“Darbenin arkasında Amerika Birleşik Devletleri var.”
Bu yenilir yutulur bir iddia değildi.
Üstelik iddiayı dile getiren de öyle sıradan biri değil, Çalışma Bakanı Süleyman Soylu’ydu.
Sitem ve uyarıyla karışık yalanlama en tepelerden, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’den geldi:
“Bu tür açıklama ve imalar Türk-Amerikan ilişkilerini zedeler.”
Türk tarafı pardon filan demedi, tersine “O zaman neden Fethullah Gülen’i bize vermiyorsun” diye yüklenmeye devam etti.
Ardından Yeni Şafak Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül vites büyüttü:
“ABD, Erdoğan’ı öldürmeye çalıştı!”
Ona cevap da bir başka John’dan geldi. ABD’nin Ankara Büyükelçisi John Bass şöyle dedi:
“İddialar ölçüsüz ve çirkin.”
Bu kadar da değil...
“Kalkışma” sırasında Amerikan NBC Kanalı’nın “Erdoğan Almanya’ya sığınma talebinde bulundu” gibi bir asılsız haberi yaygınlaştırması...
“Gölge CIA” olarak nitelen Amerikan düşünce kuruluşu Stratfor tarafından, o sıcak saatlerde Twitter’da Erdoğan’ın uçağının rotasıyla ilgili konum bilgilerinin paylaşılması...
Ardından Wikileaks’in AKP ve Erdoğan’la ilgili belgeleri açıklamaya başlaması...
Bütün bunlar da tuz biber oldu.
Siyaset ve medya dünyasında ABD ile yaşanan gerilim şiddetlenerek sürüyor.
Hatta sadece ABD ile değil, genel olarak Batı ile.
Ankara, zaten ilişkilerinin tıkandığı AB’ye karşı iyice sertleşiyor.
OHAL ilan edilirken aynı anda “Eyy AB, sakın sen benim işime karışma” mesajını veriyor.
İdam cezasının yeniden uygulamaya konabileceği yolundaki işaretler, “AB üyeliği süreci” diye bir şeyin artık önemsenmediğini ortaya koyuyor.
Hatta Türkiye’nin NATO üyeliği bile tartışılmaya başlıyor. Yakında çıkar diyen de var, atılır diyen de.
Defalarca sarsıntı yaşayan “geleneksel dış politikamız” bu kez köklü olarak değişme ihtimaliyle mi karşı karşıya?
150 yıllık “batılılaşma” amacımızı terk ediyor, yüzümüzü başka bir yere mi dönüyoruz?
Döndüğümüz yerde ne var?
“İslamlaşma”? Ortadoğu? Avrasya(cılık)? Rusya? İran? Çin?..
Şimdiden alevlenen bu konuları herhalde daha uzun süre tartışacağız.
Sadece biz mi?
Bu ilgi ve tartışma, birçok ülkede de sürecek.
Acaba son günlerde sınırlarımız dışında bu konulara en fazla ilgi gösteren ülke hangisi, diye sorsak...
Benim cevabım Rusya olur.
Rus kanalları, gazeteleri, radyoları ve internet kaynaklarında Türkiye’nin ağırlığı birdenbire arttı.
“Uçak krizi”nin ardından Erdoğan’ın 27 Haziran’da Putin’e gönderdiği özür mesajı sonrasında zaten Türk-Rus ilişkilerinin geleceğiyle ilgili olumlu veya olumsuz birçok haberle yorum çıkıyordu.
“Kalkışma” sonrası tam bir patlama oldu.
Her şeyden önce darbe girişimi ile ilgili Erdoğan’a ilk uluslararası destek Putin’den geldi. Hem de telefonla.
“Anayasa’ya aykırı hiçbir eylem kabul edilemez” mesajı verdiği bildirilen Rus liderin Türk muhatabına başka neler söylediğini bilmiyoruz.
Moskova kulislerinde Dışişleri Bakanı Lavrov’un “darbenin önceden bilindiği” görüşünü seslendirdiği söylentileri dolaşıyor.
Dün İranlı Fars Haber Ajansı, darbe girişimi konusunda Türkiye’yi ilk uyaranın Rusya olduğunu ileri sürdü. Buna göre, Rusya Savunma Bakanlığı Türkiye’de darbe hazırlığı yapıldığı yolundaki bilgileri MİT’e iletmişti. Haber resmî olarak doğrulanmadı. Rus medyasında iddiayla ilgili farklı fikirler dile getiriliyor.
