Şimdi, üç beş sosyalist, çocukların, öğrencilerin hem Marksist eğitim almaları hem kontrol altında tutulmaları hem de rahat etmeleri için bir araya gelip bir karar verse… Kendileri gibi düşünen insanlardan topladıkları paralarla lüks siteler içerisinde evler kiralasa ve bu evlere yerleştirdiği çocuklara eğitim çizelgeleri hazırlayıp uygulasa… Evlerin her birine abiler/ablalar atasa, okuldan dönüş saatinden evdeki temizlik saatlerine kadar her birini düzenlese…
Çok değil bir hafta sonra evler basılır, anayasal düzeni yıkmaya çalıştıkları söylenerek haklarında davalar açılır, eğitim gören öğrenciler dahil tamamı tutuklanır…
Ama bazıları için bütün bunlar sonsuz birer temel haktır.
Aslına bakarsanız İslamiyet'te ruhban sınıfı yoktur ama zamanla tarikatlardaki "önemli ve ayrıcalıklı" kişiler, bir ruhban sınıfına dönüşmüştür.
İktidarın fikirlerine aşırı ehemmiyet verdiği Hayrettin Karaman da bu düşünceyi destekliyor ve 15 Temmuz'u bir anlamda bu kurala aykırı davranmaya bağladığı yazısında şunları söylüyor:
"Ben alim yok demiyorum, velî yok demiyorum, herkesin çalışarak kazanabileceği ehliyetle bir kısım dini görevleri üstlenmiş insanlar yok demiyorum, her işin bir uzmanı yoktur demiyorum ki, bana, bunları demişim gibi reddiye yazılsın. Mertebelerin ve Allah katında kulların derecelerinin farklı olması başka, bunların ruhbanlar gibi bir sınıf teşkil etmeleri başkadır…"
Ancak işin aslı şu ki o alimler, veliler, Allah'a giden yolu kolay eylediğini iddia edenler, Türkiye başta olmak üzere birçok ülkede, esaslı bir ruhban sınıfını oluşturuyor.
Küçük Vatikanlar kuruyorlar aynı zamanda…
Başta AKP iktidarı olmak üzere, bütün sağ iktidarların sırt sıvazlamasıyla…
Sadece Gülen cemaatinden söz ediliyor ama hemen hepsinin uyguladığı, tıkır tıkır işleyen, kimsenin ilişmediği muazzam bir sistem…
Diyelim ki bir tarikat/cemaat çevresine yeni giren, mahalleye ekmek üreten bir fırıncı esnafısınız.
Sadakatinizi gösterebilmişseniz, işleriniz kısa sürede açılır.
O tarikatın ya da cemaatin içindekilere, kurumlarına sizden ekmek almaları şartı getirilir. Kontrollerindeki yurtlara, derneklere de ekmek bu fırından alınmaya başlanır.
Yetmez, en önemlisi devlet.
O cemaatten yetişmiş bürokratlardan rica edilir, devlet kurumlarına da ekmek satmaya başlanılır.
Hızla zenginleşirsiniz… Ama elbette tek başına zenginleşmek olmaz. Siz de ununuzu, yağınızı işaret edilen yerlerden almak zorundasınız. Ve elbette cemaati, tarikatı zenginleştirmek… Bir yayına abone mi olursunuz, bilet mi satın alırsınız, ayni yardım mı yaparsınız, nakit mi verirsiniz size kalmış…
Sistem durmaksızın büyümek odaklıdır.
Sadece ticari olarak değil.
Müritler ve çocukları var, beklentileri var, tarikat/cemaat için yapılacaklar var.
Devlet kadrolarının bu insanlarla doldurulması gereklidir. Onlar başka müritleri işe sokar, onlar diğerlerini…
Alnı secde görenden zarar gelecek değil ya… Açılır bütün kapılar…
Yurtlar bu ticari döngüye giremeyecek ailelerin çocukları ya da bürokraside değerlendirilecek parlak gençler içindir.
Bir de protokol yapılmışsa Milli Eğitim'le, artık tarikat çevresinden olmayan ailelerin çocukları da rahatlıkla toplanabilir.
Ama bir de evlerin oluşturulması elzemdir. Anadolunun ücra kasabalarından, köylerinden gelen devlet yurdunda kalma imkanı bulamayan ya da tercih etmeyen gençler, kentlerin en lüks mahallelerinde kiralanmış evlerin kadrolarına dahil edilir. Bu evdeki abilerin, ablaların sözleri doğrultusunda yaşamaya başlarlar. Kimi çok sever bu yaşamı, kimi nefret etse de katlanır. Ama artık borçlanmıştır bir kere…
Belediyeler büyük araziler sağlar tarikat ve cemaatin bir merkeze sahip olması için, iktidarlar kadro ve ihaleler verir, protokoller yapar.
