Devlette devamlılık esastır ve Kamber Ateşler'in iyi olması istenmez.
Susurluk bugüne uzanan bir çizgidir.
Cümleyi buradan kurduğunuzda, Susurluk'tan sonra adaletin sağlanması için emek veren, dosyaların Meclis'in önüne, yargının önüne gelmesini sağlayanlar haklı olarak itiraz ediyor.
"O dönemde bugünden farklı olarak yargılanmaları sağlandı, birçok suç ve aktör deşifre edildi."
Haklılar hakikaten…
Bugün faili meçhul cinayetlerin kimler tarafından işlendiğini biliyorsak, kimlerin usulsüz ihalelere göz yummayan bürokratları öldürdüğünü söyleyebiliyorsak, bu cinayetleri işleyenlere kimlerin kol kanat gerdiği ezberimizdeyse onların sayesinde.
Ancak bu büyük mücadeleyi verenlerin karşısına çıkıp, türlü suçları "vatanseverlik" perdesinin arkasına süpürenler, katillere paye verip "kahraman" ilan edenler, Susurluk'un da cezasızlıkla bugünlere kadar uzanmasına yol açtı.
Öyle sadece slogan olarak değil.
O dönemin aktörlerinin bir bölümü bugün hâlâ cezasızlık zırhıyla korunuyor.
Bazıları operasyonlarda "danışman" yapılıyor, bazıları yönetim kurullarına atanıyor.
Faili aslında belli cinayetlerde yakınlarını kaybedenler ise neredeyse 30 yıldır adalet arayışını sürdürüyor.
KKTC'de kumar ve bahis piyasasının en önemli aktörü olan, siyasilerin görüntülerini kayda alarak şantajla başbakan değiştirdiği iddia edilen, uyuşturucu sevkiyatı konusunda da kritik görevler verildiği söylenen Halil Falyalı'nın geçtiğimiz günlerde öldürülmesinin ardından nafile sorular yeniden gündeme geldi.
Türkiye, soruların yanıtsız bırakılması konusunda eşsiz bir memlekettir.
Ya tamamen yanıtsız bırakır ya olmadık yanıtlar üreterek dosyanın kapanmasını sağlar.
Şimdi iki soru yanıtlanmayı bekliyor.
Ne kirli düzenin bir bölümünü açıklayan organize suç örgütü lideri Sedat Peker'in bu sistemin dışına nasıl itildiğini ne de Peker'in iddialarına konu isimlerin eylemlerini tam olarak biliyoruz.
Ancak adalet arayışının toplumsallaşmamasının, suçların normalleştirilmesinin, terörle mücadele adı altında yapılanların, bu kişilerin kahramanlaştırılmasının, cezasızlığın sonuçlarının ne olduğunu açık biçimde yaşıyoruz, yaşayacağız.
Geride kalan yıllarda birikenlerin çözülme sürecinde şu ana kadar olanlar, çok daha vahim olayların yaşanabileceğine işaret ediyor.
Ama tıpkı Susurluk gibi çözülmeyle de bitmiyor. Zira cezasızlık ve devletin değişmeyen anlayışı bitmesine engel.
Susurluk bir çizgidir, tıpkı Susurluk'u yaratan 12 Eylül'ün bugüne bir çizgi ile uzanması gibi…
4 Nisan 2012'de yüzlerce 12 Eylül mağduru, Ankara'da Zafer Çarşısı'nın önünde buluştu.
İdam edilen Erdal Eren, Veysel Güney, Erdoğan Yazgan, Serdar Soyergin, Ömer Yazgan, Necati Vardar, Mustafa Özenç'in aileleri, işkencede katledilen Enver Karagöz, Zeynel Abidin Ceylan, Hayrettin Eren ve nicelerinin yakınları.
Önce birbirlerine sarılıyor, sonra ellerinde çocuklarının resimleri, adliyeye yürüyorlardı.
Hemen hepsi, o gün ilk kez yargı önüne çıkartılacak olan Kenan Evren'in tek başına yargılanmasının yetmeyeceğini haykırıyor, bir dönemin, bir düzenin bütünüyle yargılanmasını istiyordu.