Uçak düşürme olayının ardından Erdoğan’a yönelik çok sert açıklamalar yapan ve ağır suçlamalarda bulunan, hatta “bu yönetim değişmedikçe” üst düzey temasları reddeden Putin, nasıl oldu da bir anda dost oldu?
Rusya’nın son zamanlarda Türkiye ile gerginliğin bitirilmesi eğilimine girme nedenlerini bu köşeden değişik tarihlerde birkaç kez yazmıştım.
Şimdi “ekstra bir fırsat” daha doğmuş durumda:
Erdoğan darbe süreciyle birlikte ABD’ye ve AB’ye karşı sert tutum alıyor.
Batı’dan kopmakta olan, elinde dost ve müttefik olarak pek bir şey kalmayan Türkiye’nin yönelebileceği en önemli uluslararası güçler arasında Rusya öne çıkıyor.
Zaten Erdoğan’dan yedi aydır beklenen özür de gelmişti (Bu arada darbe girişiminin Türkiye’nin Rusya ve İsrail’le ilişkileri düzeltme hamlesinden hemen sonra gerçekleşmiş olmasına dikkat çekenler de az değil).
Eğer Ankara Suriye politikasını Moskova’ya yaklaştırırsa, diğer engeller aşılmayacak gibi değil.
Kremlin, Türkiye’nin “IŞİD’le işbirliği iddiası” dosyalarını rafa kaldırmaya hazır.
Suriyeli ve Türkiyeli Kürtlere karşı tutumunu da Ankara lehine gözden geçirerek pekâlâ onlara daha uzak durabilir.
Bu arada düşürülen Rus uçağının failleri konusunda da enteresan bir “hoşluk” ortaya çıkmış durumda.
“Uçağı düşüren pilotların da gözaltına alınan FETÖ’cülar arasında olması” haberlerine ve hem Erdoğan da dâhil Türk yöneticilerin hem de bazı Rus politikacıların ve gazetecilerin konuyla ilgili sözlerine bakılırsa, bir mesele daha “tatlıya bağlanacağa” benziyor (elbette geçmişte sorulan ve bugün de geçerli birçok soruyu sormama pahasına).
Bu arada Akkuyu ve Türk Akımı gibi önemli projelerde ciddi yol alınabilir.
Suriye’de “IŞİD’e karşı mücadelede” bir işbirliği formülü ortaya konabilir.
Hatta bakarsın, AB’yle neredeyse vedalaşan Ankara, NATO’yla arasına da mesafe koyar.
O zaman Kremlin’in çabalarıyla Avrasya Ekonomik Birliği’nden (AEB) Şanghay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) kadar bütün kapılar yavaş yavaş Türkiye’ye açılır.
Bu tür öngörüler, son birkaç günde Rusya medyasında önemli yer kaplıyor. Örneğin, Vzglyad (www.vz.ru) adlı etkili bir internet sitesinde yayımlanan “Artık Türkiye Rusya’nın stratejik ortağı olabilir” başlıklı makale bunlardan biri.
Bütün bunların bir solukta konuşulduğu ve yazıldığı kadar kolay olmadığını ve “uçak krizi” ile birlikte iki ülke arasında ciddi bir güven sorunu oluştuğunu unutmayalım.
Ama hatırımızda tutmamız gereken bir başka şey daha var: Putin ve Erdoğan birer pragmatizm ustası.
İki devletin bir dizi bakanı arasında gelecek hafta Rusya’da düzenlenecek görüşmelerde muhtemelen işbirliği çizgisi güçlenecek.
Ardından iki ülke liderlerinin Ağustos’un ilk yarısında yapacağı zirve ise yalnızca ikili ilişkilerde değil, uluslararası politikada da önemli sonuçlara yol açabilir.
Bu arada başka gelişmeler olur mu, örneğin, Türkiye’de veya Rusya’da birileri “darbede Amerikan parmağı” iddiasını kanıtlamak için girişimde bulunur mu, bilemiyorum.
Herhalde Türkiye’yi kaybetmek istemeyen ABD’nin karşı adımları da olacaktır. Ama Gülen’in iade edilmediği şartlarda gerginlik sürecektir.
Üstelik Kasım’da ABD Başkanı olması ihtimali güçlü olan Hillary Clinton’ın seçim kampanyasında Gülenci unsurların da yer alması işleri daha karışık hale getiriyor.
Tüm bu gelişmelere bakılınca, darbe girişimi sonrasında ABD, NATO ve AB’nin “out”, Rusya ve ŞİÖ'nün “in” olduğunu söyleyebiliriz.