Savcılar, polisler için zaten başlık bile değildir faaliyetleri, ne yapıyorlar ki…
Ve zaten bir bölümü de kendilerindendir…
Elbette bu kadar yoğunluk, bu kadar insan, küçük hoşnutsuzluklar olacak, tatsızlıklar yaşanacak değil mi, olur böyle şeyler…
Misal ateizm nedir, maneviyat nedir farkında bile olmayan 12 yaşındaki bir çocuk ailesinin zoruyla Muş'ta konulduğu yatılı yurtta kendini asabilir… Dosyasına gizlilik koyarsınız, unutulur gider.
Misal Ensar Vakfı'nda olduğu gibi yatılı yurttaki çocuklar bizzat eğitimci tarafından istismar edilebilir. Bütün bir vakfı, tarikatı, yurdu karalamaya lüzum yok değil mi, o konu da küçük bir özeleştiri bile yapılmadan kapatılır.
Misal Diyanet'in "eğitici" kadrosu verdiği tarikat şeyhinin oğlu için, Siirt'te olduğu gibi istismar iddiası ortaya atılabilir. 12 saatte iddianamesi hazırlanır, bir ayda davası sonuçlandırılır. Arada geçen zamanda çocuk ifadesini değiştirir, dosya beraatle sonuçlanır.
Misal Antalya'da olduğu gibi bir genç, Deccal olduğu gerekçesiyle öldürülebilir. Tarikatın suçu olacak değil ya…
Camilerde imamlar öldürülür, katil linç edilir. Tarikat şeyhinin ilişkiye girdiği kadının kocası itiraz edince öldürülür, mağaraya gömülür. Yapılanlara itiraz edenin hayatı kaydırılır.
İntihar eden Enes'i yazan gazeteci işten çıkartılır, ağzını açan susturulur…
Bu korku imparatorluğuna en ufak laf eden çarpılır, yok edilir.
Yaptıkları sorgulanamaz, sorgulandığı zaman bile şefkat gösterilir, bir zahmet iki cümle edilecekse de o iki cümlenin önüne binlerce saygı cümlesi eklenir.
Elbette sosyolojik bir gerçeklik var. Ancak bu sosyolojik gerçekliğin sırtını sıvazlayıp, olduğu gibi kabul ettiğinizde, ülkenin her tarafına hücre hücre, dizi dizi yayılmaları gerçeği de var.
Elbette soldan sağa bütün herkesin bir düşünce etrafında örgütlenme ve düşüncesini yayma hakkı var. Ancak bir yandan diğer tüm düşünce ve inanç sistemleri suç ilan edilerek nefret diliyle anılırken, diğer yandan İslamiyet'i en iyi kendisinin bildiğini ve doğru yolu ancak kendisinin gösterebileceğini söyleyenlere çocuklar üzerinde sonsuz bir tahakküm hakkı veriliyorsa, buna itiraz edersiniz.
Elbette isteyen istediğine inansın ancak devlet kadroları, ihaleler, protokollerle hepimizin üzerine o örtü çekilmek isteniyorsa, herkesin o örtünün altında yapılanları anlatmak, o örtüyü kaldırmak hakkı da var.
Durmaksızın deizmin, ateizmin batı tarafından topluma enjekte edildiğini, manevi boşluğun felaketlere yol açtığını ağızlarına dolayanlar, inançları kullanarak dünyanın bütün nimetlerinden sonsuz faydalanan bu büyük ve "güçlü" toplama yoksul çocukların nasıl baktığını görmüyorlar.
Devlet kadrolarının, ballı ihalelerin bunlara akıtılmasına itiraz edenlerin gözlerindeki bakışı görmüyorlar.
Hayatlarının çalınmasından haklı olarak korkan kadınların, kız çocuklarının gözlerindeki endişeyi görmüyorlar.
O kadrolarla, o kazanılan paralarla yaşayanların toplumla aralarında nasıl büyük bir uçurum oluştuğunu görmüyorlar.
Toplum kendileri, sosyolojik gerçeklik kendileri, halk kendileri… Onlara göre sadece hak ettiklerini alıyorlar…
Gönül gözlerini açık sanıyorlar ama görmek için kullanmaları gereken gözlerle bile görmüyorlar…