Ankara Sincan'daki kimsesizler mezarlığında görevli imam, çaresizlikle etrafına bakıp bize döndü:
"Başka kimse yok, siz yardım eder misiniz?"
Türkiye'nin dört bir yanından, bodrum katlardan, bahçelerden çıkartılan cesetlerin haberleri geliyordu. Ortak özellikleri domuz bağı yöntemiyle bağlandıktan sonra gömülmüş olmalarıydı. Muhtemelen bulundukları evlerde sorgulanmış, işkence ile öldürüldükten sonra o şekilde gömülmüşlerdi.
Ankara'da çıkartılan cesetlerden üçü kayıp yakınları tarafından teşhis edilemedi. Parmak izi karşılaştırması mümkün değildi, ceset sıvılaşmıştı. Bedenine bakarak teşhis edebilmek de imkansızdı.
Gazeteci arkadaşım Özgür Zeren, imam ve mezarlıktaki birkaç kişi, domuz bağı yapılmış haliyle katılaştığı için tabuta sığmayan bu cenazeleri kimsesizler mezarlığının isimsiz topraklarına gömülmek üzere taşıdık.
Benzer bir manzarayı fikirleri yüzünden işkenceyle öldürülen Konca Kuriş'in gömüldüğü Konya'daki villada da görmüştüm ama bu kimsesizlik daha da arttırıyordu yükü.
Yıllardır gizli saklı bir evin bodrumunda, dünyanın haberi olmadan yatan insanlar, şimdi de kimsesizler mezarlığının toprağına emanet edilmişti.
Hizbullah'ın çöküşü de kuruluşu da garipti.
Sol gruplara karşı sağ militanları kullanmayı yöntem seçen 12 Eylül darbecilerinin "ülkede kuş uçurtmadıkları" dönemde kurulan iki ayrı "kitapçı", Türkiye Hizbullahı'nın temelini oluşturuyordu. Farklı ülkelerde aynı ismi taşıyan örgütlere benzemeyen, onlardan tamamen farklı yöntemler uygulayan bir Hizbullah.
Ancak fikir ayrılıkları vardı. Fidan Güngör'ün 1981'de kurduğu Menzil kitabevi ile bir yıl sonra Hüseyin Velioğlu'nun kurduğu İlim Kitabevi, aynı çekirdekten Diyarbakır'daki Vahdet Kitabevi sohbetlerinden çıkmış, fikir ayrılıkları yaşamış iki grubu temsil ediyordu. 1987'de İlim Kitabevi'ni Batman'a taşıyan Velioğlu, tam da JİTEM'in kurulduğu dönemde, devletin farklı kesimleriyle farklı anlaşmalar yaparak bir adım öne geçti. İki grup arasındaki çatışmalar sonunda Fidan Güngör kaçırıldı ve izine bir daha rastlanmadı. İlim Kitabevi, Hizbullah'ın hâkimi haline geldi.
Fidan Güngör kaçırılan tek isim değildi. 1987'den, örgütün lideri Velioğlu'nun öldürüldüğü İstanbul Beykoz'da 17 Ocak 2000'deki çatışmaya kadar örgüt binlerce kişiyi kaçırdı. Velioğlu'nun ölümünden sonra işkenceli sorgulara dair 2 bin 500 kaset çıktı örgütün kasalarından.
Gizemli denilen örgüt, Velioğlu'ndan sonra aniden çözülüverdi. Yakalanan örgütün iki ve üç numaralı isimleri Edip Gümüş ve Cemal Tutar'ın ifadeleri ile bahçelerden, bodrumlardan cesetler çıkmaya başladı.
Oysa önceki yıllar boyunca dokunulmazlardı.
Takarof marka silahlarla, kendilerine göre "PKK'lı" ilan ettikleri kişileri enseden vuruyor, kimi insanları kaçırıp işkence ile öldürüyorlardı. Sopalı grupları, bulundukları kentlerde gözlerine kestirdiklerini linç ediyor, örgütün ismini ağzına alanı ortadan kaldırıyorlardı.
