İnsanın etçil olma hikayesinin 65 milyon yıl öncesine dayandığı belirtiliyor. Dinozorların ve yeryüzündeki canlı türlerinin yarısından fazlasının yok olması sonrasında yağmur ormanlarıyla kaplı yeni dünyada ilk atalarımızın ortaya çıktıkları biliniyor.
Onların bağırsak sisteminin otçul sindirime elverişli olduğu; kör bağırsakları ve kalın bağırsağın girişindeki bakteri dolu keseleri ile meyve ve yaprak yemeye uygun bir biyolojik yapıları olduğu belirtiliyor. Bu yapılarıyla eğer çiğ et yemiş olsalardı, muhtemelen kolonunda burulma, delici karın ağrıları, mide bulantısı ve şişkinlik hissedecekler ve belki de öleceklerdi.
Yine de atalarımızın yaklaşık 2.5 milyon yıl önce et yemeye başladıklarını biliyoruz.
Hâlâ cevabı bilinmeyen soru ise etçilliğe ilk nasıl başladıkları!
Çeşitli teoriler var: Bir açıklama, iki ayak üzerinde yürümeye başlamaları ile avcılık yeteneklerini geliştirmiş olmaları onları et yemeye yönlendirmiş olabilir, deniyor. Sonrasını da evrim tamamlıyor olmalı.
Ama avlanma becerisine ve motivasyonuna sahip olmak bir şey, et yeme kapasitesine ve alışkanlığına sahip olmak başka bir şey. Atalarımızı avlanmaya ve et yemeye iten ya da zorlayan başka nedenler olmalı.
Bunun yanıtı için, 2.5 milyon yıl önce ortaya çıkan iklim değişikliği adresleniyor.
İklim değişikliği ile birlikte yağmur ormanlarının azalması sonucu meyve, yaprak ve çiçek miktarında azalma oluyor, bazı yerlerde yağmur ormanlarının yerini seyrek ağaçlı otlaklar alıyor. Dolayısıyla otçul hayvan sayısında artış olurken atalarımız alıştıkları yeterli yiyeceği bulmak için daha çok zaman ve enerji harcamak zorunda kalıyorlar.
Dolayısıyla bu süreç onları et yemek zorunda bırakmış olmalı.
Evrimsel süreç, insanları etçil olarak evirdi ise niye tekrar vejetaryen oluyoruz?
Özgün adı Giant olan Devlerin Aşkı, 1956 ABD yapımı dramatik-romantik bir film. Başlıca rolleri Elizabeth Taylor, Rock Hudson, James Dean ve Carroll Baker gibi ünlü sanatçılar paylaşıyor.
Filmin bir sahnesinde şükran günü yemeği için tüm aile bir araya gelir. Tatlı bir telaş içinde hazırlıklar tamamlanır, aile masada yerini alır ve sofranın klasik ana yemeği olan nar gibi kızarmış hindi büyük bir tepsi içinde masaya getirilir, ancak küçükler onu tanırlar; o "Pedro"dur!
Çocuklar elleri ile besledikleri bahçedeki hindiyi tepside görünce kıyamet kopar. Kimse çocukları teskin etmeyi başaramaz, ana yemeğe dokunulmadan masadan kalkılır ve sahne, çocuk çığlıkları ve ağlama sesleri ile sonlanır.
Sanırım çoğu vejetaryenin geçmişinde böyle bir deneyim var. Belki de insan doğasının en önemli özelliği ve onu diğer türlerden farklı kılan yanı da budur!
Bazılarının beslenme tercihlerinde etin yanısıra hayvan ürünü yiyecekler de bulunmuyor. Bu tercihe vegan yaşam tarzı deniyor.
Peki insanlar neden "vegan" olur?
Vegan sözcüğü, İngilizce "vegetarian" kelimesinin ilk üç harfi ile son iki harfinin birleşimi olup mucidi de 2 Eylül 1910 doğumlu Donald Watson isimli bir İngiliz aktivist.
O da benzer bir deneyim sonucunda vejetaryen olarak yaşamını sürdürürken hayvanların gereksiz yere sömürülmesine katkıda bulunduğunu fark eder ve hayvanlardan elde edildiğini düşündüğü ürünleri de yemeyi reddeder.
Onun reddettiği şeyler bunlarla sınırlı değildir: Sigara, alkol ve uyuşturucu gibi maddelerin kullanımını da; başkalarına karşı düşman olmayı, nefret duyguları beslemeyi de reddeder. Kararlı bir savaş karşıtıdır ve özellikle II. Dünya Savaşı yıllarında bile bu kararlılığını sürdürür ve savaşı güçlü bir şekilde reddeder.
Kendisini "vegan" olarak tanımlar ve 1944 yılında Londra merkezli "The Vegan Society"yi kurar. Bunu yaptığında 34 yaşındadır.
1944 tarihinde Einstein 65 yaşındaydı ve Amerika'da yaşamaktaydı; muhtemelen Watson'dan ve vegan topluluğundan haberi yoktu.
Albert Einstein vegan değildi ama onun vejeterjan düşünce yapısını destekleyen bir bakış açısına sahip olduğunu biliyoruz.
Tarihsel kayıtlara göre, ömrünün son 40 yılını olabildiğince az et tüketmeye dikkat ederek geçirdiği, özellikle son yılında tümüyle vejetaryen diyet uyguladığı görülüyor.
Et yemeyi hangi noktada bıraktığı tam olarak belli değil. 74 yaşındayken, ölümünden iki yıl önce bir mektubunda: “Her zaman biraz vicdan azabıyla hayvan eti yedim” der. Ancak ölümünden sadece bir yıl önce, artık onu yemediğini açıkça belirtir. Başka bir mektupta da şöyle yazıyor: “Yani yağsız, etsiz, balıksız yaşıyorum ama bu şekilde oldukça iyi hissediyorum. Bana neredeyse insan etobur olmak için doğmamış gibi geliyor.”
Yıl 2021, Euronews'in haberine göre; İsveçli otomobil üreticisi Volvo, araç yelpazesinin 2030 yılına kadar derisiz ve "vegan dostu" olacağını, giderek daha fazla sürdürülebilir kaynaklı ürünler kullanılacağını açıkladı. Değişikliğin nedeninin, hayvan refahı ve sığır yetiştiriciliğinin çevresel etkileri olduğunu kaydediyor.
Öyle görünüyor ki önümüzdeki yıllarda "vegan" sözcüğü ile çok daha sık karşılaşacağız.
Veganlık, bir düşünce sistemi, hayata bakış ve onu algılama şekli. Günümüzde hiçbir hayvansal ürün tüketmeyen veya herhangi bir hayvansal malzeme kullanmayan insanların sayısı artıyor. Eleştiriler ise daha çok beslenme eksikliğine odaklı, sağlıklı bir beslenme olmadığı noktasında toplanıyor.
Ancak veganlar bunu reddediyor ve diyorlar ki; eğer besin ihtiyacımızı diğer kaynaklardan temin edebiliyorsak duyguları olan, bizlerden çok da farklı olmayan canlı türlerini öldürerek ya da onlara eziyet ederek beslenmenin bir anlamı yok.
Bu arada, vegan yaşamın temsilcisi ve kurucusu olan Watson'un sağlıklı bir yaşamın ardından 2005 yılında 95 yaşındayken yaşama veda ettiğini de kaydedelim!
Başta sorduğumuz soruya gelince: "İnsanlar niye vejetaryen olur?"
Belki de asıl soru "nasıl etçil oldukları"dır; çünkü onlar özünde zaten vejetaryendiler!
Kaynakça