Siperlikler, çelik kasklar, tam otomatik silahlar…
Tomalar, panzerler, akrepler, zırhlı araçlar.
Elde iltisaksız, devletin emrinde koçbaşları, kapı önünde filmlerden çıkma hareketler…
Zili çalsa açacak, komşusuna seslense evden bir koşu gidip çağırılacak gencecik insanları yerlere yatırmalar, bağırmalar, duvarlarını, kapılarını kırmalar…
İstanbul'un fethi değil söz konusu olan…
Bütün bu manzaralar, istenmeyen bir basın açıklamasını terörize etme çabasından.
Boğaziçi Üniversitesi'ne "kayyım" modeli ile atanan rektörü protesto etme hakkı yok kimsenin iktidara göre…
Ya da mutlaka biri protesto edecekse ancak Boğaziçi Üniversitesi kimliğine sahip olanlar edebilir. O kimliğe sahip olanların içinden de sadece makbul bulunma ihtimali olanlar... Bir biçimde Boğaziçili olmadan kayyım modeli atamayı protesto etmişseniz, bütün olan bitenin demokrasiye aykırı olduğunu söylerseniz, elbette teröristsiniz!
Mesele bununla bitmiyor elbette. O ihtişamlı ve ürkütücü görüntülerle gözaltına alınan öğrenciler, çıplak aramaya maruz kaldıklarını, ters kelepçe yapılıp, kelepçenin alabildiğine sıkıldığını, darp edildiklerini, çıplak bekletildiklerini anlatıyorlar.
Dinlemeye gerek yok. Bütün bu çocuklar "iltisaklı" devletimize ve iktidarımıza göre.
İşkence ve darp soruşturması yok, kötü muamele, hakaret soruşturması yok.
Daha iki gün önce, yargı bütün bu eylemlerin izin alınmaksızın soruşturulmasına karar vermiş, koskoca Bölge İdare Mahkemesi, "Soruşturmak zorundasınız" demiş, kimin umurunda…
Ne olduğu belirsiz o kavram söz konusuysa, "iltisak" varsa ya da olduğu söyleniyorsa akan sular durur.
Ve o zaman işine geldiğinde anımsanan kurallar da kaybolur. İşkence yapabilirsiniz, hakaret edebilirsiniz, canınız ne istiyorsa öyle davranabilirsiniz. Kolluğun yetkileri geniş!
Zira memleketin büyülü bir tarafı var. Yetki sahipleri bir şeye "yok" dediğinde olmuyor, "var" dediğinde aniden olmuş oluyor.
Yaser Onur Can ve ailesi, çıplak aramayla yok oldu, geriye sadece acı anıları kaldı ama memlekette çıplak arama yok.
Cezaevinde çocuklar öldü, dövüldü ama süngerli oda yok.
Kameralara kol kıran polisler, döven, hakaret eden polisler yansıdı ama işkence yok.
Sadece terör ve terörizm var.
Memleketimizi idare edenlerin kaba hesaplarına göre, Türkiye'de 20 milyona yakın DHKP-C'li, 30 milyona yakın PKK'lı, 25 milyona yakın FETÖ'cü, 15 milyona yakın diğer örgütlerden insan var.
Üye olmayabilirler, bu örgütlere yardım etmeyebilirler, bu örgütlerin adını bile duymamış olabilirler.
Mühim değil.
İltisaklı deniliyorsa, iltisaklıdır.
Ve "milat" ilan edilen tarihlerden sonra "iltisaklı" oldukları söyleniyorsa, muhakkak iltisaklıdır.
Nüfus rakamlarıyla rakamlar uyuşmuyor mu?
O zaman bir de şu gözle bakmak lazım. Bu insanların bazıları aynı anda 3-5 örgütle birden iltisaklıdır. Bazıları artık olmayan örgütlere iltisaklıdır. Bazen de o örgüt daha yokken yapılmış besteler bile iltisaklıdır.
Bir de kanunilik meseli var… Rektörün atanması yasalara uygun… Polisin müdahalesi – uygun değil ama - yasalara uygun!
Peki yasalar demokrasiye, adalete uygun mu?
Kölelik de yasaldı bir zamanlar, işkence de… Birden çok kadınla evlenmek de yasaldı, çocukla evlenmek de… Bir zamanlar, insanları yakmak da yasal yetkiyle yapılıyordu üstelik.
O çok savunulan yasalar, nasıl, hangi yöntemle, hangi saikle çıkartıldı?
Zaten kendisi darbe mahsulü olan anayasaya uygunluğuna gerçek anlamda bakıldı mı?
Yok, tüm bunları tartışmaya gerek yok. Tek gerçek var.
İstediğimi atarım, iltisaklı saydıklarım için de istediğimi yaparım.
Dünya görüşünüz ne olursa olsun, nasıl bir yönetim biçimi arzu ederseniz edin, hukuki güvencelere sahip olmak istersiniz.
Adil biçimde yargılanmak, lekelenmemek, kötü muamele ve işkence görmemek, hakaret işitmemek, insan onuruna uygun biçimde yaşamak istersiniz.
Dahası, hakkınızda kanıt olmaksızın suçlanmamak, ispat yükümlülüğünün sizde bulunmamasını arzu edersiniz.
Hayal edemezsiniz…
Ama bazen çok zor ve içinden çıkılmaz görülen problemlerin sorunu çok basittir.
Şöyle bir başınızı çevirin başka yöne, derin bir nefes alın sonra…
Başka bir dünya da mümkün aslında, göreceksiniz.