Hülya’nın hikâyesini, razı olmadığı için, boyun eğmediği için, hakkını korumaya çalıştığı için başına gelenleri klasik bir haber metnine sıkıştırmak kolay değil.
Bir haber metninde sunduğunuzda da beyninizde aynı yankıyı uyandıracak güçte ama fazladan iki söz söylemek, olanı biteni insanlara olabildiğince güçlü işaret etmek gerekiyor.
Bu yüzden de daha çok anlatmak, daha güçlü söylemek, daha fazla göstermek.
* * *
Erkekliğin mülkiyet ve hak görme temelli hazin halleri, zorla evlendirilen çocuklardan, sadece kendisi için geçerli olan özgürlüklere; eşi, sevgilisi, kardeşi, annesi dışındaki tüm kadınlara yönelik özgürlük söyleminden, sonrasında bir köşede yaptığı çirkin sohbetlere; şiddetten cinayete; aç bırakmakla terbiye etmekten ölüme mahkûm etmeye kadar uzanıyor.
Bu büyülü iktidar alanı, sadece erkeği etkisine almakla yetinmiyor. O büyüden bir parça da olsa kapma imkânını bulan kim varsa, aynı iktidarı uygulamaya, aynı dili kullanmaya, aynı pervasızlığı göstermeye başlıyor.
Ayaklarınızın altında kimin kaldığını görmeden, insanların üzerinden geçip giderek ve hiç altta kalmadan, istediğiniz ne varsa hepsine birden sahip olarak ömrünüzü tamamlama imkânı veren zalim bir büyü.
* * *
Henüz 27 yaşında 4 çocuk annesi olan Hülya A., ne o büyünün etkisinde kalmak istedi ne de yaşlandıkça ve güçlendikçe büyüyü kullanma hakkını elde etmeyi.
Doğduğu coğrafyada neredeyse kural haline gelen, “önce sonuna kadar ezilirsin, sonra kadın da olsan ve hala bir tarafınla ezilsen de başkalarını ezebileceğin günler gelir” kuralına zerre kulak asmadan, hayatını seçti.
Siverek’te normaldi, çocuk denilebilecek bir yaşta evlendirilmişti.
Son çocuğunu dünyaya getirdiği gün, çocuğunu dünyaya getirdiği hastanede çalışan kadın doktorun da kocasından dünyaya bir çocuk getirdiğini öğrendi. Kocası, aynı gün, hem kendisinden hem başka kadından çocuk sahibi olmuştu.
Ve koca Nazım A.’ya göre bunlar “normaldi.”
Hülya A., olanı biteni öğrendiğinde, kocasından, “dünyaya dördüncü kez kız çocuk getirdiğini, kadın doktorun ise erkek çocuk doğurduğunu” işitti. Bu yeni düzene alışması gerekti. Hem zaten, çocukları ve kendisine aynı biçimde bakılacaktı.
Hülya, kabul etmedi, Hülya’ya ve tereddütsüz kızlarını destekleyen ailesine göre kumalık ve aldatma olağan değildi.
Bunu eşine söylediğinde, iddiasına göre kayınvalidesinin, kocasının kardeşinin ve kocasının şiddetine uğrayıp “kapı dışarı” edildi. Eşine göre ise Hülya, çocuklarını bırakıp gitmeyi seçmişti.
Babasının evine yerleşti, güvencesizliğe, eşinin bölgedeki “gücüne”, tehditlere rağmen boşanmayı seçti, çocuklarını istedi.
* * *
Erkekliğin sadece bir zamanlar yuva bildiği o evle sınırlı olmadığını, mahkeme kapılarından karakollara, hastanelerden esnafa, komşulardan arkadaşlara kadar uzanan bir uzlaşmayı da içerdiğini o zaman anladı.
Siverek’te avukat aramaya başladı, bulamadı.
Ankara’da yaşayan Siverekli bir kadın avukat, Suna Öztaşdönderen’i buldu, birlikte mücadeleye başladı.
Kocasından en büyüğü 9 yaşındaki üç kızını alamadı, henüz kundaktaki yeni doğmuş kızını zorlukla yanına alabildi.
Diğer çocukları için dava açtı, mahkeme, geçici velayeti nihayet anneye verdi.
Nazım A. hakkında ise uzaklaştırma kararı çıktı.
* * *
Eşi, çocukları görme hakkının olduğu gün hakkındaki uzaklaştırma kararına rağmen eve geldi.
