Sözü dolandırmaya gerek yok.
Bir ülkede ifade özgürlüğünün varlığından söz edeceksek, her nasılsa her ifadeden, her aykırı görüşten, her sert mesajdan, kitaptan, müzikten, tiyatrodan, heykelden etkilenen bir kesimin kutsallarını dışarıda bırakmak söz konusu olamaz.
“Bunlar hariç, her konuda konuş” diye bir sınır çekilemez.
Zaten kutsal ilan edilenlerin bir bölümü tamamen öznel.
Misal, imam ve hatip yetiştirmek için kurulmuş imam hatipler.
Ve zaten pratikte de öyle değil.
Zira ötekileri, toplumun ezilen ve dışlanmış kesimlerini, azınlıkları, başka halkları, kadınları, çocukları korumak için Türk Ceza Kanunu’na konulmuş olan, “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçu tam da bu amaçla kullanılıyor.
***
Biraz yakından bakalım.
Türk Ceza Kanunu’nun 216. Maddesinde düzenlenen, “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” suçunun unsurlarına.
Yargıtay içtihatlarına göre, suçun oluşabilmesi için “somut bir tehlikenin varlığının” söz konusu olması gerekiyor.
Madde gerekçesi daha da açık:
“Suç oluşturan ‘tahrik’, soyut saygısızlık ve reddin ötesinde bir halk kesimine karşı düşmanca tavırlar gösterilmesini sağlamaya veya bu tavırları pekiştirmeye objektif olarak elverişli olmalıdır.”
Öyle “saygısızlık” boyutunda kalan sözleri alıp, bu maddeyi uygulamak mümkün değil. Unsurlarının bulunması gerekiyor.
Ve gerekçedeki en önemli vurgu:
“Açık ve yakın tehlikenin varlığı…”
Dört ay önce, basit biçimde söylenmiş bir söz belki birilerini incitebilir, kırabilir, hakaret boyutunda ele alınabilir ama bu maddeyle birlikte ele alınamaz.
Bu madde uyarınca tutuklanıp, cezaevine konulan Gülşen’in eylemiyle, maddenin uzaktan yakından ilgisi yok.
***
Komedi bununla bitmiyor.
Gülşen’le ilgili tutuklama kararında, “videonun birçok hesap ve grup tarafından paylaşılması” tutuklama gerekçelerinden biri.
Gülşen, bunu çekmiş, yaymış, halkı kışkırtmaya çalışmış gibi bir garip bakış açısı.
***
Ama en komik yanı video kaydının kendisi.
Gülşen’in sözleri imam hatiplilere yönelik. Elbette geniş kesimlere hitap eden bir sanatçının sözlerinden incinen olmuş olabilir, dursun bir kenarda.
Ancak uygulanan maddeye göre, halkın bir kesiminin hedef alınması gerekiyor.
TCK 216. maddede, “Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini…” ifadesi yer alıyor.
Bir okul tipinin ve mezunlarının kutsallığı yok.
İmam hatipler ve mezunları, halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep ve bölge bakımından farklı bir kesiminden sayılmıyor.
Tıpkı meslek liselerinin, Anadolu liselerinin, fen liselerinin sayılmadığı gibi.
***
Hadi olsa olsa diyelim ve “hakaret” suçunun varlığından söz edelim.
Burada da tutuklama yapılması mümkün değil.
Şikâyete bağlı olarak, bu sözden bizzat etkilenen biri varsa şikayet eder, tutuksuz soruşturulur.
***
Son noktaya gelelim…
Türkiye’nin anayasanın 90. maddesi ile bağlı olduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına.
Kararlar uygulanmıyor elbette ama bu sorumluluğu ortadan kaldırmaz.
Gülşen, bu sözü imam hatiplilere değil halkın bir kesimine karşı söylemiş olsaydı bile suçun unsurlarının varlığı olmadığı için suç oluşmayacaktı.
AİHM’nin, yerleşmiş içtihadına göre, ortada bir şiddet çağrısı yoksa, “şok edici, rahatsız edici, yıpratıcı” fikirler de ifade özgürlüğünün kapsamı içerisinde.
***
Bütün bunları sıraladıktan sonra elbette şunu vurgulamak elzem; Türkiye’de yargı mekanizması yürürlükte bulunan yasalara göre işlemiyor.
Soruşturma sürerken, ifade alınırken Adalet Bakanı sosyal medyadan mesaj paylaşıyor. Birileri mesaj bombardımanına tutuyor adliyeyi.