32 yıl sonra ilk kez hesap soran taraftalardı.
İçlerinde, incecik, esmer bir adam; Kamber Ateş.
Yer Mamak Askeri Cezaevi, 1983.
Ateş'e tecritteyken mektup geliyor.
"Annen görüşüne gelecek, çok özledi."
Tedirgin Kamber Ateş; Sivas İmranlı'dan çıkmamış, Kürtçe'den başka dil bilmeyen annesi ya konuşursa?
Konuşursa, Türkçe'den başka dilin yasak olduğu cezaevinde hem kendisi, hem annesi işkence görecek.
Günler geçip, görüş günü geldiğinde, annesi daracık, ancak ayağa kalktığında oğlunu görebildiği tek kişilik kabinden sesleniyor:
Kamber Ateş nasılsın?
"İyiyim anacığım" diyor. Hemen peşi sıra ama farklı bir tonda yeniden geliyor soru: Kamber Ateş, nasılsın?
5-6 kez aynı soru yineleniyor. Her sorudan sonra kalkıp, oğlunun yüzüne bakıyor.
Annesi, ezberleyebildiği Türkçe ile oğlunu sarıp sarmalıyor.
3 dakikalık görüş bitiyor, Kamber Ateş mutlu. Tecritte Ruşen Sümbüloğlu'na anlatıyor görüşü. Adliyeye 2012'de kalabalıkla yürüyen Sümbüloğlu, Mamak zindanında o öyküyü yazıyor: "Kamber Ateş nasılsın?"
Kamber Ateş de yürüyor kalabalıkla, duruşmaya girecek birazdan.
11 yıl kalmış cezaevinde. Onları da döverler diye gözaltında, babasını, ağabeyini bile tanımazdan gelmiş. Anlatıyor:
"Annem 'Ölmedim, gördüm yargılandığını' diye seviniyor. Serçeler bile katılmalıdır bu davaya. Mamak'ta, bakıp yemek verdik diye yaralı serçenin kafasını koparmışlardı. Onlar bile şikayetçidir. Uyumamıştım sabaha kadar. Biliyorum, eleştirecek çok yan var. Ama yine de şimdi annemin beni koklamasının, bana seslenmesinin tadını çıkartacağım. İyiyim, daha iyiyim."
Ama iyi olan bir şey yok.
12 Eylül yargılamaları boyunca Kenan Evren yatağından darbeyi savunuyor.
Mağdurlarla dalga geçer gibi, "aslında yargılanmalarına yıllarca engel yoktu, dosya zamanaşımına girdi" denilerek kapatılıyor darbe davaları, işkence dosyaları.
Evren, Devlet Mezarlığı'na gömülüyor dava bitmeden. Ölene kadar bitirilmiyor dava, itinayla rafta bekletiliyor Yargıtay'da.
Sonra Evren'in koyduğu, itinayla uygulanan ama "ne yasağı" diye savunulan Kürtçe yasağı, Kürtçe'nin belki en rahat konuşulabildiği yerlerde hortluyor.
Müzisyenler darp edilerek gözaltına alınıyor İstiklal Caddesi'nde.
Kayyım yönetimleri Kürtçe'yi bir yandan yasaklıyor, bir yandan yasak değilmiş gibi göstermek amacıyla kurs açıyor.
Devlet televizyonu Kürtçe yayın yapıyor ama Kürt ifadesini duyan, iktidar yanlısı, iktidar karşıtı kim varsa sıraya diziliyor.
Sloganlar hazır, bayraklar hazır… 12 Eylül hep yürürlükte.
Kamber Ateş'in çok sevdiği annesi veda etti dünyaya, memleketinde verildi toprağa.
Kenan Evren ceza almadı…
Faili meçhul cinayetlerin sanıkları da…
12 Eylül bir çizgidir, Susurluk gibi.
Devlette devamlılık esastır ve Kamber Ateşler'in iyi olması istenmez.
Ama sadece biraz olsun iyi olabilmeleri için bıktırıcı bu sisteme karşı adalet mücadelesi sürüyor, sürecek.
Bir gün Kamber Ateşler iyi hissedecek ve bayrakların suçların üzerini örtmesi engellenecek.