Nihayet aradığımı buldum. Belki de önümdeki binlerce kitap içinde en gösterişsizlerden biri. Zaten öyle de olması gerekiyordu. \"Siyasi nedenlerden dolayı\"...
Kitabı heyecanla evirip çeviriyorum. Herhalde 1980\'lerin başında da aynı dikkatle incelemiştim onu. Ne çok zaman geçmiş!.. O epeyce sararmış. Ben de gençleşmedim tabii geçen 30\'u aşkın yıl içinde...
Yeşilimsi bir ciltle kaplatmıştı babam dinî kitaplarını. Kenarına da adını yazdırmıştı yaldızlı harflerle, sanki onları kendisi yazmış gibi. Belki de böylelikle yazmadığı kitapların kapağında ölümsüzleşmeyi denemişti. Babam öleli 15 yıl oldu. 30 yıla yakın mezar karanlığında güç bela soluk almaya çalışmış olan bu kitap ise muhtemelen az sonra ölecek. Elimde bıçak, heyecanla kurcalıyorum onu. Birazdan delik deşik edeceğim.
Operasyon yerini buldum işte! Ön kapağın arkasına \"neşter vuracağım\". Kalbim yerinden fırlayacak gibi...
Yeşil cildin kitabın içine bakan tarafında, kartonu andıran koyu sarı ve kaba bir \"astar\" var. Bunca yaşına karşın tek bir ucundan açık vermiyor; sımsıkı yapışmış koruyor kitabı. Belki de onu bu kadar direngen yapan, benim gençliğimden devraldığı büyük sır...
Kartonun zayıf yanını bulamayınca bıçakla birkaç deneme yapıyorum. Sonunda dayanamıyor. Koyu sarı zırhta beliren deliklerin arkasında sanki hâlâ 20 yaşımın tazeliğini koruyan masmavi bir incelik görünüyor.
Aman dikkat! Kitap neyse, onu kaybedebilirim bu ameliyat masasında; ama içindeki \"çocuğu\" sağ salim kurtarmam gerek; bu olağanüstü gecikmiş \"sezaryen\"in bütün amacı bu zaten...
İncecik mavi kâğıdı çıkarıyorum. O mu titriyor karşımda, yoksa onu tutan ellerim mi?..
Ne demişti o zaman sorumlu yoldaş: \"Mavi pelür kâğıt üzerine siyah tükenmez kalemle özgeçmişini yaz! Ve kimseye göstermemenin bir yolunu bularak partiye ilet! Orada yazdıklarının asla bir kopyası veya müsveddesi olmasın!\"
1980 askerî darbesinden sonra yasadışı Türkiye Komünist Partisi\'ne üye oluyordum. Partinin bana verdiği takma ad Kemal\'di. Özgeçmişimi yazarken \"tarihî bir an\" yaşadığım hissiyle çok heyecanlanmıştım. Ve epeyce özenerek yazmıştım onu. Hem içerik açısından, hem de estetik (öyle \"inci gibi\" yazmayalı on yıllar oldu sanırım).
Henüz partiye katılma aşamasında \"komünist disiplini\" bozmuştum. Siyah tükenmezle yazılan otobiyografimden bir nüsha daha yapıp kendime, belki de kendimce \"tarihe\" saklama kararı almıştım. Çünkü daha çocukluk yıllarımdan başlayarak benim en kutsal saydığım şey, kâğıda dökülmüş kelimelerdi; hele onları ben çok sancılı bir şekilde \"yarattıysam\"...
O dönemde bu özgeçmişimle birlikte polisin eline düşseydim yıllarca hapis yatabilirdim. Suç unsuru bir fiilden dolayı değil, sadece fikirlerim nedeniyle. O zamanlar da yasakçıydı bu toprakların hükümranları. Hem de şimdikinden bin beter!.. Yurtdışına çıkmadan önce \"en zararlı\" kitaplarımla yazılarımı - ve maalesef güncemi - büyük bir acıyla yok etmiştim. Özgeçmişimi bu yeşil ve dindar kitapta saklama kararı almıştım.
Kalan kitapların önemli bölümünü, ben yurtdışına çıktıktan bir süre sonra, eski evimizin girişindeki dolabın zeminine dökülen çimentonun altına gömerek gizlemişler. Çimentoyu döken aile dostumuz Yusuf Amca dindardı; acaba \"sakıncalı\"ların arasına karışan yeşil din kitaplarını görünce şaşırmış mıydı? Soramam artık; o da yaşamıyor çünkü...
