Artık küresel ısınmanın sonuçlarını almaya başladık. Pandemi, deprem ve sel gibi afetler, yangınlar tüm yerküreyi kuşatmış durumda.
Çok sıra dışı bir evreden geçiyoruz derken bir bakıyoruz sıra dışılık normale dönüşmüş. Bir yılı aşkın süredir hayal bile edilemeyenleri yaşamaktayız.
Pandemiden henüz galibiyetle çıkamamış biz Dünyalılar, yeni mutant virüslerle mücadeleye giremeyecek kadar yorgunuz diyorduk ki ülkemiz yangın yerine döndü.
Hatırlarsanız ünlü fizikçi Stephen Hawking, ölümünden çok kısa bir süre önce geleceğe dönük görüşlerini dile getirirken şunları söylüyordu:
"Yeryüzünde aniden çıkabilecek bir nükleer savaş, genetiği değiştirilmiş bir virüs gibi felaketler ve giderek artan başka tehlikelerle yaşamın yok olma tehdidiyle karşı karşıya olduğuna inanıyorum. İnsanoğlunun uzaya gitmediği sürece bir geleceği olduğunu sanmıyorum."
Hawking, son iki yılda yaşadıklarımızı çok değil üç yıl önce, 2018 yılında öngörebilmişti. Aslında yaşadıklarımızı öngörebilmek için çok önemli bir bilim insanı olmanız da gerekmiyor; tehlike adım adım ve etkilerini açıkça göstererek geliyor.
Sorumlusu büyük ölçüde bizleriz, özellikle son elli yıldaki hızlı ısınmaya yaptığımız katkılarla.
"Nature" dergisinde yayınlanan ve BM Biyolojik Çeşitlilik ve Ekosistem Hizmetleri Platformu (IPBES) tarafından hazırlanan raporda, insan faaliyetleri nedeniyle Dünya'da bir milyona yakın hayvan ve bitki türünün yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu belirtiliyor. Eğer önlem alınmazsa önümüzdeki yıllarda türlerin yok olma hızının daha da artacağı yönünde kaygılar var.
Geçtiğimiz yıl Avustralya'yı ve tüm Avustralya kıtasını baştan sona saran ve bir türlü söndürülemeyen yangınları hatırlayalım, tüm Dünya bir anlamda olası sonla yüzleşmişti.
Bu kıtaya özgü kangurular, kovala yavruları ve dahası yaşam alanları yalnızca Avustralya olan çeşitli türde canlılar bu yangınlarda canlarından oldular; neredeyse 100 yıldır bilim insanlarının uyarılarına kulak tıkayanlar Avustralya yangını ile ders almış olmalılar diye düşünürken görüyoruz ki gereken ders alınmamış.
Yerkürenin ısınması durmadı, sıcaklık artmaya devam etti, afetlerle yüzleşildi, bilim insanları da uyarmaya devam ettiler!
Artık bu bir döngüye dönüştü.
Yukarıdaki grafik, Dünya ve Avustralya'nın sıcaklığının son 30 yıl içinde, özellikle 1990'lardan bu yana nasıl arttığını gösteriyor. Avusturalya'da sıcaklıkların yangın öncesi 2019 yılında ciddi anlamda artış gösterdiğini yukarıdaki grafikte görebilirsiniz.
Yani mevsimsel sıcaklık artışları ile yangınlar arasında bir bağlantının olduğu çok açık.
Şimdi, Türkiye olarak aynı deneyimi yaşıyoruz.
Ülkenin birçok noktasında sıcaklıklar 40 derecelerin üzerinde ölçülür oldu ve bu sıcaklık dalgasının yansıması da ülkeyi yangın yerine çevirdi.
Avustralya örneği üzerinden gidersek sıcaklık ortalamalarındaki artışın bu yangınlarda büyük payı olduğu görülüyor.
Bu sıcaklık artışlarında olduğu gibi geleceği öngöremeyen bizlerin de yangınların karşısında büyük payı olduğunu kabul etmemiz gerek.
Bildiğimiz kadarı ile yerküre dışında canlı tür barındıran bir başka gezegen yok. Dünya üzerinde de türlerin zaman zaman kesintiye uğradığını, bazı türler yok olurken daha önce yeryüzünde görünmeyen türlerin onların yerini aldığını biliyoruz. Bu dönemlerin iklim değişikliği ile doğrudan bağlantılı olduğu konusunda bilim insanları hemfikir.
Küresel ısınmanın virüs saldırılarının da kaynağı olduğu, doğada bozulmuş yaşam alanlarının virüs üreten alanlar olma potansiyeli taşıdıkları belirtiliyor.
Sonuçta uzun vadede, küresel ısınmanın iklim değişikliği üzerinde daha çok etkili olacağı, iklim değişikliğinin de yeni pandemiler yaratacak yeni virüsleri ortaya çıkaracağı yönünde kaygılar artıyor.
Yalnızca Dünya'yı değil, uzayı da kirletiyoruz.
Hepsi olmasa da Dünya üzerinde birçok ülkenin gözü uzayda, kendilerine bir alan açma yarışında. Uydu bağlantılı sistemler bizi uzaya bağımlı kılıyor ancak bağımlılığımız bunlarla sınırlı değil. Uzay teknolojileri giderek ekonomik ve askeri amaçlara yönelik uzayda farklı bir yapılanmaya doğru ilerliyor. Uzay turizmi, uzay madenciliği yanısıra uzayın askerileştirilmesinden bahsediliyor. Dünya çevresinde oluşmakta olan bu kirliliğin bize maliyeti ne olacak, doğrusu bir fikrimiz yok.
Şüphesiz onlar da birgün Dünya atmosferi üzerinde iklim değişikliğinin bir parçası olacaklar.
Bilim insanları Venüs gezegeninin bir zamanlar Dünya koşullarına sahip olduğunu ve volkanik aktiviteler sonucu atmosferi kaplayan volkanik küllerin iklim değişikliği yaratarak onu bir fırına dönüştürdüğünü belirtiyorlar. Venüs deneyiminden alacağımız çok ciddi dersler olmalı.
2015'te Paris'te gerçekleştirilen zirvede küresel ısınmanın boyutları tüm çıplaklığıyla Dünya gündemine taşınmıştı. Bu zirve ile Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi gerçekleştirildi. Bununla küresel ısınmanın 2°C, hatta 1.5°C'nin altında kalması amaçlanıyordu.
Aradan 6 yıl geçti, geçtiğimiz yıl Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO), 1.5 derecelik eşiğin önümüzdeki beş yıl içerisinde aşılma ihtimalinin arttığını açıkladı.
Evet, bizler bir gün bu gezegeni terk etmek zorunda kalacağımızı biliyoruz.
Daha önce asteroid çarpmaları, volkanik patlamalar, uzaydan gelecek tehditler gibi bir kazaya kurban gitmezsek birkaç milyar yıl kadar zamanımız var.
Ama bizim de yarattığımız riskler var. En önemlisi şüphesiz küresel ısınma.
Bilim insanları on yıllardır yazıyorlar, çiziyorlar, söylüyorlar; bizi bekleyen olası sona farkındalık yaratmak için çırpınıyorlar.
Unutmayalım: Asteroid çarpmaları gibi uzaydan gelecek riskler bizim kontrolümüzde olmayabilir ama insanın geleceğini derinden etkileyecek küresel ısınmaya karşı durmak bizim elimizde.
Ne dersiniz, geç kalmış olabilir miyiz?
Kaynakça