Bu coğrafyanın bedeninde iliğine kemiğine işlemiş bir sol düşmanlığı vardır. Öylesine sindirilmiş, öylesine hücrelere işlemiştir ki bu düşmanlık, yeni, hiç bilinmedik yüzlerle, yeni bir dil, yeni bir zihin kurmadan hiçbir şeyi değiştiremezsiniz.
Türkiye, tarihinde pek örneğine rastlanmayan bir yargılamaya tanıklık edecek yakında. Kendini ülkenin sahibi olarak gören, ne yapsa yanına kalır diye düşünen, biraz tepki olduğunda "dış güçler" diyerek dışarıyı işaret eden bir zihniyet, konjonktür gereği de olsa yargılanacak.
Askerin seçkin birliklerinden, Özel Kuvvetler Komutanlığı'nda uzun yıllar görev yapmış bir grup rütbeli, akademisyen Necip Hablemitoğlu'nu öldürmekle suçlanıyorlar.
Ankara Başsavcılığı'nın iddianamesine göre, askerler, Gülen cemaatinin siparişi üzerine Hablemitoğlu'nu evinin önünde öldürdüler.
Ve öldüren rütbeli askerlerin isimleri yıllar içinde defalarca gündeme gelmesine rağmen cinayet ört bas edildi.
Bir kontgerilla örgütlenmesi yargılaması yapılacak. Olağan koşullarda ve olağan bir biçimde yapılsa, belki de Türkiye'nin faili meçhul cinayetler cennetine dönüşmesine neden olan bir süreç aydınlatılacak.
Her türlü dokunulmazlık zırhıyla kuşatılmış bu isimlerin ve benzer durumdakilerin cezasızlıkla ödüllendirilmesinin son bulması bile mümkün.
Ancak birkaç devasa büyüklükte kusurla başlıyor yargılama.
Hablemitoğlu iddianamesine bakalım.
Halen Bulgaristan'da tutuklu bulunan emekli albay Levent Göktaş önderliğindeki Özel Kuvvetler Komutanlığı personeli, Hablemitoğlu'nun öldürülmesi için harekete geçiyor.
Hablemitoğlu takibe alınıyor, tehdit altında olduğu hissettiriliyor.
Tetiği çekecek olan ÖKK personeli görev için bulunduğu yurtdışından gizlice çağrılıyor ve tetiği çektikten sonra yurtdışına çıkması kararlaştırılıyor.
Ve Hablemitoğlu, 18 Aralık 2002'de evinin önünde öldürülüyor.
İddianameye göre azmettiren cemaat. Nedeni de Hablemitoğlu'nun kaleme aldığı, cemaat kadrolaşmasını anlatan ve o tarihte henüz yayımlanmamış bir kitap.
Cemaatin yaptıklarından, yapabileceklerinden yana kendileri dışında kimsenin kuşkusu yok.
Ancak iddianamenin bu kısmına girdiğinizde asıl manzara grileşiyor. Zira bu ağır eylem, siyasi polemik konusu haline geliyor.
Malum, Hrant Dink cinayetinde devletimiz, cemaat kadroları iş başındayken Ergenekon'u, terör örgütü ilan edildiğinde ise cemaati katil olarak işaret etti.
Tıpkı Danıştay saldırısı davasında olduğu gibi…
Duruma göre vaziyet alınması görülmedik şey değil.
İddianameye baktığınızda, ÖKK mensubu askerlerin her tarafından yasadışı örgütlenme aktığı görülüyor. Hukukla yakından uzaktan ilgisi olmayan biri bile bu kişileri örgüt olarak tanımlar.
Ancak bu ağır iddianamedeki suçlama, "tasarlayarak öldürmek…"
İddianamenin gönderildiği Ankara 36. Ağır Ceza Mahkemesi itiraz ediyor.
Ancak itiraz da trajikomik.
Mahkeme, iddianamenin bir ve iki numaralı sanıklarının Fetullah Gülen ile cemaatçi Mustafa Özcan olduğunu belirterek, davanın terör mahkemesinde görülmesi gerektiğini belirtiyor.
Bu kişilerin ayrı bir örgüt olabileceğini hesaba bile katmıyor.
Asıl güzellik bu noktada başlıyor! Ankara Başsavcılığı daha da sağlamcı.