Hülya’nın iddiasına göre, kendisini ve annesini tartaklayarak çocukları alıp gitti.
Bu sırada Hülya, avukatına ulaştı. Avukatın konuştuğu polisler, uzaklaştırma süresinin geçtiğini, işlem yapamayacaklarını söyledi. Sürenin geçmediğini ise sonradan anlayacaklardı.
Şikâyetçi oldular.
Ancak Nazım A. da boş durmadı!
Kendisinin ve sevgilisinin çalıştığı hastaneye çocukları götürüp, annelerinin dövdüğüne dair “darp” raporu aldı. Savcılığa giderek şikâyetçi oldu.
En büyükleri olan 9 yaşındaki çocuk, polise, annelerinden hiç şiddet görmediklerini üstüne basa basa söyledi ama yetmedi.
Hastane yasal olarak darp raporu verdiğinde, hastane polisini de bilgilendirmeliydi ancak yapılmamıştı.
Küçük kız, ifadesinde hiç muayeneden geçmediklerini, babasının bir doktorla konuştuğunu ve kendilerini bunları anlatmamaları için tembihlediğini söyledi ancak bu da yetmedi.
Avukat, savcıya hastanenin konuyu polise bildirmemesinin şüpheli olduğunu aktardı ancak bu da yeterli olmadı.
Çocuklar bütün şüphelere rağmen yeni bir muayene için hastaneye sevk edilmedi.
Savcılık, Hülya’nın şiddet gördüğü şikâyeti konusunda, darp raporunun üç gün sonra alınmasını gerekçe göstererek takipsizlik verdi.
Hülya hakkında ise çocukları darp ettiği gerekçesiyle tehdit ve yaralama suçundan dava açtı.
* * *
Hülya, yetinmedi, sahte rapor verdikleri gerekçesiyle Siverek Devlet Hastanesi doktorları hakkında suç duyurusunda bulundu. Kocası da aynı yerde çalışıyordu, çocukların hiç muayeneden geçmediklerine yönelik beyanları ortadaydı. Ama soruşturma izni çıkmadı, bu dosya da takipsizlikle kapandı.
18 Şubat’ta Siverek Kaymakamlığı’nın Sosyal İnceleme Raporu hazırlandı. Rapor çok açıktı.
Çocukların gelişim dönemleri, psiko-sosyal durumları, yarar ve esenlikleri göz önünde bulundurularak annede kalmasının gerektiği belirtiliyordu. Aynı raporda, çocukların birlikte kaldıkları annelerinden herhangi bir şiddet görmedikleri de vurgulanıyordu.
Rapor, mahkemeye sunuldu.
Mahkeme için bu da yeterli olmadı. Duruşmada uzman eşliğinde çocukların ifadelerinin alınması kararlaştırıldı.
Siverek 1. Asliye Ceza Mahkemesi’ne gönderilen ifadeler açıktı.
Uzman eşliğinde ifade veren her iki çocuk, annelerinin kendilerine vurmadığını, babalarının kendilerini görüşmek için aldığını, parka gideceklerini söylediğini, bir polis arkadaşıyla görüştüğünü, bu kişinin, “Ben bir arkadaşımı ararayım” dediğini, daha sonra hastaneye gittiklerini, doktorun kendilerini muayene etmediğini, babalarının ise doktora, “Anneleri bunları dövmüş” dediğini anlattılar. Çocukların beyanına göre darp raporu, çocuklar muayene bile edilmeden verilmişti.
Üstelik savcılık, çocukların yeniden muayene edilmeleri talebine rağmen bunu yerine getirmemişti.
Mahkemeye ise rapor yeterli oldu.
Geçen hafta yapılan duruşmada başına gelmedik kalmayan Hülya A., çocuklarına şiddet uyguladığı gerekçesiyle cezalandırıldı. Adli para cezalarına mahkûm edildi. Hükmün açıklanması ise geriye bırakıldı. Mahkemeye göre çocuklar, annelerini korumak için bu şekilde ifade vermişlerdi.
Hülya A., ne mahkûm olduğu cezayı, ne davayı, ne gördüğünü iddia ettiği şiddeti zerre önemsemiyor. Tek istediği çocuklarıyla kalabilmek. Davanın sonucu ise velayet konusunda babayı avantajlı kılıyor. Hülya A., gerçek bir yargılama, tanıdığı olanların değil haklı olanların hakkının korunduğu bir adalet istiyor.
Ve bu mücadelede yalnız bırakılmamayı.