Sadece bize özel değil ve insanın olduğu her yerde bunu görebilirsiniz ama bu derecede gelişmiş bir modelini bulmak güç.
Adıyla çağırmak gerekiyorsa mutlaka, bir yaftalama cumhuriyeti burası…
Bu kadar doğal olmasının, bu kadar doğal karşılanmasının bir nedeni var.
Ola ki bir erkekle yan yana geldiğinde bir genç kadına fahişe, babası ortalarda olmayan çocuğa piç, toplamdan biraz farklı davranana deli, bayrağın arkasına saklanmayanlara terörist denilebiliyor ya kolayca, toplum neyse devlet de aşağı yukarı aynı işte.
Ya da tam aksi, devlet nasıl organize olmuşsa toplum da öyle…
15 Temmuz darbe girişiminin ardından kurumlarda hummalı bir çalışma başladı sözüm ona… Sanki kimin Gülen cemaatinden olduğu bilinmiyormuş, sanki üst düzey bütün kadrolar pazarlıklarla belirlenmemiş, sanki bugüne kadar cemaatçiler kendini ustaca gizlemiş gibi kurum amirleri bir yaranma yarışına girişti.
Mahrem imamlar, gizlenenler, sistemin kalbini ele geçirmeye çalışanlar hemen aranmalıyken, öyle yapılmadı, onların bir bölümü sonraya bırakıldı, bir bölümü es geçildi.
Onun yerine kurum amirlerinin o güne kadar ne olduğunu gayet iyi bildiği bir bölümü bütünüyle suçsuz insanlar listelere konuldu önce. Sonra sevmedikleri insanlar, sonra şikâyet edilenler…
Kurum amirlerinin de listelere koyduklarından bir farkları yoktu ama yaranma şansları vardı. Listeleri daha çok göze girmek için rahatça hazırladılar.
İnsan bir gecede bütün geçmişlerini kaybetti.
Bütün bunlar olurken, gerçekten darbeye kalkışanlar, ne olup bittiğini bilenler, iktidar savaşının gerçek tarafı olanların bir bölümü çoktan Türkiye'yi terk etmişti.
Kalanlardan güçlü olanlar, parası bulunanlar, FETÖ borsalarından isimlerini çıkartmaya muktedir olabilenler de fırtınadan kurtuldu.
Bir bölümü kritik görevlere bile atandı ve yeni listeler hazırlamakla görevlendirildi.
Bütün OHAL kararnameleriyle, listelerle hayatları ellerinden alınanların bir bölümü Meriç'te boğuldu, bir bölümü açlığa mahkûm edildi.
Beraat edenler, soruşturmalardan aklananlar işlerine bir daha geri dönemedi.
İktidarla yıllarla omuz omuza insanları fişleyen cemaatçiler eleştiri yazıları yazdı, daha önce insanları kendi çıkarları için cezaevlerine göndermemiş, yaftalamamış, gazetelerde afişe etmemiş gibi etik dersine kalkıştı.
Olup biteni merakla izleyen solcular eksik kalır mı?
Her zamanki gibi onların da dayak yemesi gerekiyordu. Darbeyle, cemaatle, iktidar kavgalarıyla, yer kapışmalarıyla en ufak ilgisi olmayan barış akademisyenleri, basın açıklamasına katılan öğretmenler, sendikalı memurlar KHK'larla işlerinden atıldı.
Devlet, bütün bu listeleri ayrıntılı araştırmalarla hazırlıyor gibi gösteriyordu kendini.
Sanki 15 Temmuz'la ilgili yeni araştırmalar yapıyor ve sonuçlarına göre hareket ediyor gibi bir imaj yaratmaya çalışıyordu.
Elbette öyle değildi.
Listelerin büyük bölümü kurumlara gönderilen "fişlemeler" doğrultusunda hazırlandı. Kalanları da amirler keyiflerine göre doldurdu.
Ancak bir yanlışlık olmalıydı.
2010 referandumunda cemaat ve hükümet el ele verip referandumda anayasa değişikliğini kabul ettirmişti.
O anayasa değişikliği paketinin en önemli maddelerinden biri fişlemeyi tarihe gömdüğü söylenen düzenlemeydi.
Fişleyenler suçlu olacaktı artık, fişlenenler mağdur.
Şimdi dava dosyalarına giren, önümde duran belgeler tam aksini gösteriyor. Nasıl durmaksızın fişleme yapıldığını ortaya koyuyor.
Belgelerden birinde bir bakanlık kadrosundan ihraç edilen memurun ismi yazıyor. KHK ile 2017'de ihraç edilmiş.
Ancak mahkemeye iletilen belgede, 2017'de değil, darbeden önce, 2015'te çalıştığı kurumun adı yazıyor. Yanına "PKK/KCK" diye not düşülmüş.
Bu kadar.
Başka bir bilgi yok. Neden örgüt üyesi gibi gösterildiği yok.
Bir başkasının yanına, "DHKP-C" yazılmış.
Onun belgesi de fişlemenin darbeden çok önce yapıldığını, listelerin zaten hazır olduğunu gösteriyor.
Zira bu kişinin "kurumu" bölümünde de 2017'de değil, darbeden önce çalıştığı kurumun ismi yer alıyor.
Listeler uzuyor gidiyor.
Hemen hepsinde aynı durum söz konusu.
Demokratik bir ortamda, sadece yasal eylemlere katılan ve işlerine, hayatlarına devam eden insanlar, birkaç yıl sonra yapılacak darbe girişiminden sonra o hayatın ellerinden alınacağını, daha o günden fişlendiklerini bilmeden yaşamış, gitmiş.
Ve birileri hiçbir yasal dayanak olmadan bu insanları durmaksızın fişlemiş.
Olağan bir sistemde, bu fişleme belgelerini hazırlayanların yargılanması gerekir. Anayasaya aykırı davrandıkları için cezalandırılmaları gerekir.
Ama öyle değil.
Halen her eylemden sonra bakanlar yüksek sesle, "3 bin kişi şu örgütle iltisaklı, 5 bin kişi bu örgütle iltisaklı" diye bağırıyor.
İltisak dedikleri de birilerinin neye göre yaptığı belli olmayan fişleme.
"Devletin belgesi" deseniz değil, "kesin bir altyapısı vardır" deseniz yok.
Öylesine bir doğal kabul etme hâli var ki bu olanı biteni, dava dosyasına belli ki sehven konulmuş ve darbeden sonraki listelerin, darbeden çok önce hazırlanmış fişlerle yapıldığını gösteren bir belgenin kamuoyuna yansıttığınızda etki yaratmayacağını da biliyorsunuz.
En kötüsü, en kötüsü bu kanıksama…
Bir uyuşukluk duvarı, bir ne olursa olsun duyarsızlığı…
Ve bu kanıksama bitmeden ne devletin haksız uygulamalarını ne caddelerde, mahallelerde, sokaklardaki yaftalamaları bitirmenin bir yolu var.