Savcılık, mahkemenin bu itirazına itiraz ediyor.
17-25 Aralık öncesinde cemaatin terör örgütü olduğunun bilinmediğini, bu nedenle örgüt suçundan yargılama yapılamayacağını söylüyor.
Savcılığa göre askerlerin kurduğu yapılanma örgüt değil.
Ve 17-25 Aralık öncesi cemaat örgüt sayılırsa ipin ucu kaçırılabilir.
O zaman cemaatle temas eden herkes örgütsel suç işlemiş sayılabilir. İpi sağlam kazığa bağlamak gerek.
Hukukta bunun yeri varmış gibi, kendilerinin cemaati örgüt saydıkları aşama onlara göre milat.
Ve bir kontrgerilla yapılanması terör örgütü değil.
Bir de işin diğer yanı var. Düşman solcular, teröristler, hainler!
İçeriği hoşunuza gitsin ya da gitmesin, sözleri rahatsız edici olsun ya da olmasın, açıklamaları tam da evrensel olarak ifade özgürlüğü kapsamı içinde kalan Türk Tabipleri Birliği Başkanı Şebnem Korur Fincancı, terör suçundan bir ayı aşkın süredir cezaevinde.
Sosyal medyadan 68 kuşağının önderlerinin fotoğraflarını anma amaçlı paylaşan yüzlerce kişi yargılanıyor.
Ve bir garip dava; Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan ile altı yönetim kurulu üyesi, terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan aylardır yargılanıyorlar.
Suçları, JİN TV muhabiri Güler Yıldız'a, çevreye duyarlı haber yapan birçok gazeteciye verilen Emre Madran Basın Ödülü vermek. Basit bir plaket.
Propaganda gerekçesi de Candan ve yönetim kurulu üyelerinin değil, Yıldız'ın bir başka yerde yıllar önce yaptığı bir konuşma.
Bu insanlar örgüt suçu işliyor devlete göre ancak insanları evlerinin önünde başından vuran kontrgerilla yapılanması bir örgüt değil.
Avukat, İstanbul Barosu eski Başkanı Turgut Kazan, bu davanın 22 Kasım'da yapılan son duruşmasından sonra reddi hâkim talebinde bulundu.
Aylardır terör örgütünün ne demek olduğunu, örgüt suçlarının nasıl işlenebileceğini hukuki olarak anlatmak için çırpınan Kazan, son duruşmadan önce garip biçimde suçun işlenip işlenmediğinin tespiti için bilirkişi görevlendirilmesini, son duruşmada da salona özel polis ekipleri getirildikten sonra heyetin yerine gelmesini kuşkulu bulmuştu.
Bütün bu tablonun, mahkemenin ceza verme eğilimini gösterdiğini, bu durumun da hukuki olmadığını belirterek, dilekçe verdi Kazan.
Aynı dilekçede, örgüt propagandası suçunun unsurlarını da anlattı daha önce olduğu gibi. Bu suçun neden oluşamayacağını da.
Ancak mahkemeye ne gam!
Solcuları örgüt suçundan cezalandırmak o kadar kolay ki bu ülkede, hiçbir örgütsel bağlantı bulunamadığında, 50 yıl önce varlığı ortadan kalkmış örgütlere üye olmak, bu örgütlerin propagandasını yapmak dahi suç sayılıyor iddianamelerde.
Türkiye'de bir yapılanmanın örgüt sayılabilmesi için emniyet ve yargı tarafından bu şekilde kabullenilmesi, örgütler arasında isminin sayılması gerekiyor.
Listelere bakın, orada kontrgerillayı, JİTEM'i, faili meçhul cinayetlere imza atan şebekeleri, satır ve bıçaklarla okullarda terör estirenleri asla göremezsiniz.
Ancak çay içmek için bir araya gelen üç tane solcu, ya taze örgütlerden birine, onlardan birine uymuyorsa eskilerden bir tanesine mutlaka üye yapılır.
Birilerinin düzeni bozulmasın diye bazı hayatlar itinayla harcanır.
Birileri de sürekli olarak görmezden gelinir.
Adına milliyetçilik, adına vatanı sevmek, adına bayrağa tapmak denir sonra.
Zira hamaset, muazzam bir kapatıcıdır.
Gökçer Tahincioğlu kimdir? Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı. Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü. Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi. İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor. |