Rusya'da deprem, yangın, sel, toprak kayması ve başka doğal afetlerle ilgili olarak özel bir bakanlık vardır: Afet İşleri Bakanlığı (veya Olağanüstü İşler Bakanlığı).
Şimdi Rusya'nın en etkili isimleri arasında gösterilen Savunma Bakanı Sergey Şoygu 18 yıl Afet İşleri Bakanı'ydı.
1994 başında kurulan Bakanlık'ın en büyük başarılarından biri de, Türkiye'deki 17 Ağustos 1999 depremindeki çabalarıyla ilgiliydi.
Moskova'da gazetecilik yaptığım yıllardı. Şimdi tarihi tam hatırlamıyorum ama depremden çok uzak değildi, bir gün telefonum çaldı.
Arayan kadın "Adım Marina. Afet İşleri Bakanı sekreteriyim" diye söze başladı. Şaşırdım, benim bu bakanlıkla ne ilgim olabilirdi ki. Bilmeden bir afet çıkarmış olamazdım.
Bakanlığın bir hafta sonra çok önemli bir töreni varmış. Konuşmalar, ödüllendirmeler ve de bir konser olacakmış. Ve bütün bunlar Rusya Birinci Kanalı'ndan naklen verilecekmiş…
Sabırla bekliyor, her kurulan cümlenin benim ne kadar uzağımdan geçtiğini şaşkın bir gülümsemeyle izliyordum.
Bir gazeteci ukalalığı yapmanın zamanıdır diye düşündüm:
"Şimdiden kutlarım, Marina. Herhalde bunu haber yaparak bütün Türkiye'ye duyurmamı istiyorsunuz?"
Kadın çok şakacıydı (daha sonradan görüştüğümüzde de her fırsatta mizahi yeteneğini kanıtlamıştı):
"Hımm, evet, aslında böyle bir katkınız da olabilir tabii" diye devam etti. "Ama sizden asıl istediğimiz şey, bu törende Türkiye adına Rusça bir konuşma yapmanız."
Bu kez açıktan güldüm:
"Yanlış numara çevirmiş olabilir misiniz? Ben bir gazeteciyim. İşim Türkiye'yi temsil etmek değil. Acaba bizim büyükelçiliği arayıp…"
Sözümü kesti:
"Elçiliği aradım. Elçilik dışından aradıklarım da oldu. Ya istemediler ya da doğru dürüst Rusça konuşan kimseyi bulamadım. Birkaç kişi sizi tavsiye etti."
Teşekkür edip reddetsem de konu uzadı ve bir hafta sonra kendimi, sonraki yıllarda yıkılan ünlü Rusya Oteli'nin devasa konser salonunda buldum.
İşin ilginç yanı, tören öncesinde kimse benimle pek ilgilenmedi. Gittim ve koskoca salonun içinde önlere yakın bir yerde oturdum.
Kutlamalar başladı ve birkaç ünlü şarkıcıdan sonra sahneye Bakan Şoygu çıktı. 2-3 üst düzey resmî görevli onu izledi. Ardından benim adım anons edildi. Üstelik anons eden ünlü Rus sunucu ve televizyoncu Leonid Yakuboviç, benim orada olup olmadığımdan, oradaysam nerede ortaya çıkacağımdan emin değildi ve ölçülü bir telaşla bütün salona bakıyordu. Koşar adım sahneye çıktım.
Kısa sohbet sonrasında Yakuboviç şöyle dedi:
"Sizden iki şey istiyorum. Önce konuşmanızı yapın. Sonra da lütfen sizden sonra sahneye gelecek olan İrina Allegrova'yı takdim edin."
Ooo, bir de sunuculuk yapacaktım. Üstelik bütün bunlar canlı yayındaydı (o günlerde arkadaşlarım arasında popülaritem artmıştı ama Rus genç kızların yolda beni durdurup imzalı fotoğraf isteyebilecekleri öngörüsü doğru çıkmamıştı).
Konuşmamı yaptım. Özellikle de Rus ekiplerinin ülkemizde 1999 depreminde kurtardıkları insanlardan bahsedince bol alkış aldım. Artık rahatlayıp yerime geçebilirim diyerek mikrofonu Yakuboviç'e uzattığımda, sanki 40 yıllık arkadaşımmış gibi kaş göz hareketleri eşliğinde "ikinci işini de yapsana" sinyali verdi. Ah, evet, unutmuştum.
"Değerli izleyiciler, şimdi de karşınızda Rusya'nın en sevilen şarkıcılarından biri olan İrina Allegrova!"
Bu anonsumun az önceki konuşmamdan daha çok alkış almasına pek takılmadım. Yakuboviç neşeli bir hamleyle mikrofonu alarak beni uğurladı.
