ve en önemli vaatlerden biri daha:
"Vatandaşımızın, sırf ifade almaya yönelik yakalama kararları yüzünden özgürlüğünden mahrum kalmasını istemiyoruz. Eylem Planı'yla, sadece ifade vermek için mesai saati dışında yakalayıp gözaltına alma, otelde gecenin bir yarısı bulup gözaltına alma gibi uygulamalara son veriyoruz. İfade alma işlemleri artık 7 gün 24 saat yapılabilecek."
Geceyarısı olmayan operasyon, sabaha karşı olmayan gözaltı neredeyse yok gibi…
Bu vaatlerin büyük bölümünün yerine getirildiği Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı'nda yeniden anlatılıyor.
AKP'nin muhalif saydığı gazetecilerden bazılarını çağırarak "açılım" yaptığını düşündüğü "vizyon toplantısında" da vaatlere yenileri eklendi.
Vaatler belli ki sadece birileri için.
Lekelenmeme hakkı, ifade özgürlüğü, işkence yasağı sadece birileri için.
Bunu da biliyoruz.
Ama galiba asıl vahim olan, neredeyse bütün toplumun aynı tuzağın içine gönüllü olarak düşmesi.
Herkes yargıyı yönetme sırasının kendine gelmesini bekliyor.
Ve siyaset de toplum da özgürlüklerin alanını genişletmek için değil, hoşuna gitmeyenleri cezalandırabilmek için bu sıraya giriyor.
Gökçer Tahincioğlu kimdir? Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı. Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü. Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi. İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor. |