Öyle "Terörle mücadeleye destek verdiler" diyenlere bakmayın. Çatışmaya giren bir yapıdan söz etmiyoruz. Örgütün iki hedefi vardı. Birincisi devlet içindeki JİTEM gibi çetelerin işaret ettiği, eline silah almayan ancak "sakıncalı" görünen siviller. İkincisi de örgütün, büyümesinin önünde engel olarak gördükleri.
Örgütün yakalanan liderlerinden Cemal Tutar, Güneydoğu'da görevli öğretmenleri neden hedef aldıklarını anlatırken, "Zübeyir Alkaç ve Ramazan Aydın Bilge adlı öğretmenler PKK'lı oldukları için Hizbullah tarafından öldürüldüler. Bunlar okulda PKK'ya taban oluşturdukları için öldürüldüler" diyordu misal.
Öldürülen tek polis, eski Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okan ile korumaları değildi.
Diyarbakır'da 2000'de, polis Mehmet Zengin ile özel harekat polisi Adem Bayrakçı da farklı zamanlarda Takarof ile vurularak öldürüldü. Katilleri 2018'de tahliye edildi.
Liste uzun. Gözünde poşet eritilerek, işkenceyle öldürülen polis bile var örgütün sicilinde.
Kendi üyelerine karşı da acımasız üstelik.
Domuz bağı ile öldürülüp, üzerine beton dökülen iki ismin arkasında da buruk bir aşk hikâyesi var. Hizbullah üyesinin, konsomatris olarak çalışan kadına âşık olmasıyla başlayan bir hikâye. Kadının işini bırakıp, Hizbullah üyesinin deyimiyle, "tövbe ederek, başını örtmesi" de yetmemiş örgüte. Kadınla evlenen üyesini ve o kadını sorgulayıp, öldürüp, betona gömmüş bir örgüt bu.
Polisi, askeri, öğretmeni, sivili fark etmez… Kentlerde terör estiren, öldürmeyi IŞİD gibi İslam'a hizmet sayan devlet destekli bir yapı…
Artı Gerçek'te Remzi Budancir'in yazdığı haberde anımsattıkları da ibretlik…
TBMM Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu'na ifade veren eski Batman Emniyet Müdürü Öztürk Şimşek'in anlatımları:
"Ne yazık ki, Hizbullah örgütü mensupları bir dönem askerlerden yardım gördüler. Buradaki bazı askeri birliklerde silahlı eğitim yaptılar, lojistik destek gördüler."
Sadece kışlalar değil, emniyetin binaları da açıldı örgüte… Biliniyor.
Ve devlet, 2000'de örgütü tasfiye etme kararı aldı.
Ama orada bitmedi işler.
Belli ki bir başka biçimde örgütün kadrolarına ihtiyaç duyuldu. Hâlâ 100 bin kişilik tabana sahip oldukları söyleniyordu.
Bütün bu cinayetleri işleyen, talimatını veren Hizbullah'ın beyin takımı, skandal uygulamalarla tahliye edildi.
Yargıtay, 2011'de, dosyalarını yıllardır görüşmediği Hizbullah'ın beyin takımından 34 ismin, uzun tutukluluk nedeniyle tahliyesini kararlaştırdı. Hemen hepsi ortadan kayboldu. Ve sadece bir ay sonra Yargıtay, yıllardır bakmadığı dosyaları bakıp mahkûmiyet kararlarını onadı. Artık hükümlü hale gelmişlerdi ancak iş işten geçmişti. Tahliye edilen bütün kritik isimler yurtdışına kaçtı.
O da yetmedi…
2018'de cezaevinden Hizbullahçılar'ın tahliyelerine yönelik bilgiler gelmeye başladı.
O dönemde T24, ilk kez bu tahliyeleri duyurdu:
TIKLAYIN | Tahliye kapısı sadece onlara açıldı, cezaevlerindeki Hizbullahçılar serbest bırakıldı!
TIKLAYIN | Hizbullah tahliyelerinde ikinci perde
İlk etapta 100, ardından yaklaşık 500'e yakın Hizbullah mensubu tahliye edildi. Gerekçe ilginçti.