Hatırladığım kadarıyla sonradan Bakan ve birkaç kişiyle daha tanışmış, ara verildiğinde kutlama coşkusunu paylaşmak isteyen Rusların zorlamasıyla votka içmiş, sonra da "Gaişnikler"e (Rus trafik polisleri) yakalanmama duasıyla arabamın direksiyonuna geçip salimen evime dönmüştüm.
Deprem sonrasında yüzlerce haber, izlenim, paylaşım içinde düşünce ve duygularımız bir o yana bir bu yana gidip geliyor.
Acı duyma, sorgulama, sorumluluk hissetme, suçlama ve tepki gösterme, acizlik ve ağlama…
Bu arada az da olsa insanın içine su serpen gelişmeler var. Gerçi onların her biri de, genellikle kötülükle veya dar kafalılıkla sınırlı.
Birisi de, Türkiye'de ve Suriye'de büyük bir deprem olduğunu duyan birçok ülkeden binlerce kişinin yardım etmenin yollarını araması.
Bunlar arasında arama ve kurtarma ekiplerinin ayrı yeri var.
Onlarca ülkeden Türkiye'ye gelen yabancılar hâlâ enkaz bölgelerinde.
Bunlar arasında bir zamanlar Şoygu'nun başında olduğu Rusya Afet İşleri Bakanlığı görevlileri de var. Şoygu komutasındaki Rusya ordusunun savaştığı Ukrayna'dan gelen kurtarıcılar da.
ABD, Azerbaycan, Ermenistan, İsrail, Japonya, İspanya, Sırbistan, Pakistan… Daha kimler kimler…
Bunların bir kısmının gelmesi problemli oldu. Gelip de deprem bölgelerine gitmesi de. Gidip de işe koyulması da. Hemen her aşamada sorunlar yaşadılar, yaşıyorlar.
Bir yerde de Güney Kıbrıs'tan gelmek isteyen kurtarma ekibine izin verilmediğini duydum. Umarım yanlıştır.
Ve bütün bu durumlarda, yaşanan sıkıntılarda, organizasyon sorunundan başka bir neden yoktur diye ummak istiyorum. Ama böyle bir anda bile "bizden mi yabancı mı?" ayrımını yapacak kişiler çıkması da bizi şaşırtmaz.
Oysa felaket karşısında yerlisi yabancısı olmaz, insan vardır. Ya da… Yoktur. "Kendi kanındandır", meraklısı için "kafatası ölçüleri" de tutabilir belki ama insan olamamıştır.
Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis Türkçe bir mesaj yayımlayıp "Yunanlar ve Türkler yan yana, hayat kurtarmak için birlikte savaşıyorlar. Onlara minnettarız" demiş.
Ne güzel!
Oysa daha düne kadar o da bizim Reis de iki komşu ülkenin "gerekirse" birbiriyle savaşacağını defalarca söylemiş ve her söyleyişlerinde yandaşlarından epeyce alkış almıştı.
Türk-Yunan dostluk tarihinde, deprem acısından coşkulu dayanışmalara uzanan unutulmaz sayfalar olduğunu unutmayalım.
Deprem gibi trajediler, bir yanıyla da insan olma sınavlarıdır.
Kimisi geçer bu sınavı, kimisi "çakar".
Son bir şey daha: Köpek sevgisini biraz gecikmeyle, Rusya'da yaşadığım yıllarda kazandım. Memlekete döndüğümde köpeğimin zarar görmeyeceği bir yerleşim alanı seçmek en temel kriterlerimden biriydi.
Türkiye'de beklediğimden çok sayıda hayvansever olduğu hissine kapıldıkça mutlu oldum.
Tersi gelişmeler, köpeklerin ve kedilerin kötü muamelelerle karşılaşması, öldürülmesi, yaralanması, işkence görmesi, tecavüze uğraması benim dayanma gücümün en hassas noktaları oldu. En korkunç videolara bile bakabilirim, ama çocuklarla hayvanlara işkence edilmesi ve öldürülmesi görüntülerine katlanamam.
Daha geçenlerde Konya'daki köpek katliamı beni günlerce çok kötü etkiledi.
Bütün bunları niye mi yazıyorum şimdi?
Depremde çok sayıda köpek "görev yapıyor", fark ettiniz mi?
Canlıları bizde olmayan yetenekleriyle bulup ekiplere gösteriyor, bazen de enkazda patileri kanayana kadar buldukları yaşam belirtisine doğru ilerlemeye çalışıyorlar.
Yerli ya da yurt dışından gelen ekiplerin köpekleri. Bunlar bir çoğumuzdan daha faydalı yaratıklar.
Hepsinin önünde saygı ve sevgiyle eğiliyorum.
Hakan Aksay kimdir?Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı. Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı. Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da ‘3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu. 2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Gazeteciliğin yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Rusya-Ukrayna danışmanı olarak çalışıyor. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı. |