Uzun boyluydu. Çok zayıftı. Eski ve kirli bir kot pantolonu vardı. Dik yaka kazağının içine giydiği güçlükle fark...
Uzun boyluydu. Çok zayıftı. Eski ve kirli bir kot pantolonu vardı. Dik yaka kazağının içine giydiği güçlükle fark edilen gömleği de pek temiz olmasa gerekti. Kullandığı tükenmez kalem, kaybedildiğinde üzmeyecek cinstendi. İnce parmakları sigara sarısıydı. Arka cebinden çıkardığı, özensizlikten kabarmış not defterine durmadan bir şeyler yazardı. En fazla o deftere bakardı. Belki kendini en çok o defterle göz gözeyken güvenli hissederdi. O sırada dağınık saçları, gerilerden koşup deftere göz atmak isteyen arsız çocukları andırdı. Ama o, tam zamanında başını kaldırarak tehlikeyi bertaraf ederdi. Ve kaçamak bir bakışla hep aynı kısa soruyu yinelerdi:
- Başka?..Cevap geciktiğinde, sigara dumanından rahatsız olan insanların tavrıyla gözlerini kısarak başını yana çevirirdi. Sonra sesi duyar, rahatlar ve sevgili not defterine birkaç kelime daha eklerdi. Ardından yene o soruyu sorardı:
- Başka?..Ses tonu, her an patlayabilecek bir silahın sakinliğindeydi. Sık sık burnunu çekerdi. Oturduğu zamanlar, konuşmanın ritmini hızlandırmak ister gibi sağ bacağını titretirdi. Onu hiç ayakkabısız görmedim. Ama çoraplarının yırtık ve pis kokulu olduğunu düşündüm hep. Belki de insanların bu gerçeği anlayabileceğinden korktuğu için düşünme paylarını sevmez ve sessizlikleri o ünlü sorusuyla bozardı:
- Başka?..Üç kişiydik. Ben susardım. O sorardı. Arkadaşım ise konuşurdu. Gönlü başka yerde olup da ticaretle uğraşmak zorunda kalan insanların isteksizliğini gizlemeye çalışarak konuşurdu. Patronlarının kendine ilettikleri listeyi cansız bir umutla sıralardı:
- Kömür... Çimento... Kereste... Alüminyum... Bakır...Ucuz tükenmez kalem, her seferinde sonsuz bir gayretle not defterinin üzerinde dans ederdi. Söylenen her şey zapta geçerdi. Her bir talepten sonra, o, malum sorusuyla sıkıcı söyleşiyi sürdürürdü. Arkadaşım bazen bu monotonluğu bozmak için, istediği malların bulunma şansını sorardı. Bu sorunun cevabı da hep aynıydı:
- Genelde var. Bakarız...20-22 yıl kadar öncesiydi. Moskova, kapitalizme geçme kararı almış, ama birdenbire ortalarda kapitalist olmadığını görerek çılgın bir hızla onları yaratmaya koyulmuştu. Eğri aksak birkaç kuralla ya da aslında kuralsızlıkla madenler ve işletmeler yağmalanmaya başlamıştı. Memleket, “ticaret sanatı” ile yeni yeni tanışıyordu. İlk “işadamcıkları” ortaya çıkıyordu. Hangi malın kimde olduğu belli değildi. Olur olmaz adamlar boylarından büyük vaatlerle yabancı firmaların karşısına çıkıyordu. Güvendikleri tek şey vardı: ilişkileri! Henüz açıktan ticaret yapamayan komünist partisi ileri gelenleri, istihbarat şefleri ve fabrika yöneticileri arasından tanıdıklarını kullanıyorlardı.Zamanla bu “aracı takımı”nın safları olağanüstü genişledi. Kimisi palazlandı. Kimisi de hep aynı yorgun umutla ve parasız geçirdi günlerini.Acaba bizim “başkacı ahbap” köşeyi döndü mü? Yoksa hâlâ aynı türden tükenmez kalemlerle mi tüketiyor günlerini? Yıllar önce arkadaşıma “Bırak bu zıpırı!” derken haksız mıydım? Bugünün zengin işadamının içindeki cevheri o zamandan fark edemedim mi yoksa? Acaba o, geleceği benden çok daha iyi öngören kararlı ve zeki bir genç miydi?Bilmem. Doğrusu pek umursadığım da yok bu soruyu.Ama görmediğim çoraplarının yırtık ve pis kokulu olduğuna bahse girerim.