Evrende tüm canlı yapıların kendilerini koruma ve yaşamlarını sürdürme refleksleri vardır. Aynı şekilde toplumlar da benzer refleksleri gösterirler.
An itibarı ile altı binin üzerinde konut yıkılmış; ağır hasarlı değil, tümüyle yıkılmış konutlar söz konusu. Rakamlar nasıl bir tablo ile karşı karşıya olduğumuzu anlatıyor.
Toplum olarak çok ciddi bir travma içindeyiz. Her şey, çok değil 20 yıl önce yaşadıklarımızın ağır bir tekrarı gibi.
Büyük depremlerin, Dünya'nın tektonik plakalarından birinin diğerini zorlaması ve itmesi sonucu ortaya çıktığını biliyoruz. İki plaka arasında zamanla gerilim birikiyor, devasa kırılmaların ardından biriken enerji yıkıcı sismik dalgalar şeklinde açığa çıkıyor ve bizler bu enerji boşalımını deprem olarak deneyimliyoruz.
Dünya üzerinde Richter ölçeğine göre kaydedilmiş en büyük deprem, 1960 yılında Şili'yi vuran 9,5 büyüklüğündeki Valdivia depremiydi. 5 bin 700 dolayında insanın ölümüne neden olan bu mega depremi Pasifik Okyanusu boyunca bir tsunami izlemişti.
İkinci en büyük deprem 9.2 büyüklüğündeydi ve 1964'te Alaska'da, Pasifik levhasının Kuzey Amerika levhasına doğru yaslandığı bir bölgede meydana gelmişti. Aynı büyüklükte ve yıkıcı bir tsunamiyi tetikleyen 2004 Sumatra depremi ise 250 bin insanın canına mâl olmuştu. Japonya'da 2011 yılında, 9,1 ve Rusya'da 1952 yılında meydana gelen 9,0 büyüklüğünde depremler çok büyük depremler olmasına karşın ölümcül değillerdi.
Aşağıda, son yüz yılda kaydedilmiş büyüklüğü Richter ölçeğine göre 9,0 ve üzerinde olan büyük depremler görülüyor.
1930'larda Richter ölçeğinin geliştirilmesi sonrasında bilim insanları geçmiş depremleri eldeki verilerle yeniden değerlendirerek kayıtlara geçirdiler.
Geçmiş depremler arasında en ölümcül olanı Çin'de meydana gelen Shaanxi depremi; 23 Ocak 1556'da, Shaanxi bölgesinde geniş bir alanı etkileyen güçlü bir sarsıntı sonucu yaklaşık 830 bin kişinin öldüğü belirtiliyor. Bazı yerleşim yerlerinin nüfuslarının yaklaşık yüzde 60'ını kaybettiği tahmin ediliyor.
Shaanxi depreminin büyük olasılıkla 8,0 veya 8,3 büyüklüğünde olduğu düşünülüyor. Bu deprem, kaydedilenlerin içinde en şiddetlisi olmamakla birlikte en ölümcül olanı.
Shaanxi depreminde ölü sayısının bu denli yüksek olması, bölgenin yoğun nüfuslu olmasının yanı sıra bölgede kötü inşa edilmiş taş binaların neredeyse tümünün yıkılmış olmasına bağlanıyor.
Yöre halkı problemin kaynağını doğru tespit ederek kısa sürede önlemler almaya yöneliyor. Yerel kayıtlara göre, taş bina yapımı terk edilerek olası depremlerin etkisini azaltacak şekilde daha hafif malzemeler tercih ediliyor. Tercihler sarsıntılara karşı daha dayanıklı ve yıkılmaları halinde daha az hasara neden olabilecek bambu ve ahşap gibi hafif malzemeler oluyor. Hemen kaydedelim, yıl 1556.
Çinliler, eski çağlardan beri depremlerin yıkıcı gücüyle savaşmışlar.
Tarihte ilk sismografın MS 132'de Çinliler tarafından icat edilmesi bir rastlantı değil. Biliyoruz ki her keşif, her icat bir sorunun çözümünü ararken elde edilir.
Tarihsel kayıtlara en ölümcül deprem olarak geçen 1556 Shaanxi depreminden sağ kurtulan bilgin Qin Keda, deneyimlerinden hareketle böyle bir felaket durumunda uyulması gerekenleri şöyle açıklıyor. Keda, "Deprem başladığında içerideki insanlar hemen dışarı çıkmamalı" diye yazmış; "Yalnızca çömelin ve bekleyin" diyor; "Yapı çökse bile içindeki bazı alanlar bozulmadan kalabilir."
Qin Keda'nın tavsiyeleri, Günümüzdeki önerilerle örtüşüyor. Deprem sırasında içerideyseniz kapıya yönelmenin daha güvenli olmadığı; içeride kalarak saçılan enkaz parçalarından korunabilirsiniz, deniyor.
Özetle deprem sırasında içerideyseniz, "ÇÖK, KAPAN VE TUTUN"; Qin Keda'nın 450 yıl önce verdiği tavsiyenin aynısı.
