Sen önce işi zora sok sonra “ha herro ya merro” saldırarak kazanmaya çalış.
Durumumuz buydu yıllardır. Milli anlayışımız da. 2008’de olduğu gibi bazen tutturuyorduk ama çoğu zaman da tutturamıyorduk. Ne var ki hafızada kalanlar hep tutturduklarımız oluyordu.
Ve 2014 Dünya Kupasına katılabilmek için en fazla kazanılması gereken maça mecburen yine bu anlayışla çıkıyordu Milliler.
Çünkü Romanya’yı yenmek demek puan almanın ötesinde grupta ikincilik yolunda umudu ayakta tutmaktı.
Romanya’nın ardından oynanacak Estonya ve Hollanda karşılaşmaları da alınmak zorundaydı ama Estonya’nın grupta hiçbir umudunun olmaması Hollanda’nın ise son karşılaşmada grup liderliğini büyük olasılıkla garantilemiş olarak bizim karşımıza çıkacak olması bu maçların zorluk derecesini azaltıyordu.
Bu bir şanstı.
Tabii rakiplerin de puan kaybetmesi gerekecekti.
Yani hikâyenin bir şekilde sürmesi tamamıyla Romanya yengisine bağlıydı.
Ve şu dakikada her hattımızla saldırmaktan başka çaremiz de yoktu.
Bir anlamda eğrisi doğrusuna gelmişti; saldırarak gol arayacak saldırarak kendimizi koruyacaktık.
Sahadaki Millilere baktığımızda da bunu rahatlıkla görebiliyorduk.
Defansın iki kenarındaki Gökhan Gönül ve Caner Erkin çok ileri çıkan kanat oyuncularıydı. Çift santraforla mücadele edecektik.
4-4-2 gibi görünen diziliş, kadro dikkate alındığında Gökhan ve Caner’in ileri çıkması orta alanın göbeğindeki Mehmet Topal’ın ise geriye çıkmasıyla 3-5-2’ye sonra Arda ve Gökhan Töre’nin de forvete katılımıyla 3-3-4 dönecek gibiydi.
Karşılaşmaya enerjik başlayan taraf ev sahibiydi. Daha ilk dakikada Romanya’dan maçın ilk frikiği ve ilk korneri geldi ve biz de Semih’le ilk sarı kartı gördük.
Ama ilk on dakikadan sonra Milliler oyuna ağırlığını koydu. Hayret, sakin, olgun ve güç koyarak oynuyorduk.
Kanatları Gökhan Gönül ve Caner’le iyi kullanmaya başladık. İlerde Umut ve Burak rakip defansın dengelerini bozdu, Arda ve Gökhan Töre alan değiştirerek ve topun durumuna göre hareketli oynayarak ileri ikilinin arkasında etkili oldu.
Sonuçta her alanda rakibe göre sayısal üstünlüğü ele geçirdik. Orta alanda Mehmet Topal ve Selçuk İnan’ın pozitif oyunu Romanya’nın toparlanmasını engelledi.
Türkiye’nin etkili oyunu 22’de golü getirdi; Caner’in sol kanattan çabuk kestiği topta Umut ve Burak birlikte hareket edip rakip savunmayı hataya zorladı ve Burak skoru lehimize çevirdi: 0-1.
Golün ardından Kırmızı beyazlılar sanki maç berabereymiş gibi aynı oyunu sürdürdü, Romanya iyice tıkandı.
Ne var ki ilk yarım saatten sonra topu kendi alanlarında karşılamaya başladı Milliler. Bu ürkütücüydü ama neyse ki kısa sürdü.
En azından bir beraberlik almak isteyen Romanya’nın ikinci yarıda daha etkin olmaya çalışacağı aşikârdı.
Ama Türkiye bu isteğe oyunu geniş alana yayarak ve alan daraltarak izin vermedi.
Hatta çabuk çıkarak pozisyon da buldular. 54’de Gökhan Töre’nin geliştirdiği ve Umut’u gördüğü atak üst düzey bir organizasyondu mesela.
Romanya dağınık, şişirme toplarla kalemizde etkili olmaya çalıştı.
Bunlardan birinde 68’de Popa’nın sert şutu sol direkten döndü. Bu topu Volkan’ın tutması imkânsızdı. Yani şanslıydık.
75’den sonra Milliler dakika saymaya başlayınca oyun düzeninden koptu zaman zaman.
Romenlerde ise hiçbir düzen olmayınca bu sonuca yansımadı.
Tam tersine son dakikalarda ikinci gole yaklaşan taraf biz olduk.
Nitekim kalemizde gördüğümüz tehlike’nin ardından Arda- Mevlüt ikilisi 90+5’te sakin ama çabuk ve akıllı davrandı; Mevlüt’ün plasesi farkı ikiye çıkardı. Aynı zamanda Türkiye’nin averajını da düzeltti.
Sonuçta Milliler “Türkiye gibi” değil olgun bir futbol takımı gibi oynadı ve haklı bir üç puan aldı.
Bu da umutları canlı tuttu.
Terim’in hakkını Terim’e vermek gerek.