Anayasa Mahkemesi, PKK davasından hükümlü bir ismin, yargılandığı dönemde, DGM heyetinde askeri hâkim bulunması nedeniyle yaptığı başvuruyu kabul etmiş ve yeniden yargılama kararı vermişti.
Bu isim, hakkındaki karara rağmen tahliye edilmemiş ancak bu kararı mahkemelere sunan Hizbullahçılar'ın tahliyesine karar verilmişti.
Öyle fikirlerini beyan ettiği için hüküm giyen isimlerden bahsetmiyoruz. Tahliye edilenler tüm bu cinayetleri işleyenlerdi.
Böylece 2011 ve 2018'deki iki tahliye dalgasıyla Hizbullah'ın lider ve militan kadrosu serbest bırakılmış oldu. Büyük bölümü yurtdışına çıktı.
Edip Gümüş, yurtdışından örgütün liderliğini yürütmeye başladı.
Hizbullah, sivil alanda görülüyordu artık.
Örgüt, Velioğlu'nun ölümünden sonra Mustazaf Der adlı derneğin çevresinde bir araya gelmiş, silahlı eylemlere son vermişti.
Bu dernek, Hizbullah bağlantısı nedeniyle kapatıldı. Yerine Mustazaflar Hareketi kuruldu. Bunların yaşandığı 2012'de, örgütün firari lideri Edip Gümüş'ün, "Birleşin" mesajı doğrultusunda toplantılar yapıldı. Bu toplantılar aynı yıl Hüda Par'ın doğumunu sağladı.
Örgütün kurucu kadrosu ağırlıklı olarak avukatlardan oluşuyordu. Elbette bir avukat her davaya girebilir, istediği sanığı savunabilir.
İdeolojik olarak Hizbullah çizgisine yakın oldukları konusunda ise kuşku yok. Zaten bunu reddeden de yok. Reddedilen Hizbullah'ın devamı oldukları söylemi…
Gazeteci Abdülkadir Selvi başta olmak üzere çok sayıda köşe yazarı, bu konuda Yapıcıoğlu'nun yaptığı, "Hizbullah'ın devamı değiliz" açıklamalarına yer verdiler köşelerinde. Ancak arşivler biraz daha farklı.
"Türkiye Cumhuriyeti'ne göre Hizbullah bir terör örgütü olabilir ama bana göre bir terör örgütü değil" sözleriyle geçmişte gündem olan Hüda Par'ın Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, Edip Gümüş'ün annesinin taziyesine de katılıyor, Mustazaf Der toplantılarında da bulunuyordu.
Edip Gümüş ve beraberindekilerin yurt dışına kaçmasına yardımcı oldukları iddiasıyla yargılanan HÜDA-PAR kurucuları ve yöneticileri Bahattin Temel, Sait Şahin ve Fikret Gültekin'e 6'şar yıl 3'er ay hapis cezası verildi ve bu ceza 2021'de onandı. Bu isimlerin parti yönetiminden çıkartılmaları için Yargıtay Başsavcılığı partiye yazı gönderdi.
1995'te tutuklanıp 2004'te tahliye edilen aynı Bahattin Temel, birkaç yıl sonra örgütün Türkiye sorumlusu olduğu gerekçesiyle yeniden yakalanmıştı zaten.
Hüda Par yönetiminden çok sayıda isim geçmişte Hizbullah'ın eylemlerine katıldığı ya da bunları desteklediği için yargılandı. Kısa bir internet taramasıyla bulunabilir.