Kahin olmaya gerek yok, belli ki telefonlar açılıyor, belli ki fikirler paylaşılıyor.
***
Öyle ya Gülşen’i sadece bu sözüyle ele almak mümkün değil.
Haddini bildirmek lazım!
O değil miydi uyarılara rağmen, evli barklı kadın, sahneye olmayacak kıyafetlerle çıkan. Neredeyse dünyanın en saçma hassasiyeti gösterilerek terör örgütü bayrağı ilan edilen gökkuşağı bayrağını sahnede sallayan.
Yanına mı kalacaktı?
Görsün cezaevini de aklı başına gelsin, değil mi?
***
Gülşen’in tutuklanması, örnek bir olay.
İfade özgürlüğünün tanımı yapılırken tam da bu olay örnek gösterilmeli ve eylemin ifade özgürlüğü kapsamı içinde kaldığı anlatılmalı.
Ve ideal bir dünyada, Gülşen’in tutuklanmasının ifade özgürlüğünün yargı eliyle nasıl sınırlandırılabileceği konusunda vahim bir örnek olduğu ders olarak anlatılmalı.
***
Ancak her olay böyle değil, saçma sapan kıyaslamalarla bu yapılanı açıklamak da mümkün değil.
Başkaları gibi suç icat etmeden, TCK’yı esas alarak sıralayalım…
Gülşen’in eylemi suç değil ama misal, Gülşen tutuklandıktan hemen sonra, “Bu kadının katli vaciptir” diyerek Twitter’dan paylaşan, “aman hocam” uyarılarından sonra mesajı silen Yeniden Refah Partisi İlçe Başkanı Ömer Yıldız’ın eylemi net bir suç.
Namaz kılmayanların öldürülebileceğini söyleyen Ebubekir Sifil’in sözleri de net bir şiddet çağrısı ve suç. Öyle deve sidiğinin içilebileceğini söylediği video gibi gülünüp geçilebilecek bir söz değil.
İsmailağa Tarikatı’nın ve liderlerinin kız çocuklarının okutulmaması yönündeki mesaj ve sözleri de suç. Fikir özgürlüğü değil.
"15 Temmuz kursağımızda kaldı, istediklerimizi yapamadık. Boş bulunduk. Ayaklarını denk alsınlar. Bizim sitede hâlâ 3-5 var, benim listem hazır" diyen Sevda Noyan’ın suç sayılmayan eylemi suç.
***
Dokunsan kırılacak Türk aile yapısı, dokunsan kırılacak dini hassasiyetler, hemen tahrik olup otel yakabilen, linç edebilen kitleler bütün bunlar siyaset dilinin, “toplumsal gerçek” diyerek yol verilen, yasal olarak yol verilmesi mümkün olmayan tarikat örgütlenmelerinin eseri.
Devlet içinde örgütlenmeler, kendi kutsalını herkesin üzerinde görmeler, söz sahibi kendileriymiş gibi cehennem ateşi ile tehdit etmeler bunlar da suç.
Birlikte çalışacağın insanları, yeterli liyakata sahiplerse, “alnı secde görenlerden” seçme şansın var ama onların bir yerde örgütlenip de kurumları ele geçirmeye çalışmalarının, darbe yapmaya yeltenmelerinin suç olduğunu söylemeye gerek yok herhalde.
***
Affetmenin büyüklük olduğu, büyüklük söz konusu olmasa bile yola devam edebilmek için affedebilmenin gerektiği anlatılıp duruyor yıllardır.
Hayır, affetmek, bağlamsız, sadece mağdur özneye manevi olarak yüklenebilecek bir kavram değil.
Affedilebilmenin koşulları var.
Toplumsal olarak da kişisel olarak da net bunlar.
Bazen küçük bir özür, bazen yasal bir karşılık.
Ancak birilerinin de bütün bu yapılanları başkaları adına affetmek hakkı yok.
Hiçbir suçu olmaksızın cezaevinde yatan, yakınlarını kaybeden, terörist ilan edilen, damgalanan, fişlenen, dışlanan insanların hakkı, hukuku var.
Onların sesi yankılanıyor durmaksızın, öldürülen Bergen’in şarkısını yakın zamanda yeniden söyleyen Gülşen’in sesinde:
“Sen affetsen, ben affetmem…”
Gökçer Tahincioğlu kimdir? Gökçer Tahincioğlu, 1997’den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı. Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü. Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş’la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi. İlk romanı Mühür, 2018’de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor. |