Dünkü ekonomi gündemi, başından sonuna kadar nefeslerin tutulduğu, gözlerin bir an kırpılmadığı ve saatler süren bir film gibiydi. Filmin başrolünde Cannes’da yapılan G-20 toplantılarının olması planlanmıştı. Ancak ortaya çıkan iki gelişme bir Cannes’ı bir taraftan daha önemli kılarken, bir taraftan da rolünü zayıflattı. Önce Yunanistan tarafından dedikodular yayılmaya başladı. ‘Papandreu istifa edecek’ti. Papandreu’nun Cumhurbaşkanı ile görüşüp ülkede yeni bir koalisyon hükumeti kurulmasını isteyeceği, yeni Başbakan’ın ise eski Avrupa Merkez Bankası başkan Yardımcısı Papademos olacağı söyleniyor, hatta yarım saat içinde bu yönde bir açıklama yapılacağı bile konuşuluyordu. Aynı dakikalarda Avrupa Merkez Bankası’nın yeni Başkanı Mario Draghi, kameraların karşısına geçti ve Euro Bölgesi’nde faiz oranlarının yüzde 1.25’e indirildiğini açıkladı. Aslına bakarsanız bu, çok iyi ama mükemmel olmayı bir yıl farkla kaçırmış bir karardı. Borsalar, kararı yükselerek karşıladılar. Hatta Yunanistan dedikoduların yan etkisi bile pek ciddiye alınmadı. Bir süre sonra gündem yine Yunanistan’a döndü. Cumhurbaşkanlığı’ndan yapılan açıklamada Başbakan ile planlanmış bir randevu olmadığı açıklandı. Bununla birlikte Bakanlar Kurulu toplantısına devam eden hükümet tarafından da bir açıklama gelmedi. Hükümet tarafından gelmeyen sese, Sarkozy ve Merkel sert tepki gösterdiler: "Yunanistan kararlı bir adım atmadığı sürece bizden hareket beklemesin" dediler ve referanduma kadar tek bir cent yardım verilmeyeceğini açıkladılar. Bir süre sonra İngiltere Başbakan’ı Yunanistan’da durumun belirsizleştiğini, halkın vergilerini ne olacağı belirsiz olan bir girişime yönlendirilemeyeceğini, İngiltere’nin Yunanistan’a yardım vermeyeceğini açıkladı. Ama asıl bomba AB Komisyonu’ndan geldi. Komisyon aynı dakikalarda yaptığı açıklamada “Yunanistan Euro Bölgesi’nden çıkmaya karar verdiyse, AB’den de çıkmak zorunda olduğunu bilmeli”. İşte bu tansiyonun zirve yaptığı andı. Komisyon neden böyle bir açıklama yapmış olabilirdi? Belki de, toplantı halindeki Yunan hükümeti içeride bu seçenek üzerinde konuşuyordu. Papandreu istifa edecek, Papademos yeni Başbakan olacak, güçlü bir koalisyon hükümeti ile Yunanistan Euro Bölgesi’den çıktığını açıklayacak ve drahmiye geri dönülecekti. (Hatırlarsanız Papandreu, uzun zaman alan müzakerelerden sonra, gecen hafta borç faizlerinin yarısının silinmesi ve 130 milyar euro kredi yardımı konusunda varılan uzlaşmayı beklenmeyen bir şekilde referanduma gösterme kararı almıştı. Öyle olmadı; Avrupa’dan gelen sert açıklamalardan sonra, hükümetten bir istifanın söz konusu olmadığı yönünde gayrı resmi açıklama geldi. Hatta, Papandreu’nun ağzından referandumdan geri adım atmanın dahi mümkün olabileceği söylendi. İşin hakikaten ilginç yanı bu süreçte ne Papandreu ne de bir hükümet yetkilisinin sesinin duyulmasıydı. Ta ki akşama kadar... Türkiye saati ile 17:50’de Papandreu milletvekillerinin karşısına çıktı. Bütün gün yapılan dedikodular konusuna hiç girmeden, ülkenin son aylarda katettiği yolu övdü ve yapılması düşünülen referandumun amacını anlattı. Referandumun Euro için yapılan bir oylama olmadığını, Ekim sonunda karar verilen ve uzun yıllar boyunca ülkeyi etkileyecek yardım konusunda halkın fikrinin aranacağını söyledi. Ancak tutumunu bir parça yumuşatarak muhalefetin bu paketi şimdi desteklemesi durumunda referanduma gitmenin gerekmeyebileceğini söyledi. Muhalefet desteklemez ve referanduma gidilir sonuçta hayır çıkarsa, bunun Euro için de hayır anlamına geleceğini söyledi; halkı ve muhalefeti, paketi desteklemeye davet etti. Kesin olan bir şey varsa; o da kimsenin Papandreu’nun yerinde olmak istemeyeceğidir. En müzmin muhalefet lideri bile. Göreve geldiğinden iki ay sonra ülkenin içinde yüzdüğü bataklığı gören, kucağında patlamaya hazır bir bomba bulan Papandreu, piyasalar tarafından şamaroğlanına çevrilen bir ekonomiye yön vermeye çalışırken deyim yerindeyse dünyada cehennem azabı çekiyor.