Mustazaf Der kapatılmadan önce genel başkanlığını yapan Hüseyin Yılmaz'ın, 2011'de, CNN Türk'e yaptığı açıklamalar da ilginç:
"Hizbullah ne yaptı? Fuhuş yapanlara yöneldi. Sokak aralarında fuhuş yapan kadınları tehdit etti, devam edenleri kendi deyimiyle bir şekilde cezalandırdı, bıçakladı… Hizbullah PKK'nın dayatması sonucu silaha sarıldı. Eğer PKK olmasaydı Müslüman Kardeşler - İhvan-ı Müslümin çizgisinde olan bir yapıdan gelen Hizbullah, İran'ın Devrimi ve kültürünü de karıştırıp, halk ayaklanması şeklinde bir devrim düşünüyordu. İran nasıl yaptı bunu? Askerle, polisle çatışmadı. Halkı bilinçlendirdi, sonunda halk sokağa döküldü. Halkla hiç kimse mücadele edemez. En mükemmel ordu bile halkla mücadele edemez."
Yılmaz'ın, "Hizbullah'ın eline tekrar silah alması olasılığı var mı?" sorusuna verdiğ yanıt da çarpıcı:
"Gelecek her şeye gebe. İnsan bilemiyor. Fakat eskiden silahı eline alırken bir düşünüyor idiyse bu sefer en az on düşünecektir… Nihayetinde bu rejim İslami bir yapıyı ortadan kaldırmış, devrimini, rejimini yerleştirmek için de binlerce alimi darağacında sallandırmış. Camileri ahıra çevirmiş, katliamlar yaşamış bu halk."
Hüda Par Genel Başkanı Yapıcıoğlu da 2021'de, AKİT TV'de katıldığı programda, "HÜDA PAR ile Hizbullah'ın bir ilişkisi var mı? Artık Hizbullah diye bir örgüt var mı?" sorusuna, "Hizbullah diye bir örgüt var. Ben Hizbullah'ın kendi kendisini feshettiğini duymadım. Ben avukat olarak da Hizbullah'ın davalarını takip ettim. Hizbullah'tan yargılanan bazı kişilerin savunmalarına da katıldım. Onlar da Hizbullah'ın içinde olduklarını ve böyle bir yapının olduğunu söylediler. Dolayısıyla kim Hizbullah yoktur diyorsa doğru bir tespit yapmıyor" yanıtını verdi.
Bugünü anlamak için 12 Eylül'e dönüp bakmak gerekiyor. O dönemden bugüne uzanan devlet destekli yapılara, aldıkları biçimlere...
Bir şiddet örgütünün silah bırakarak demokratik mücadeleye yönelmesine, şiddete bulaşmamış kadrolarla ideolojik mücadele vermesine itiraz eden aslında bir anlamda şiddet eylemlerini de besler. Sivil ve demokratik alan tercihinin desteklenmesi gerektiği açık, dünyadaki pozitif örnekler de bunu gösteriyor.
Sivil alanda, nefret suçu işlemediği müddetçe istediği gibi mücadele etsin.
Ancak yıllardır misal HDP'ye sadece oy verdikleri, sadece o partinin fikirlerini benimsedikleri için terörist, hain, bölücü ilan edilen insanlara da söylenecek iki cümle söz olmalı.
O partide siyaset yaptıkları için hiçbir şiddet eylemine katılmamış olmalarına rağmen cezaevinde yıllardır yatanlar için de iki cümle kurulmalı.
HDP kapatma davasına dönüp bir daha bakılmalı.
Oy için Hizbullah gibi bir yapının uzantılarıyla görüşülüyor, anlaşmaya varılıyorsa kadrolarının kimlerden oluştuğu, şiddetle ilişkileri de araştırılmalı. Kimin nereye taşındığı, nasıl bir pozisyona getirildiği partizanlıkla değil nesnel biçimde ortaya konulmalı.
Öyle soyut bağlardan, akıl yürütmelerden söz etmiyoruz.
Yirmi yıl uzun bir zaman değil. Dönüp bakmak çok kolay.
Yok bunlar yapılmıyor, tarihe geçecek bir tutarsızlığa imza atılıyorsa da bunu vurgulayan insanlara bir zahmet hakaretler edilmesin.
Öldürülen insanların yakınları hayatta ve henüz hepsi genç.
Dönüp en azından onlar için kurulacak iki cümle olmalı.
Gökçer Tahincioğlu kimdir? Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı. Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü. Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi. İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor. |