Birkaç yıl önceki taşınmada fazla zaman yoktu; kuşkulandığım kitaplara şöyle hızla bir baktım, bulabilir miyim, diye; ama tecrübeli ve inançlı kitap, artık iyice kaynaştığı misafirini çok iyi gizledi o zaman ve sır vermedi (belki yaşlandığım için beni tanımadı); bugün ser de vermek zorunda kalıyor zavallı eski sırdaşım. (Belki de ilk fırsatta onu hayata döndürmek için bir şeyler yapmalıyım.)
Şimdi önümde duran ve soluk soluğa birkaç kez okuduğum özgeçmişim, tıpkı uğrunda uzun mücadeleler verdikten sonra seviştiğiniz bir kadın gibi, emeğiniz ve duygularınızla suladığınız yanıyla \"çok özeller\" kategorisindeki yeri alıyor, çocuksu bir hevesle keşfedilmiş saydığınız öteki yanıyla ise usulca \"sıradanlar\" sınıfına adım atıyordu.
Bir süre sonra artık neredeyse ezberlediğim bazı cümlelerde \"üslup hataları\" bulmaya başladığım hissiyle kendimi suç üstü yakaladığımda, kocamış erkek çocuklarının bazen nankörlüğe nasıl da kolay göz kırpabildiğini hatırlayarak utandım.
Oysa yıllar boyu ne kadar düşünmüştüm bu gizli (herkesten, hatta vaktiyle gizlilik dünyamın tanrısı olan partimden bile gizli), tek sayfalık, mavi, pelür cümleleri...
Bir ara kader beni bu tür gizli yazı ve belgelerin \"güvenle\" saklandığı söylenen Doğu Almanya\'daki Merkez Komitesi mekânlarına sürükledi. Orada bir gün vicdanların bile erişemeyeceği kadar yüksek düzeyde bir yöneticiye, yıllar önce yazdığım özgeçmişi görebilir miyim, diye sormuştum. Gülümsemeden çok sırıtmayı andıran bir keyif salgısı yayılmıştı yüzüne; cevap bile vermemişti.
Öyle ya, onca önemli işin arasında böyle bir ayrıntıyla uğraşılır mıydı? \"Tarih yazılırken\" sıradan bir neferin merakını gidermesine zaman ayrılır mıydı? \"İnsanlık adına\" devasa çabalar harcanırken, tek bir insanın isteğiyle oyalanılır mıydı?
O partiden - bundan böyle asla hiçbir partiye girmeme andımla - ayrıldım. Ama bu anlayışın kuşatmasından kendimi bir türlü kurtulamadım. Neredeyse çalıştığım bütün kurum ve şirketlerin, gazete ve televizyonların yöneticileri, çoook önemli \"misyonlar\" ile meşguldüler. Onun için başka meslektaşlarıma olduğu gibi bana da türlü saygısızlıklar ettikleri, beni sadece bir \"sıra neferi\" veya \"emir eri\" olarak gördükleri, işgücümün karşılığını ödemekten bile kaçındıkları, dahası bir dost selamı verip hatır bile sormadıkları, sadece \"ben ki olağanüstü zeki bir insanım ve inanılmaz bir organizatörüm; soylu amaçlarıma giden yolda bu kölelerden nasıl yararlanabilirim?\" kaygılarından benim payıma düşen kırıntıları önüme atarak gerisine karışmadıkları çok oldu.
İşte şimdi kim bilir kaçıncı kez evimi taşırken önüme dağılan bir sürü kartvizit! Neler olmuşum ben, neler!.. Nerelerde, hangi görevlerde \"onurlandırılmışım\". Ve hiçbir yerde tutturamamışım şu herkesin bildiği dikiş işlerini...
İstikrar hep uzağımdan geçmiş.
Neyse, daha fazla derine dalmayalım; taşınacağız ya, durmak yok; topla(n)maya devam edelim!
Her şeyi dolduralım torbamıza: Kartvizitleri, fotoğrafları, eski gazeteleri, yazıları, günceleri, mektupları...
Mektuplar, ah, o mektuplar!.. Dostluk mektupları... Kavga mektupları... Hele hele aşk mektupları...
Canlan, ey anılar mezarlığı, göç vakti çaldı tekrar kapımızı!..
Ayaklanalım hep birlikte! Hem de neredeyse aynı kadro, yine cümbür cemaat...
Oysa her taşınmanın, bir sürü eskimiş ve gereksiz şeyden kurtulmak için bulunmaz fırsat olduğu söylenir...
Hatta \"eğer bir eşyayı altı ay (veya bir yıl) kullanmıyorsan, ihtiyacın yok demektir; at gitsin!\" derler ya...
Atabilir miyim ben sizi? Silebilir miyim geçmişin izlerini?
Olmaz öyle şey! Anca beraber kanca beraber...
Toparlanın ey hatıralar!..
Taşınıyoruz yine...