Türkiye, 9.0 büyüklüğünde olmasa da 8.0'e yakın ve ölümcül depremler üreten bir ülke. Daha 1999 depremi travmasını atlatamadan Maraş- Antakya hattında, Doğu Anadolu Fayı olarak adlandıran fay üzerinde büyük bir bölgeye yayılmış ve ölümcül bir depremi yaşamaktayız.
Antakya'da bilinen ilk deprem MÖ 148'de olmuş; MS 115'te daha şiddetli bir deprem oluyor. 7,5 şiddetinde depremde 260 bin kişinin öldüğü tahmin ediliyor. Ardından MS 458'de meydana gelen Antakya depreminde binaların neredeyse tamamının yıkıldığı bilgisi var. Şehir yeniden inşa ediliyor ama 100 yıl sonra MS 525'te bir başka depremle yeniden yıkılıyor. Üstelik depremle birlikte yangın felaketi de Antakya'yı vuruyor. Yaklaşık 250 bin kişi hayatını kaybetmiş. Osmanlı İmparatorluğu döneminde de depremler devam ediyor.
Antakya merkezli depremler ölümcül depremler arasında ve en çok kaybın verildiği depremler sıralamasında Shaanxi ve Sumatra depremlerinden sonra 3'üncü ve 4'üncü sırada.
Hiç ders almamışız, depremlere karşı hiç savaşmamışız, hiç refleks ve kültür geliştirmemişiz! Bizimle aynı kaderi paylaşan Çin ve Japonya'nın tarihsel süreçte depreme karşı verdikleri savaşın ve geliştirdikleri stratejilerinin başarılı sonuçlarını görüyoruz.
Önce işe deprem kırıkları üzerinde şehirleşmeye ve yapılaşmaya izin verenleri; yetkili kurulları ve yetkili kişileri; buralarda kuralları hiçe sayarak yapı yapan ve onları satarak ölümlere neden olanları yargılayarak başlayabiliriz. Yıkılan her evin bedeli, onu yapıp satandan alınıp depremzedeye iade edilmeli ki yaşamı boyunca tüm birikimlerini bu evlere yatırmış bu insanlar için adalet tecelli edebilsin.
Bu yaptırımlar, önümüzdeki süreçte geliştirilecek stratejiler için önemli bir ön koşul sağlayacaktır.
Bizim kültürümüzde yasalar, yönetmelikler kağıt israfından öte bir şey değil; tavsiyeler ve geçmiş deneyimler işe yaramıyor; belki ciddi cezalar ve yaptırımlar çözüm olabilir.
Başka seçenek de yok, görünüyor!
Kaynakça:
https://www.history.com/news/the-deadliest-earthquake-ever-recorded
https://pubs.usgs.gov/gip/earthq1/history.html
https://www.livescience.com/biggest-earthquake-found-chile
Nafiye Güneç Kıyak kimdir? Nafiye Güneç Kıyak, Lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi (İÜ) Fizik Bölümü ve yüksek lisans eğitimini İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Nükleer Enerji Enstitüsünde tamamladı. Çalışma hayatına Türkiye Atom Enerjisi Kurumu- Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi'nde araştırma reaktörü radyasyon güvenliği sorumlusu olarak başladı. Doktora sonrası Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu bursu ile Almanya-GSF (Gesellschaft für Strahlen- und Umweltforschung-München)'de "nükleer santraller çevre analizleri, radyasyon dozimetrisi, nükleer teknikler" alanlarında çalışmalarda bulundu. Yurda dönüşünün hemen ardından doçent ve daha sonrasında da profesör oldu. 1996 yılında kurulan Işık Üniversitesi'nin kuruluş çalışmalarına katıldı ve çeşitli kademelerde görev alarak kurucu fizik bölüm başkanlığı, Fen Bilimleri Enstitüsü müdürlüğü görevlerinde bulundu. "Lüminesans Araştırma ve Arkeometri Laboratuvarı"nı kurdu modern fizik konularında lisans ve yüksek lisans dersleri verdi. 2010- 2015 yılları arasında Işık Üniversitesi Rektörü olarak görev yaptı. Rektörlük süresini tamamlamasının sonrasında Feyziye Mektepleri Vakfı okulları CEO'su görevinde bulundu. Prof. Kıyak'ın uluslararası bilimsel dergilerde yayımlanmış çok sayıda bilimsel makalesi, yurtiçi ve yurt dışında sunulmuş 200 dolayında bilimsel çalışması bulunmaktadır. Ayrıca popüler bilim alanında üç kitabın yazarıdır: Aklın bilinmeyene yolculuğu: KOZMOS; Sırlar evrenine açılan kapı: KUANTUM ve Başlangıcın ötesi: ÇOKLU EVRENLER. 2019'dan bu yana T24 Haftalık’ta popüler bilim konularında yazılar yazmaktadır. Prof. Kıyak evli ve iki çocuk sahibidir. |